Sarıkamış: Hüznün ve Dramın Beyaz Kerbela’sı

“Sarıkamış ve Allahüekber Dağları¸ beyaz kefenlere bürünüp ebedî uykuya dalan on binlerce vatan evladını hürmet ve şerefle koynunda saklamaktadır. Şurası bir gerçek ki bu hadise¸ üzerinden bir asra yakın bir zaman geçmesine rağmen milletimizin yüreğini inceden inceye sızlatmaya¸ kolektif hafızamızdaki müstesna yerini korumaya devam etmektedir.”

Sarıkamış¸ milletimizin inancının¸ sabrının ve direncinin zamana¸ mekâna ve mesafeye karşı ağır imtihandan geçtiği beyaz bir mahşer yeridir. Buzdan ve kardan heykellere dönüşen şehitlerimizin ölümsüz bedenlerinin teşhir edildiği bir ibret meşheridir. Sarıkamış ve Allahüekber Dağları¸ beyaz kefenlere bürünüp ebedî uykuya dalan on binlerce vatan evladını hürmet ve şerefle koynunda saklamaktadır. Şurası bir gerçek ki bu hadise¸ üzerinden bir asra yakın bir zaman geçmesine rağmen milletimizin yüreğini inceden inceye sızlatmaya¸ kolektif hafızamızdaki müstesna yerini korumaya devam etmektedir. Bu makalede¸ Sarıkamış özelinde Kafkasya Cephesi’nde yaşanmış hazin ve destansı “beyaz öyküler”den kan dondurucu ve duygu yüklü birkaç çarpıcı kesite yer vereceğiz.

Sancaklaşan 87. Alay

21 Aralık 1914’te başlayan zorlu harekât esnasında sert tabiat şartlarına yenilerek yok olan alaylar arasında hikâyesi en hazin olanlardan biri de 9. Kolordu’ya bağlı 87. Alay’dı. Alay¸ eski Sarıkamış’ı kahramanca ele geçirdikten sonra amansız bir Rus kuşatmasına uğramıştı. Birkaç binlik alay¸ iki gün içinde birkaç yüze¸ teslim olmayı reddettiğindeyse 50 kişiye inmişti. 20 kişi kaldıklarında¸ Alay Komutanı Lütfi Bey¸ en azından alay sancağını düşmana teslim etmemek niyetiyle¸ onu beyaz bir patiskaya sarıp son bir kez öperek¸ bir çavuşa teslim etmiş ve karargâha ulaştırması emrini vermişti. Çavuş¸ karlar içinde sürünerek düşman saflarından geçmeyi ve ertesi sabah sancağı karargâha teslim etmeyi başaracaktı. Neticede¸ Albay Lütfi Bey ile koca alaydan geride kalan son 20 kişi de yiğitçe çarpışarak şehit düşmüş ve 87. Alay’dan tek kurtulan sadece “sancak” olmuştu.

Korkusuz Mustafa: Ya Emri Yaparım…

Sarıkamış bozgunundan sonra Kafkas Cephesi’nde savaş tüm şiddetiyle sürdü. 10. Kafkas Tümeni’mize bağlı 32. Alay¸ Orçil Deresi’nin güney bölgesinde mevzilenmiş¸ bekliyordu. Mevsim kıştı; gözün alabildiği her yer bembeyazdı. Arazi¸ iki metre boyunda karla kaplıydı. Yapılan siperler bile sıkıştırılmış kardandı. Alayın 2. Bölüğü¸ ileri karakoldaydı. Bölük merkezinden iki-üç kilometre ilerde¸ 800 ila 1000 metrelik bir bölgenin güvenliğini sağlayan küçük bir posta birliği vardı. Bir subayın komutasındaki birliğin mevcudu¸ bir çavuş¸ bir onbaşı ve dokuz posta neferinden ibaretti.

Dondurucu havanın hüküm sürdüğü bir gece yarısı posta erleri¸ sol mevkilerinde bulunan ileri karakol bölüğü tarafından gelen şiddetli bir ateş sesiyle irkildiler. Komutan¸ Lâdikli Mustafa Onbaşı’yı¸ ateşin sebebi hakkında malumat toplamak için o bölgeye gönderdi. Fakat Mustafa Onbaşı kendisine verilen görevi ilk safhada tam olarak yerine getiremedi. Çünkü yoğun ateşe maruz kalmış ve ileri karakol mevkiine varamadan geri dönmüştü. Komutan¸ belki de onun şevk ve cesaretini kamçılamak maksadından olsa gerek¸ onbaşıya biraz çıkışır gibi yaparak şöyle dedi: “Mustafa Onbaşı¸ sen bu işi gözünde fazla büyütmüş olmayasın? Herhalde sokulup görmek ve anlayıp gelmek lazımdı. Yoksa korktun mu?”

Onbaşı¸ beklemediği bu sözler üzerine derinden sarsıldı. Hatta üzüntüsünden gözleri yaşardı. Otuz yaşlarındaki Lâdikli Mustafa¸ komutanının karşısına bir aslan heybetiyle dikildi ve şehit olmadan önceki son muhteşem sözlerini söyledi: “Komutanım¸ ben bu yaşa geldim¸ daha korku nedir bilmem! Hem bir Türk oğluna korkaklık yakışır mı? İşte tekrar gidiyorum… Ya emrinizi yerine getiririm ya da ölürüm!”

Komutan¸ yanına bir de asker vererek Mustafa Onbaşı’yı tekrar muharebe hattına gönderdi. Onbaşı¸ şiddetli çarpışmaların yaşandığı iki ateş hattı arasından geçerek ileri karakol bölüğü komutanını bulmaya muvaffak oldu. Bölüğün durumu hakkında komutandan imzalı bir mektup aldı ve geri dönmek için harekete geçti. Ancak dönüş yolunda düşman baskınına uğradı ve yoğun ateş altında kaldı. İçine düştüğü zor durumdan kurtulamayacağını anlayınca da¸ mektubu yanındaki ere verdi ve ne pahasına olursa olsun komutana götürmesini tembihledi. Sonra askere gitmesini ve kendisini koruyacağını söyledi. Mektubu alan asker¸ o kutsal emaneti tam zamanında komutana ulaştırdı. Bölükler durumdan haberdar edildi; takviye kuvvetlerin yetişmesiyle vaziyet düzeltildi ve düşman geri püskürtüldü. Fakat Lâdikli Mustafa Onbaşı 8-10 düşman erinin süngüsü arasında can vermekten kendini kurtaramadı. Ama emri yerine getirmiş¸ vazife aşkını ve imanından neşet eden korkusuzluğunu ispatlamış ve en güzeli de; ölümsüzlük burcunun kahraman neferlerinden birisi olmuştu.

İstanbullu Afif: Şehit Olmaya Gidiyorum!

İstanbullu Afif… Yesarizâde ailesinden Deniz Kurmay Albay Fahreddin’in oğluydu. Tahsilini Avrupa’da gördü; iyi bir eğitim aldı. Genç yaşında kültürlü¸ dindar¸ vatansever ve civanmert tabiatıyla emsal gösterilen bir insan oldu. Osmanlı¸ dünya savaşına girince gönüllü olarak harbiyenin yolunu tutmakta tereddüt geçirmedi. Kısa sürede askerliği kavradı ve benimsedi. Bir defasında arkadaşlarını tam bir asker edasıyla selamlayarak şöyle demişti: “Gidiyorum arkadaşlar! Fakat biliyor musunuz nereye? Kafkas cephesine… Beyaz çehresiyle yolumuzu gözeten o dağlara gidiyorum. Akacak kanlarımızla onun beyaz örtüsüne¸ güller¸ laleler işleyeceğiz. Soğuk göğsünü¸ ateşli nefeslerimizle ısıtacağız!”

İhtiyat zabiti(yedek subay) olarak vatanî vazifesine başlayan Afif¸ arzusuna nail oldu ve Kafkas cephesine gönderildi…1916 senesi Ocak ayının fırtınalı ve soğuk kış günlerinden birisi yaşanıyordu. Endek tepesinde üç günden beri kanlı muharebeler oluyordu. Tepede bulunan ileri karakol bölüğümüz¸ kendisinden yirmi misli üstün düşman birliğinin şiddetli taarruzu karşısında pes etmiyordu. Buraların kaybı diğer yerlere de tesir edecekti. Bu sırada topçularımız¸ düşman topçularıyla müthiş bir düelloya tutuştular. Çehrelerinde şehit olmayı hedefleyen insanların azim ve inancı vardı. Dakikalarca birbirleriyle helalleştiler¸ vasiyetlerini yazdılar¸ son mektuplarını kaleme aldılar. Afif de son hazırlıklarını yapıyordu. Arkadaşına heyecanlı bir sesle¸ şehit olmadan önceki son sözünü söyledi: “Reşad hakkını helal et. Ben şehit olmaya gidiyorum!”

Ardından takımına “İleri!..” emrini verdi. Kendisi de en önde düşman üzerine atıldı. Düşman çok yaman ve inatçıydı. Ölüm saçan nesi varsa¸ esirgemiyordu. Diz boyundaki kara ve dondurucu soğuğa inat¸ cehennemî savaş sürüyordu. Beyaz karlar üzerinde sıcak kan selleri akıyordu. İnanılmaz mermi tufanı ve kan deryası içinde Mehmetçiklerimiz yavaş da olsa ilerliyordu. Yağan ateşe ve azgın düşmana karşı bir yıldırım gibi ön saflarda saldıran kahramanlardan biri de Afif idi. “Süngü tak! Hücum!” haykırışı ağzından hiç düşmüyordu. Nihayet düşman saflarında beklenen bozgun başlamıştı. Sağ kalanlar büyük bir can havliyle siperleri terk ediyorlardı. Akşam olduğunda Endek tepesi şehitler ve yaralılarla dolmuştu.

Şehitliğe terfi edenler arasında Afif de vardı. Kahraman Afif¸ yüzünde goncalar açmış¸ nazik bir gülfidanı olarak patlamayan bir obüse yaslanmış bir vaziyette bulunmuştu. Ama çehresi hâlâ manalı¸ gözleri hâlâ ateşli¸ vücudu hâlâ diriydi; cihada devam ediyor gibiydi… Şehitliğe yürüdüğü esnadaki ahvali gıptayla karşılandı. Şehit Afif’in mübarek bedeni ebedî istirahat yerine dualar ve gözyaşlarıyla defnedildi. Fakat ismi¸ hatırası ve kahramanlığı baki kaldı.

Kaynak: Somuncu Baba Dergisi / İsmail Çolak

Bu yazımızı okuyan 2.198. takipçimizsiniz.

Hamit Demir

1991 Kahramanmaraş doğumlu. İlk, Orta ve Lise eğitimini Malatya Darende tamamladı. Darende Hulusi Efendi Kuran Kursunda hafızlık eğitimini tamamladı. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. Aynı fakültede Tasavvuf Anabilim Dalı'nda Yüksek Lisans'ını tamamladı. Katar Üniversitesinde Arapça üzerine eğitim aldı. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı'nda Araştırma görevlisi olarak görev yapmakta ve Doktora eğitimine devam etmektedir. İngilizce ve Arapça bilmekte, Beşiktaş taraftarı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir