Elazığ: Türkülerden de Güzel Diyar

Binlerce yıllık tarihi, doğal güzellikleri, eşsiz lezzetleriyle Elazığ’ı daha yakından tanımak  ister misiniz?

Elazığ, her şeyden önce, türküleriyle sevdiğim bir şehir. Zeytinburnu’nda çıraklık yaparken Elazığlı rektifiyeci Nedim Usta’nın durup durup “Saza niye gelmedin/Söze niye gelmedin/Gündüz belli işin var/Gece niye gelmedin” sözlerini terennüm etmesi, bu sırada gözlerinin ışıması, yüzünde güller açması hâlâ aklımdadır. Erkan Oğur’un dost meclislerinde hep bir ağızdan söylediğimiz “Elaziz Uzun Çarşı” türküsünün de bendeki yeri ayrıdır.

Elazığ’ın meşhur sekiz köşeli şapkasının (kasket), her köşesi farklı bir anlama sahip.

Bu duygularla şehri keşfetmeye İzzet Paşa Camii ve tarihî Hükümet Binası’nın bulunduğu PTT Meydanı’nın hemen arkasındaki Kapalı Çarşı’dan başlıyorum.

1928 yılından beri hizmet veren bu çarşı günün her saatinde hareketli. Yörede yetişen nohudun özel yöntemlerle kumda kavrulmasıyla elde edilen Ağın leblebisi, Elazığ’da aluça (can eriği) olarak bilinen meyvenin güneşte kurutulmasıyla elde edilen çir, dilimlenmiş elma ve armut kurusu gakh (kak), Baskil kayısısı, şavak tulum peyniri, çedene kahvesi ve en önemlisi bağ evlerinde Elazığ’ın dünyaca ünlü coğrafi tescil sahibi üzümlerinden üretilen bastuğ (pestil) ve orcik (cevizli sucuk) gibi yerel lezzetleriyle bu bereketli çarşı, Anadolu’nun esnaf geleneklerinin hâlâ yaşadığı, teklifsiz tadım yapabileceğiniz, her adımı başka bir sürprize açılan rengârenk bir lezzet dünyası âdeta. Taş fırında tattığım, çok hoşuma giden yağlı ekmek ve çarşıdan aldığım tulum peyniri ile beraber tarihî çarşının güney kapısından çıkarak Elazığlıların ocakbaşı dediği bir çayevine gidiyorum.

Kapalı Çarşı’da Anadolu’nun esnaf gelenekleri bugün de yaşatılıyor.

Kalaycılık ve bakır işçiliği yapan esnafa hizmet veren bu ocakbaşında yerel radyodan Elazığ türküleri dinleyerek kahvaltımı yaptıktan sonra Kapalı Çarşı’yı da içine alan, kentin kalbinin attığı eski çarşı bölgesini keşfe çıkıyorum. Çarşının dükkânlarını gezerken verdiğim çay molalarında kulağıma çalınan sohbete eşlik eden Elazığ ezgileri, buranın müzikle yaşayan bir şehir olduğunu iyiden iyiye hissettiriyor bana.

Çarşı bölgesinden ayrılmadan önce, 50 küsur yıldır, Elazığ’ın ünlü sekiz köşeli şapkasını yapan Nevzat Usta’yı ziyaret ediyorum. Çaylar söyleniyor, sohbet koyulaşıyor. Uzun yıllar kardeşiyle birlikte çalışan, daha sonra da yeğeniyle işe devam eden Nevzat Usta’dan mesleğin inceliklerini ve Elazığ’ın meşhur şapkasının hikâyesini dinledikten sonra şehrin modern yüzünü görmek için 180 dönüm arazi üzerine kurulu Kültürpark’a yöneliyorum.

Çırçır Şelalesi dünyanın en genç şelalesi.

2014 yılında hizmete açılan park, içindeki yapay göleti, spor kompleksi, yürüyüş-koşu-bisiklet yolları, lokantaları, kafeteryaları, seyir terası, otoparkı, festival alanı, oyun parkları, gül bahçeleri ve amfitiyatrosuyla şehrin içinde Elazığlılara nefes aldıran bir yaşam alanı. Artık, Elazığ denilince akla ilk gelen yerlerden biri olan Kültürpark ile birlikte Abdullah Paşa mevkiindeki ışıl ışıl kafeler üniversiteli gençlerin en popüler buluşma noktaları. Cumbalı evleriyle geleneksel Elazığ mimarisinin örneklerini sergileyen Kazım Efendi Sokak şehir merkezindeki son durağım oluyor.

Elazığ’da üretilen alabalık yurt içinde tüketildiği gibi Avrupa’ya da satılıyor.

Keban’dan Hazarbaba’ya

Binlerce yıllık görkemli bir tarihe sahip olmakla beraber kendi kabuğunda yaşayan bu şehri Fırat Üniversitesi ile birlikte tekrar ayağa kaldıran Keban Barajı’nın bulunduğu Keban ilçesine yöneliyorum.

Türkiye’nin ve dünyanın en genç şelalesi olan Çırçır Şelalesi’nin yanı başına kurulmuş alabalık restoranında şelalenin suyuyla servis edilen alabalık çeşitlemelerini tattıktan sonra baraj gölünde kurulan modern alabalık üretim çiftliklerini görmek için yola koyuluyorum. 1500’den fazla Elazığlının çalıştığı, Türkiye’nin en önemli alabalık üretim merkezi olan Keban’daki tesislerde yılda 14 bin ton alabalık üretiliyor

2 bin 800 yıldır ayakta olan Harput Kalesi Urartu kalelerinin en heybetlilerinden.

Her birinde 150 bin alabalığın bulunduğu üretim kafeslerine yerleştirilen kameralardan balıkların beslenmesini izledikten sonra şehir merkezindeki otelime dönüyorum. Ertesi gün ilk durağım, Sivrice ilçesinde yer alan 2 bin 347 metre yüksekliğindeki Hazarbaba Dağı üzerinde kurulmuş olan Hazarbaba Kayak Merkezi. Burası, tesisleri ve 1100 metrelik telesiyejiyle hem Elazığlılara hem de çevre illerden gelenlere hizmet veren önemli bir turizm noktası. Hazar Gölü’nün muhteşem manzarasına karşı kayak yapabileceğiniz merkezde sekiz kayak pisti bulunuyor.

Merkezin kafeteryasında saleple içimi ısıttıktan sonra mavi sularında gizlediği, 1991 yılında tescillenerek koruma altına alınan “Batık Kent” ile birlikte popülerliğini arttıran Hazar Gölü’nün kıyısından Harput’a, yani taş kaleye yöneliyorum. Daha şehre varmadan kendini gösteren ve yaklaşık 2 bin 800 yıldır ayakta olan Harput Kalesi, Urartu kalelerinin en heybetlilerinden biri.

Hazar Gölü kıyısındaki tesisler kış aylarında da popüler.

MÖ 800 yılında Urartular tarafından yaptırılan Harput Kalesi, rivayet odur ki, suyun zor bulunduğu ancak hayvanların bol süt verdiği bir çağda harca su yerine süt katılarak inşa edilmiş. Bu nedenle Süt Kalesi olarak da biliniyor. 1123 yılında Kudüs kralı II. Baudouin’in şövalyeleriyle birlikte esir edilerek zincire vurulması ve bir ay süreyle Harput Kalesi’ndeki zindanda hapsedilmesi kaleyle ilgili dikkat çeken bir anekdot.

Onları esir alan ise Sultan Alparslan’ın, Malazgirt Savaşı’ndaki ünlü komutanlarından Artuk Bey’in torunu, 1115 yılında Harput’u hâkimiyeti altına alan Balak Gazi. Haçlılara karşı göstermiş olduğu cengâverlikle Elazığlıların gurur duyduğu bu komutanın heykeli Harput’taki Balak Gazi Parkı’nda görülebilir.

Elazığ’ın meşhur sekiz köşeli şapkasının (kasket), her köşesi farklı bir anlama sahip.

Günümüzden 4 bin yıl öncesine uzanan Hitit yazılı kaynaklarında adı İşuva olarak geçen Asurlara ait çivi yazısı tabletlerde ise Karpata olarak söz edilen Harput’a, önce Hurriler ardından da Hititler gelmiş. Onları Urartular, Persler, Romalılar ve en nihayetinde Türkler takip etmiş. MS 179’da inşa edilen Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi; Artuklu ve Osmanlı dönemlerine ait camiler, türbeler ve tarihî evleriyle tam bir açık hava müzesi görünümündeki Harput’un atmosferinden etkilenmemek mümkün değil.

Kaleyi geride bırakarak eğik minaresiyle ünlü Artuklu eseri Ulu Cami’ye yöneliyorum.  İbadet ve konaklama amacıyla 1157 yılında inşa edilmiş caminin abanoz ağacından yapılan, ahşap geometrik parçaların birbirine geçmesi ile (kündekâri tekniği) oluşturulmuş 832 yaşındaki minberi biraz ileriye, avlusundaki anıt çınar ağacıyla aynı yaştaki Kurşunlu Camii’ne taşınmış.

Kültürpark Elazığ’ın yeni yaşam alanı olarak hizmet veriyor.

1465 yılında Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın annesi Sare Hatun tarafından mescit olarak yaptırılan Sare Hatun Camii ve caminin yanındaki Cimşid Bey Hamamı Harput’un dikkat çeken eserleri arasında. Şimdilerde bir restoranın parçası olarak hizmet veren Cimşid Bey Hamamı dövme çorba, sırın, Harput köfte, gömme ve patila gibi yöresel lezzetleri meraklılarına sunuyor. Sevdiklerine Harput’tan bir hatırayla dönmek isteyenler belediyenin kadınlara tahsis ettiği merkezdeki hediyelik eşya dükkânına uğrayabilir.

Yapımında taş ve ahşabın kullanıldığı yaklaşık 200 yıllık Şefik Gül Kültür Evi, Harput’ta ziyaret edilebilecek yerlerden bir diğeri. 2005 yılında müze olarak hizmet vermeye başlayan bu şirin ev, kapı tokmaklarından iç tasarımına eski bir Harput evinin neye benzediğine dair önemli bilgiler veriyor.

Elazığ Harput Kalesi

Harput gezimin son durağı Kürsübaşı Okuma ve Kültür Evi. 2014 yılında Elazığ İl Özel İdaresi tarafından Harput kültürünün yaşatılabileceği bir mekân olarak tasarlanan ev HADİKA (Harput Dijital Kent Arşivi), kütüphane ve okuma salonları, Kürsübaşı kültürünün icra edilebileceği Kürsübaşı odası, Mehmet Şerif Çaça klarnet salonu, Yılmaz Kalender’in arşivinden Enver Demirbağ musiki odası, Gül’i Tebriz’i toplantı salonu ile Harput kültürünün hâlâ yaşatıldığı bir mekân.

Burada Harput’un zengin müzikal mirasına şahitlik edebilirsiniz. Sanat musikisi ile halk müziğini bir araya getiren; sadece söyleyiş tarzıyla değil müziğin icrasında kullanılan enstrümanlarıyla da kendine has bir tarzı var Harput müziğinin. Denk gelemediyseniz enstrüman olmadan da fasıl açabilen Elazığlılar gibi kendi kendinize söyleyip mutlu olabilirsiniz. Ben de öyle yapıyorum karlı bir günde Harput’tan ayrılırken. Söylenebilecek belki de en güzel türküyü mırıldanarak: “Kar mı yağmış şu Harput’un başına/Kurban olam toprağına taşına…”

Mevsime, yörenin özelliklerine ve kentte üretilen ürünlere göre şekillenen yemek çeşitlerinin
birçoğu yalnızca Elazığ’a özgü.

Yazı : Mutlu Dursun / Foto : Murat Bakmaz

Bu yazımızı okuyan 13.207. takipçimizsiniz.

Misafir Yazar

Misafir yazar olmak istermisiniz ? Sizleri gencyolcu.com ziyaretçileriyle buluşturmak hedefi ile misafir yazarlık kabul ediyoruz. Kriterler: Yazılar kesinlikle özgün ve size ait olmalıdır. Yazınız gencyolcu.com da yayımladıktan sonra link vererek başka yerde yayımlaya bilirsiniz. Yazınızı bilgi@gencyolcu.com adresimize gönderebilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir