Yeryüzü Hükümdarlığı

Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamd ederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişlerdi. (Bakara, 30)

Ayette olumlu ve olumsuz olarak zikredilen 4 durumu 2 veche olarak şu kelimelerle ifade edebiliriz; ifsad-katl, tesbih-takdis. Bu iki veche batıl ve hakk olarak da özetlenebilir. Kavga bu ikisi arasında.

Dünyayı bir bütün olarak yönetmek ve bütün bir insanlığı yaşatmak ancak ilahi kanunlarla mümkün olur. Beşer aklının ürettiği sistemler buna kifayet etmez. Dolayısıyla batıl davasını güdenler; bizim inandığımız değerlere inanmadıkları, kendi akıllarının ve hevâlarının öngörüleri ile âlem ve âdeme tahakküm etmek istedikleri için ortaya çıkan netice batıl oluyor. Hakk ise âlemi ve âdemi Allah’ın (cc) emir ve nehiylerine uyarak koruma, yaşatma cephesine tekabül ediyor.

İnsanlık tarihine ve günümüze baktığımızda sayılan 4 unsurun her dönemde var olduğunu görürüz. Bu 4 unsura ayrı ayrı ve kısa kısa değinelim. Hakk-batıl mücadelesinin birkaç tezahürünü görmüş olalım. Dikkatle okunduğunda ve düşünüldüğünde her birinin fikre ve fiile taalluk eden taraflarının mevcut olduğu görülecektir.

İfsâd: Bozmak. Âlemin işleyişine, fıtratına suni (maddi-manevi) müdahalelerde bulunmak diyebiliriz. Ekolojik dengenin bozulması da diyebiliriz. Vakıaya bakalım; filan canlının nesli tükeniyor, dünya ısınıyor, su savaşları çıkacak. Peki neden? Bunlar sebepsiz işler mi?

Kan Dökmek (Katl): Öldürmek. Nesli yok etmek. Vakıaya bakalım, filan ilaç kısırlığa sebep oluyor, filan bez şöyle, aman üremeyin, çocuğun var derdin var, nasıl bakacaksın şu devirde, şu silah bir seferde şu kadar insan öldürür. Aman savaşlar bitmesin. Vs. Batıl cephesi insanlık nüfusunun dünyaya fazla geldiği kanaatinde. Hem para kazanmak hem de insanı azaltmak için düzeni kurmuş vaziyetteler. Dünyaya şu kadar insan yeterli, şu kadarı biz, şu kadarı hizmetçilerimiz. Gerisine ölüm.

Tesbîh: Allah’ın şanını yüceltme. Efendim bu yüceltmenin keyfiyeti mühim tabi. Tesbih dendiğinde aklımıza gelen ilk şey çin malı 99 boncuk ise manadan yoksun, maddeye esiriz demektir. Şanı yüce olanın koyduğu kurallara uymaktan daha anlamlı bir yüceltme olabilir mi? Dolayısıyla tesbih yaratılış gayesini kollamaktır desek çok abes olmaz. Zira ayetlerde her varlığın tesbihi olduğundan söz edilir. Bu da ne demektir; mesele dilin, parmağın, insanın çok ötesinde zihne, kalbe ve aleme taalluk ediyor demektir.

Takdîs: Kutsal kabul etme. Allah’ı şanına yakışmayacak şeylerden beri tutma. Burada da mesele tesbih meselesi gibi. Allah’ın kurallarına uymayan kişinin Allah’ı takdis etmesi ne kadar makbuldür? Bu soruyu sormakla yetinebiliriz.

Hâl-i hazırda hükmedemediğimiz bir dünya düzeni var. Bizim kaygılarımızı yaşamayan, bizim değerlerimize inanmayan insanların ürettiklerini yiyor, giyiyor ve içiyoruz. Onların alkışladığını alkışlıyor, değersiz gördüklerini değersiz görüyoruz. Bunlardan huzursuzluk duyduğumuz da pek söylenemez. Dolayısıyla Anadolu’nun ve liderinin yürüttüğü mücadelenin boyutlarını kestiremiyoruz. Kavgamızı iha, siha, yol, tünel, kanalla izah etmek; Anadolu’nun tarihine, potansiyeline, ve liderine haksızlık etmektir. Bunlar Kızıl Elma’ya, ülkümüze ulaşmak için, razı olmadığımız bu düzene dur deyip, dünyayı Allah’ın (cc) kanunlarıyla yönetebilmek için bize lazım olan kudretin sebepleridir. Ötesi değil.

Ecdad imkansızı başarmakla meşhurken evladın kendini sınırlaması zillettir. Ecdada liyakat onların ulaştığı noktayı geride bırakmakla olur. Her şeye kadir olan Allah’a iman etmiş bir toplumun lügatinde “olmaz” olmaz. Geldiğimiz nokta ile yetinmek, durmak, ülkümüzü ve Kızıl Elma’yı imkansız görmek zihnimize vurulan prangalara, aklımızın tıkıldığı hapse razı olmak demektir ki bundan büyük esaret olmaz.

Bizim tembelliğimizin, rehavetimizin, esaretimizin bedelini Müslüman coğrafyalarda yavrularımız, analarımız, bacılarımız, dedelerimiz en acı şekilde ödedi. Daha ötesi bunun bedelini Müslüman olmadığı halde sağlıklı-huzurlu vasat bir hayat yaşamak isteyen insanlar da ödedi.

Şimdi daha çok çalışma zamanı. İnandığımız değerleri nefsimize ve neslimize öğretme, âdemde ve âlemde yaşatma zamanı.

Bu yazımızı okuyan 1.567. takipçimizsiniz.

Hamit Demir

1991 Kahramanmaraş doğumlu. İlk, Orta ve Lise eğitimini Malatya Darende tamamladı. Darende Hulusi Efendi Kuran Kursunda hafızlık eğitimini tamamladı. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. Aynı fakültede Tasavvuf Anabilim Dalı'nda Yüksek Lisans'ını tamamladı. Katar Üniversitesinde Arapça üzerine eğitim aldı. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı'nda Araştırma görevlisi olarak görev yapmakta ve Doktora eğitimine devam etmektedir. İngilizce ve Arapça bilmekte, Beşiktaş taraftarı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir