Başkentlik yapmış şehirlerimiz

Şehirler tarihin izini taşımaktadır. Geçmişi ihtişamlı olan şehirlerin geleceği de parlak olmaktadır. Bu bir genelleme olmakla birlikte istisnalarda olabilir. Ancak bir uygarlığa bir devlete ya da bir beyliğe başkentlik yapmış illerimiz gelişmişlikleri, tarihi eserleri ve yıllardan beri süre gelen yaşam düzenleri ile göze çarpmaktadırlar. Bu yazımızda başkentlik yapmış illerimizden birkaçının tarih serüveninden bahsedeceğiz.

Başkentlik Yapmış Şehirlerimiz

Sivas

Sivas

Sivas, Roma Devrinde Sebasteia adıyla anılmıştır. Birçok kaynak ise Sivas adının Sebastia’dan türediği konusunda ortaklaşmaktadır. Kentin Tabura veya Talavra, Megalopolis, karama gibi bilimsel olarak kesinlik kazanmamış adlarının yanı sıra, MÖ 1. yüzyılda Romalı komutan ve devlet edamı Pompeius’un verdiği Diopolis adı da kaynaklarda yer almaktadır. Sivas adının Hititlerin bir kolu olan Sibasip kavminin adından geldiği de tarihsel bir söylence olarak kayıtlara girmiştir.

Selçuklular Döneminde zaman zaman başkent olan Sivas, bir bilim ve ticaret kenti olarak önemini korumuştur. Osmanlı Devrinde Eyalet-i Rum’un Eyalet-i Sivas kimliğiyle yönetsel bir merkezi olan kent, Cumhuriyet Devrinde Sivas adıyla il merkezine dönüşmüştür.

Erzincan

Erzincan

1071 de Türklerin Anadolu’ya girişi ile bölgede başlayan Türkleşme hareketinden sonra Mengüceklilerin hakimiyetine giren şehir kesintisiz olarak 900 yılı aşkın süredir Türklerin hüküm sürdüğü bir bölge olmuştur. Selçukluların hakimiyetini kabul eden Mengücekliler kontrolündeki şehir, Dönemin Selçuklu Hükümdarı ile Mengücek Beyi arasındaki anlaşmazlık sebebi ile merkezi bu günkü il sınırlarımız içerisinde kalan Mengücek Beyliğinin ortadan kaldırılması akabinde doğrudan Selçuklulara bağlanmıştır.

Selçuklu hakimiyeti çok kısa sürdü ve 1247 de şehir Moğol istilasına uğradı. Saltuk ve İlhanlılar tarafından da kısa süreler ile yönetilen şehir beylikler döneminde Eratnalıların başkenti oldu. Sırası ile Karakoyunlular ve Akkoyunlular hakimiyetinde 100 yıl yaşayan şehir 1502 de Safevilerin kontrolüne geçti.

Bu tarihlerde Şah İsmail ve Yavuz arasındaki çatışmalara sahne olmuştur. Çaldıranda Yavuz’a yenilen Şah İsmailin hakimiyeti ardından bölge Osmanlı hakimiyetine geçti. Birinci Dünya savaşında kısa süre Rus ve Ermeni işgali gören şehir 13 Şubat 1918 de Vehip Paşa komutasındaki Türk birliklerince tekrar hürriyetini kazandı. Cumhuriyetin ilanı ile de Türkiye Cumhuriyetinin bir vilayeti oldu.

Erzurum

Erzurum

Erzurum ve çevresi özellikle son Kalkolitik ve Eski Tunç çağından itibaren yoğun iskana ve siyasi olaylara tanık olmuştur. Bunun sebebi en eski çağlardan beri önemli ticari ve askeri yolların kavşak noktasında yer alması, zengin akarsu kaynaklarını bünyesinde bulundurması ve doğal savunma zeminine sahip olmasıdır. Çevredeki sert iklim şartlarına rağmen dağ silsileleri ve akarsu boylarındaki verimli ovalar tarıma ve bilhassa hayvancılığa uygun bir ortam oluşturmuştur. Karaz, Pulur ve Güzelova kazılarının tanıklığında, yaklaşık altı bin yıldan beri çevredeki yaşama biçiminin devam ettiği söylenebilir. Bölgede M.Ö. IV. binden itibaren çok kuvvetli bir kültür birliğinin olduğu da ortaya çıkmıştır.

Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’da ilk kurulan Türk beyliği Saltukluların Başşehri Erzurumdur. Sultan Alparslan, Malazgirt Zaferinden sonra, Bizans İmparatoru Dördüncü Romanos Diogenes’in ölümü ile, anlaşma şartlarının yerine getirilmemesi üzerine, emrindeki kumandanlara Anadolu’da fetihlere devam edilmesini emretmişti. Buna dayanarak Emir Saltuk, Erzurum ve civarını fethederek, Saltuklular Beyliğini kurdu.

Mardin

Mardin

Mardin her yönüyle bölgesinin önemli bir kenti olarak Artuklular zamanında ortaya çıkmış ve kendini kabul ettirmiştir. Artuklulara gelinceye kadar bölgenin kültürel ve ticari merkezleri olarak daha çok Nusaybin ve Cizre öne çıkmış, Mardin bunların arasında bir bakıma bağlantı noktası işlevi gören, ikinci planda bir kent olarak daha çok da yakın çevresindeki önemli dinsel merkezle (Mardin’in hemen güneydoğusundaki Deyruzzaferan) ismini duyurmuştur. Bu dönemlerde, nüfusu ve ekonomik yapısına dair pek bir şey bilmediğimiz Mardin, Artuklularla birlikte siyasi bir merkez, bir başkent kimliği kazanmıştır. Kentin fiziki yapısı ve mimari dokusunun, tam anlamıyla bölgesel bir merkez olarak 12. yy’dan itibaren Artuklularla gelen bu ‘Rönesans’ döneminde gelişip biçimlendiği söylemek pek yanlış olmayacaktır.

İzmir

İzmir

İzmir, Bizans döneminde dinsel merkez olma özelliği nedeniyle başkent Konstantinopolis düzeyine çıkarıldı. İmparator Leon İzmir’i Konstantinopolis dışındaki kentlerin başkenti olarak ilan etti. İzmir bu özelliklerinden dolayı “kendi kendini yönetebilen kent” unvanıyla anılıyordu. Anlaşılacağı üzere kentin yapısı tamamen değişiyordu. Fakat hemen belirtmek gerekir ki, İzmir yapısal değişimle birlikte farklı bir kimliğe bürünse de, kent yeni kimliğiyle önem kazandığı bir sürece girmişti.

Nihayet Türk Beylikleri döneminden sonra, dönemin dünya devleti Osmanlı İmparatorluğu’nun bir kıyı kenti haline geldi. Küçük bir kasaba iken dönemin koşulları ve bulunduğu yerin sağladığı olanaklar sonucu, Akdeniz dünyasının en önemli liman kentleri arasına katıldı. XVII. yüzyıl başlarından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun dünyaya açılan kapısı olma özelliğini kazandı. Sadece ticari yapıları ve hanlarının yayıldığı bölge bile, sıradan bir kentin tamamına denk gelecek genişlikteki bir alanı kaplıyordu.

konya

Konya

Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan, 1071’de Bizans İmparatoru Romen Diyojen’i Malazgirt’ te kesin bir yenilgiye uğratarak, Türkler’e Anadolu’nun Kapılarını açtı. Sultan Alparslan, zaferden sonra komutanlarına Anadolu’nun tamamen fethedilmesi görevini verdi. Konya; Anadolu Fatihi, Selçuklu Kutalmışoğlu Sultan Süleymanşah, tarafından fethedildi. Fetih tarihi hakkında değişik eserlerde farklı görüşlere yer verilmektedir. (1072, 1074, v.b.) Ama şu bir gerçektir ki, Kutalmışoğlu Süleyman Şah I, Konya’yı fethettikten sonra batıya yönelmiş, merkez olarak İznik’i seçerek, Anadolu Selçuklu Devleti’ni 1074 yılında kurmuştur. Buna göre Konya’nın fetih tarihi kesinlikle 1074’ten daha öncedir. Fetihle Şehrimizde Türk-İslam egemenliği dönemi başlamıştır.

1074′ te Anadolu Selçuklu devleti, Başkenti İznik olmak üzere kuruldu. 1097’de 1. Haçlı Seferi sırasında İznik kaybedilince Başkent, Konya’ya taşındı. Böylece tarihinde yeni bir sayfa daha açılan Konya, günden güne gelişti, pek çok mimari eserle süslendi ve kısa zamanda Anadolu’nun en mamur şehirlerinden biri oldu. III. Haçlı Seferi’nde Almanya İmparatoru Friedrik Barbarossa, Konya’yı kuşattıysa da (18 Mayıs 1190), 2. Kılınç Arslan’ın savunduğu kaleyi alamadı, beş gün sonra çekilmek zorunda kaldı. Selçuklular’ın düşmesine kadar (1308) Konya, Başkent olarak kaldı. Sonra Karaman- oğulları Beyliği’nin en büyük şehri olarak, Karamanoğulları’nca yönetildi.

Tarihi eserleri bakımından Türklük’ün sayılı şehirleri arasında yer alan Konya, Selçuklulara iki asırdan fazla başkentlik yapması sebebiyle, Türk mimarisinin gözde eserleri sayılan âbidelerle süslenmiştir. Bu yönden Selçuklu devrinde Konya, Bursa, Edirne ve İstanbul’dan önce “En Muhteşem Türk Şehri” mertebesine yükselmiştir.

Kütahya

Kütahya

Ege Bölgesi’nin İç Batı Anadolu Bölümü’nde yer alan Kütahya, bilinen tarihi içinde Hitit, Frig, Roma, Bizans, Selçuklu, Germiyanoğulları ve Osmanlı Dönemi uygarlıklarıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne ulaşmıştır. Kütahya ili sınırları içinde kalan topraklarda yerleşen ve adı bilinen en eski halk Hitit’lerdir. Buna rağmen çevredeki Arkeolojik buluntular ilin yerleşim tarihini çok daha eskilere, ilk çağlara değin götürmektedir. Kütahya için kesin bir kuruluş tarihi verilememekle birlikte; Hitit metinlerinde geçen Assuva tarihiyle ilgili IV. Tuthaliya (M.Ö. 1256–1220) yıllıklarına dayanarak M.Ö. II. binin ortalarında kurulduğu söylenebilir.

Kütahya, bugün de işletilen zengin maden yatakları dolayısıyla tarihin her devresinde ilgi görmüş, bu sayede geniş ticaret yollarına sahip olmuş, hızla gelişmiştir. Malazgirt Zaferi’nin ardından XI. yüzyılın sonunda Türk uygarlıklarıyla tanışan Kütahya, Germiyanoğlu Beyliği’ne başkentlik yapmış olup Osmanlı Devleti bu topraklar üzerinde kurulmuştur. Ayrıca Kütahya “Türk ve dünya askerlik tarihi” nin en büyük zaferinin kazanıldığı yer olarak zengin bir kültürel mirasa sahiptir.

Manisa

Manisa

İstanbul 1204 yılında Latinler tarafından işgal edilince imparatorluk merkezi İznik’e taşınmıştır. İmparator Iannes Ducas Vatatzes’in otuz yılı aşkın bir süre oturması sebebiyle Manisa(Magnesia) ekonomik, sosyal ve stratejik açıdan Batı Anadolu’nun en önemli şehirlerinden biri haline gelmiş ve imparatorluk merkezi görevini üstlenmiştir. İmparator 1255 yılında Manisa’da ölmüş ve buraya gömülmüşse de mezarının yeri belli değildir. Sardes, Philadelphia, Thyateira ve Manisa(Magnesia)Kalesi kalıntıları Bizans döneminden kalan kalıntılardır. 1261 yılında İstanbul Latinlerden geri alınınca Manisa önemini yitirmiştir.

Manisa 1313 yılının 25-26 Ekim’ine tekabül eden Regaip Kandili gecesi Alpagı oğlu Saruhan Bey komutasındaki askerler tarafından fethedilmiş ve Saruhanoğulları Beyliği’nin başkenti haline getirilmiştir. 1346 yılında ölen Saruhan Bey’in türbesi şehrin merkezindedir. Yerine önce oğlu İlyas Bey, onun ölümüyle de İshak Çelebi bey olmuş ve beyliğin en ihtişamlı dönemlerini yaşatmıştır. Ulu Camii ve Medresesi, Mevlevihane ve Çukur Hamam gibi birçok eseri İshak Çelebi şehre kazandırmıştır. Tahminen 1390 yılına doğru vefat etmiş ve kendi yaptırdığı türbesine gömülmüştür.

sinop

Sinop

MÖ. 4. yüzyılın birinci yarısında Paflagonya’lılar bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. MÖ. 332 yılında Büyük İskender’in Anadolu’ya girişini fırsat bilen 1. Ariarathes Kapadokya’da bağımsızlığını ilan ederek, Sinop’u da hakimiyetine almış. MÖ. 302 yılında Mitridat Ktistes Paflagonya’da dağınık halde bulunan prenslikleri bir araya getirerek kuvvetli bir devlet (bağımsız bir ülke ile onun yönetiminden oluşan varlık) kurmuştur. Daha sonra ll. Mitridat ve onun oğlu Farnak Sinop’a hakim olmuş. MÖ. 169 yılında devletin başına Mitridat Flapeton geçmiştir. Mitridat Flapaton Sinop’u bayındır (gelişip güzelleşmesi için üzerinde çalışılmış, alt yapıya sahip) hale sokmuş, başkentini Amasya’dan Sinop’a getirmiştir.

Sinop’un parlak dönemi Mitridat Fatpator zamanında olmuştur. Bütün Karadeniz’i hakimiyeti altına alan Mitirdat Romalıları’da Anadolu’dan atarak büyük bir imparatorluk kurmuş, ancak Başkenti Sinop’tan Bergama’ya taşımıştır.

Amasya

Amasya

M.Ö. 333 yılında meydana gelen İssus Savaşı’nda; Pers kuvvetlerinin Büyük İskender’in güçleri karşısında yenilmesi sonucunda, Amasya’nın da içinde bulunduğu Kuzey Kapadokya Bölgesi dışında Anadolu’nun büyük bir kısmı Makedonya Krallığı’nın egemenliğine girmiş ve böylelikle tarihte Hellenistik Çağ olarak bilinen ve Anadolu’da etkisini daha çok kültürel ve sanatsal boyutta hissettiren bir dönem başlamıştır. Bu dönem; özü itibariyle doğu ile batı inanç ve kültürlerinin sentezi olan bir dönemdir.

Büyük İskender’in ölümü üzerine (M.Ö. 323) Anadolu’da siyasi anlamda yeni bir süreç baş göstermiştir. Bu süreçte; Büyük İskender’in halefleri imparatorluğun birliğini sağlayamamış ve imparatorluk çeşitli krallıklara bölünerek dağılmıştır. Bu gelişmeler yaşanırken M.Ö. 301 yılında Pers kökenli Mitridates Ktistes, Mitridates Krallığını kurarak Amasya’yı başkent yapmıştır.

Bursa

Bursa

Osmanlı’nın Söğüt’ten sonra ilk başkenti olan Bursa, daha sonraki Osmanlı şehirlerinin gelişiminde anahtar bir rol oynadı. Şehirleşme alanındaki yeni yaklaşım Osmanlı sultanlarının sayesinde oldu ve bu sonra yapılan şehirlere örnek niteliğindeydi.

Bursa, Osmanlı sultanları tarafından kurulmuş ve yenilikçi bir yaklaşımla idare edilmiş bir şehir. Bu sebeple o zamana kadar görülmemiş bir şehir planlamasına sahip olmuş. Bir yandan Ahilik Teşkilatı ticari hayatı yürütürken, öte yandan şahısların veya kurumların, dini ve sosyal hizmetlere tahsis ettikleri bağışlardan oluşan bir vakıf sistemi şehrin gelişimine katkı sağlamış.

Edirne

Edirne

Adriyatik’ten başlayan ve İstanbul’a uzanan tarihi Roma yolu (Via Egnetia) üzerinde bir merkez olan Edirne; Tekirdağ yoluyla denize ve İstanbul’a uzanıyordu. Meriç Köprüsü yanındaki İskelebaşı denilen yer ise bir Edirne Limanı durumundaki Enez ile bağlantılıydı. Mısır’dan, Ege adalarından, İzmir’den gelen ticari mallar Enez yoluyla ve küçük sallarla İskelebaşı’na getirilir; Filibe’den yüklenen pirinç aynı yolla Enez’e, buradan da İstanbul’a ulaştırılırdı.

Kaynaklar, bir zamanlar Edirne ile Enez arasında 300 teknenin işlediğini yazarlar. Edirne pazarları yerli ve yabancı tüccarların odak yeriydi. Sonuçta Edirne’nin Osmanlılar dönemindeki önemli yeri, yalnızca Başkent olduğu dönemlerde değil, sonraki yıllarda da korunmuştur.  1800 yıllarında İstanbul, Paris ve Napoli’den sonra Avrupa’nın dördüncü büyük şehri olup, İstanbul ve Bursa’dan sonra Osmanlı Eserleri bakımından en zengin üçüncü şehrimizdir.

Bu yazımızı okuyan 21.877. takipçimizsiniz.

Süleyman Arif Yükselen

1983 Karabük doğumlu. İlk, Orta ve Lise eğitimini Karabük'te tamamladı. İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik-Elektronik Fakültesi Kontrol Mühendisliği bölümü mezunu. Çalışma hayatına Savunma Sanayi ile ilgili özel bir firmada Ar-Ge mühendisi olarak başladı. Sonrasında İstanbul'da yurt dışında işler yapan bir müteahhitlik firmasında çalıştı. Tarım ve kırsal kalkınmayı destekleme kurumu TKDK da Uzman olarak çalışmaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir