Gürcistan ve Tiflis’in Tadına Varmak

Gürcistan, El Değmemiş Otantik Mekânlarıyla Popüler Bir Turizm Merkezi Olma Yolunda İlerliyor. Şu Sıralar Tam Da Gürcistan’a Gitme Vakti Ve Ülkede Çok Şey Var.

Eşim ve ben Tiflis’i ilk kez 1989’da, Gürcistan’ın zor dönemdeki Sovyetler Birliği’nin sessiz bir güney eyaleti olduğu dönemde ziyaret etmiştik. Mtkvari Nehri üzerinde kurulu bu sıcak şehrin eski şehir merkezinde uzun yürüyüşlere çıkıp Sovyet başkentinde bile eşi görülmeyecek derecede misafirperver kaldırım kafelerinde Türk kahvesi içmiştik.

Bu ziyaretten 28 yıl sonra, ismi “sıcak şehir” anlamına gelen Tiflis’in kuzey, doğu ve batısında günübirlik gezilerle dolu bir hafta geçirmek için yeniden Gürcistan’dayız. Bizi buraya tekrar getirense ülkenin misafirperverliği, doğal güzellikleri ve benzersiz kültürüne dair güzel anılarımız oldu; tabii bir de kahvesi! Gelince anlıyoruz ki Gürcistan yalnızca bizi kendine çekmekle kalmamış. Vogue (2017’nin En Popüler 10 Destinasyonu), Travel and Leisure (2016’da Görülmesi Gereken Yerler) ve CNN (2016’da Nerelere Gitmeli?) gibi uluslararası yayınlar sayesinde Gürcistan’ın yıldızı son dönemde oldukça parladı. “Özgün dokusunu koruyan fakat bir yandan da gelişmekte olan bir yer arayan sofistike gezginler için ideal bir destinasyon oldu.” diyor 30 yıldır buraya turist getiren Amerikalı seyahat şirketi Mir Corporation’ın Başkan Yardımcısı Annie Lucas. Hemen ardından ekliyor: “Doğu ve Batı’yı, tarihi ve modernliği tek bir potada eriten ve sofra geleneklerini yaşatan bir kültüre sahip.”

Tarihî Tiflis Merkezi

Başkentteki ilk akşamımız, karanlık bastığında Sololaki Tepesi’nin dar ve dolambaçlı Arnavut kaldırımlı sokaklarını tırmanarak Tiflis’in 458’deki kuruluşundan kısa bir süre sonra inşa edilen ve o günden bu yana şehre göz kulak olan taş Narikala Hisarı’na çıkıyoruz. Hem de dolunay  eşliğinde en dik kale duvarlarını aşarak! Mtkvari Nehri’ne yansıyan altın rengi ışıklara, Gürcistan bayrağının renkleriyle bezeli ve kıvrımlı Barış Köprüsü’ne bakarken onca şair ve gezginin bu yüksek ritimli şehre neden âşık olduğunu anlamak hiç de zor değil.

Narikala’nın yakınlarında yer alan 20 metrelik alüminyum Gürcü Anne (Kartlis Deda) heykeli, şehrin 1500.  kuruluş yıl dönümünü kutlamak için 1958’de inşa edilmiş. Maviye çalan dökmeden yapılan anıt ulusal bir sembol niteliği de taşıyor: sol elinde barış için gelenlere ikram edilmek üzere bir kâse, sağ elindeyse kötü niyetle gelenlere meydan okuyan bir kılıç tutuyor. Manzaraya doyduktan sonra karanlığın iyice çöktüğü dar bir patikadan aşağı inip bir taksiye atlıyoruz. Sevimli yer altı restoranı Azarphesha’da yalnızca altı-yedi masa bulunuyor. Menüsünde de acılı bir mezeyle servis edilen balkabaklı tatlı çörek ve nar soslu ızgara kuzu gibi leziz yemekler bizi bekliyor.

Tiflis’i Yürüyerek Keşfetmek

Ertesi sabah gün doğumunu fotoğraflamak için erkenden kalkıyorum. Baratashvili Köprüsü’nde çekim yaparken saat tam 06.58’de, pembe bulutların tepelerin ötesinde görünmesiyle birlikte şehirdeki tüm sokak lambaları bir anda sönüyor. Birkaç kare daha çektikten sonra ekipmanımı toplayıp loş sokaklarda yürümeye başlıyorum. Tiflis’in en iyi yönlerinden biri de yürüyüş dostu bir şehir olması. İki köprü geçip şehrin kurucusu Kral I. Vakhtang’ın Metekhi mahallesinde bulutlara uzanan heykelini gördükten sonra bir başka köprüyü aşıp eski şehrin nehrin diğer yakasındaki büyük bölümünü ziyaret etmek yalnızca yarım saat sürüyor.

Tiflis’te geçirdiğimiz üç gün boyunca şehrin büyük bir kısmını yürüyerek keşfediyoruz. Shota Rustaveli Bulvarı, Özgürlük Meydanı’ndan başlayan rahat ve acelesiz bir saatlik bir yürüyüş rotası çiziyor; yol boyunca birçok müze, tiyatro, oyuncak dükkânı ve Mikheil Saakashvili’nin bir devrim başlatan tek bir gülü taşıdığı eski parlamento binasını geçiyoruz. Bir cumartesi sabahı Özgürlük Meydanı’ndan ismiyle merak uyandıran Saarbrücken Köprüsü’nün yakınlarındaki Kuru Köprü Pazarı’na kolayca gidebilirsiniz siz de. Bu rengârenk bitpazarında Sovyet döneminden kalma nişan, saat, kılıç, demir para ve gösterişli boğa boynuzu gibi birçok farklı ve ilgi çekici nesne satılıyor.

Nehrin karşısına geçip Gürcülerin Sameba olarak bildiği Holy Trinity Katedrali’ne çıkıyoruz; bu büyük ibadethane 1995-2004 yılları arasında Gürcü Ortodoks Kilisesi tarafından inşa edilmiş. Sonrasında tekrar nehir kenarına gidip keyifli Rike Parkı’nı ve Barış Köprüsü’nü geçiyoruz. Keşfi yaya olarak yapınca, midemiz de ufaktan kazınmaya başladığından eski şehirde gizlenen Black Lion’a gidiyoruz.

Lezzetler Durağı Gürcistan

Rus şair Aleksandr Puşkin’in de dediği gibi her Gürcü yemeği bir şiiri andırır; bu benzetmenin bir sebebi var zira şiir yazmak da bir sanatsal disiplin içerisinde, sınırlara bağlı kalarak sanat icra etmeyi gerektirir. Gürcü mutfağı da ülkenin toprağı ve sınırlı sayıdaki ürün çeşitliliğiyle büyük paralellik gösterir. Başlıca malzemeler arasında ekmek, fasulye, peynir, kuzu, tavuk, yemiş (özellikle Gürcistan’ın ihracatta üst sıralarda yer aldığı ceviz ve fındık) ve yerel bitkiler, ağaç meyveleri, patates ve kök sebzeler bulunur.

Ortaya çıkansa nar ve erik, kişniş baharatı ve bitkisi, ceviz ve domates, böğürtlen ve naneden hazırlanan soslarıyla zengin ve enfes bir mutfak! Doyurucu ve lezzetli yemekler, tam tahıllı ekmekler, ocakbaşında pişmiş etler, yumuşak peynirler ve taze yoğurtlar da bu mutfağın ayrılmaz parçaları. Tabii bir de hemen her yerde bulabileceğiniz cevizli sucuk…  Toprak ve ekonomi açısından yoksul ama tarımda iyi bir ülkeden bekleyeceğiniz türde hesaplı aynı zamanda besleyici yemekler hâkim yerel mutfağa. Gürcü pidesi haçapuriyse hem lokantalarda hem de Ananauri Sarayı’nın çevresinde yakalanabileceğiniz sağanak yağmurda mükemmel bir refakatçi oluyor. Bu pide aynı zamanda aile sofralarını sayısız yemeğin donattığı ve saatlerce süren supra adı verilen Gürcü ziyafetlerinin de baş tacı.

Avrupa’nın güneydoğu ucuna tutunmuş, dört milyon nüfuslu bu dağlık ülkede keşfedilecek öyle çok manzara ve tat var ki… İki bin yıldır kültürlerin ve tarihlerin buluşma noktası olan Gürcistan her adımda ziyaretçilerini şaşırtıp etkisi altına alıyor. Bir sonraki ziyaretimiz için arayı bu kadar açmamaya kararlıyız.

Kaynak: Paul E. Richardson, Gürcistan Ulusal Turizm Ofisi, Skylife

Bu yazımızı okuyan 1.730. takipçimizsiniz.

Uğur İvegener

1975 Bursa doğumlu. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Turizm Otelcilik Mezunu, Mesleği gereği seyahatleri çok sevmesi ile birlikte bu alanda yeni trendleri de yakın takip ediyor. Yurt içi ve yurt dışındaki tecrübe ve gözlemlerini paylaşıyor. Spor dünyasını özellikle Basketbol dünyasını yakından takip ediyor. Takımlarda ki oyuncu atmosferlerini, iç dünyalarını, stres içerisinde rekabet yönetimini merak ve keyifle takip eder. .Evli ve bir çocuk babası. İngilizce bilmekte, Kurumsal bir firmada Otel Yöneticisi olarak görev yapmakta.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir