Fas’ın Göz Bebeği: Tanca

Tanca’nın Işığı Herkesi Etkisi Altına Alabilir. Ressam Matisse’i, Modacı Yves Saint Laurent’i, Yazar Tennessee Williams’ı, Rock Müzik Efsaneleri Beatles İle Rolling Stones’u Aldığı Gibi İstanbul’da yaşadığım için haftada birkaç kez vapura biner, Asya ile Avrupa’yı ayıran Boğaz’ın iki yakası arasında gidip gelirim. Yarım saat içinde bir kıtadan diğer kıtaya geçmemi sağlayan bu vapur yolculuklarından birinde, benzer bir kıtalararası seyahati Avrupa’dan Afrika’ya doğru da yapmaya karar verdim: İspanya’nın Tarifa şehrinden Fas’ın Tanca şehrine feribotla geçecektim… Bu hayalimi gerçekleştirmek için önce uçakla Málaga’ya gittim. Sonra karayoluyla İspanya’nın ünlü kıyı şeridi Costa del Sol boyunca yol aldım. Yazın Akdeniz sahillerini dolduran o büyük kalabalıktan uzakta, ılık bir kış gününde Torremolinos, Fuengirola, Marbella ve Cebelitarık’ı yaklaşık üç saatte geçip Tarifa’ya vardım.

Tarifa Limanı’ndan bilet almak, pasaport kontrolünden sonra ister araçla ister yaya olarak feribota binmek oldukça kolay. Balinaları ve yunusları göremesem de Cebelitarık Boğazı’nda 14 kilometrelik mesafeyi yaklaşık 50 dakikada geçip Avrupa’dan Afrika’ya varıyorum. Tanca’ya ayak bastığım anda heyecanım büyük.

Limanda, yalnızca şehir sınırları içinde hizmet veren ve diğerlerine göre daha ucuz olan mavi renkli Petit Taksi’lerden birine biniyorum. Taksi birkaç dakika sonra müthiş bir karmaşanın içine dalıyor, filmlerde rastlayabileceğim türden bir Doğu pazarı bu… Muz ve ekmekler, tavuklar, ayakkabılar ve yumurtalar o kalabalıkta nasıl el değiştiriyor anlamak güç. Yüksek bir tepeye kurulmuş tarihî bir bölge olan Kasbah’ın surlarına komşu, yüksek duvarlarla çevrili, Fas tarzı şahane bir dekorasyona sahip otelime vardığımda narenciye ağaçları karşılıyor beni. Riad Mokhtar’ın lobisinde ikram edilen Fas kurabiyelerini yerken duvarlardaki Fas tarzı bezemeleri gözden geçiriyorum ve şehrin tarihini düşünüyorum. Tanca geçmişte Fenike, Roma, Bizans ve Arap egemenliğinde yaşadı; II. Dünya Savaşı’ndan sonra Fransız, İspanyol ve İngiliz yönetiminde kaldı.    Şimdiyse Fas’ın kozmopolit şehri ve ikinci en büyük endüstri noktası.

Bavullarımı odama bırakıp hemen yola çıkıyorum; bu güzel kış ışığını kaçırmamalı. Rehberimin kullandığı arabayla bahçeli villaların, düzgün bulvarların, Fas Kralı’nın sarayının ve yemyeşil parkların arasından geçip batıya doğru ilerliyoruz. Cebelitarık Boğazı’nı ve İspanya’yı gören tepenin yamacındaki Café El Hafa’da mola veriyoruz. Burada 1921’den beri süren bir alışkanlık var: maviliğin içinden yükselen dalgaların manzarası eşliğinde, yeşil çay ve taze nane yapraklarıyla yapılmış atay yani geleneksel Fas çayı içmek. Bu keyfe ortak olduktan sonra 19 kilometre uzaklıktaki Spartel Burnu’na doğru hareket ediyoruz.

Yol, Tancalıların yürüyüş ve koşu yaptıkları Perdicaris Millî Parkı’nın içinden geçiyor. Hiç beklemediğim bir anda sol tarafımda beyaz, geniş kumsallarıyla Atlas Okyanusu beliriyor. Akdeniz ile okyanusun birleştiği noktada bulunan Spartel Burnu, yeryüzündeki özel noktalardan biri. Burundaki deniz fenerinden suya atladığımı, sağ kulacımı Akdeniz’de, sol kulacımı okyanusta attığımı hayal ediyorum! Tanca’ya gelen turistlerin uğrak noktalarından Herkül Mağarası da buruna yakın. Efsanelere göre Herkül, Hesperides Bahçeleri’nden altın elmaları çalmadan önce bu mağarada uyumuş. Mağaranın dalgaların aşındırmasıyla ortaya çıkan ağzı, şaşırtıcı biçimde, Afrika haritasının ters dönmüş hâline benziyor.

Şehre döndüğümde, Kasbah Hisarı’nın içindeki labirent gibi daracık sokakları dolaşmaya ünlü restoran El Morocco Club’ın önünden başlıyorum. Hisarın denizi gören kapılarından ve seyir teraslarından bir kez de bir dönem Tanca’da yaşayan Fransız ressam Matisse’in gözüyle bakmayı deniyorum. Şehirdeki ışık ve denizdeki mavilik, ressam olmayan birine bile resim yapmayı istetecek kadar olağanüstü. Eskiden Sultan Sarayı olan Kasbah Müzesi, Fas el sanatı örnekleri ve antikalar ile dolu. Tanca, Leonardo Di Caprio’nun oynadığı Başlangıç ve Matt Damon’un oynadığı Son Ültimatom filmlerine de sahne olmuş. Bab El Aassa Kapısı’ndan çıktığımda ise James Bond filmlerinden birinin çekildiği bina çıkıyor karşıma.

Ardından da Medina adı verilen Eski Şehir başlıyor.  Medina’nın daracık sokakları Fas halı ve seramikleri, parlak kumaşlar, hediyelik eşyalar, gümüş takılar, deri eşyalar satan dükkânlar, kaftana benzeyen sivri kukuletalı uzun cellabiye’ler giymiş satıcılar, dörtgen minareli küçük camilerden duyulan ezan sesleri, sokaklarda kızlı erkekli top koşturan çocuklarla dolu… Bir adres sorduğunuzda gideceğiniz yere kadar size eşlik eden insanlar, sokaklara taşan yemek kokuları, aynı anda kulak misafiri olduğum Arapça ve Fransızca konuşmalarla baş döndürücü bir şehre dönüşüyor Tanca.

Bir yanda küçük fırınlarda evlerden getirilen ekmek hamurları pişiriliyor, diğer yanda tezgâhlarda yün, ipek, pamuk, kadife ve kaşmir karışımı ipliklerle kumaş dokunuyor. Teraslarda halılar turistlerin beğenisine sunuluyor. Kozmetik alanında kullanımı hızla yaygınlaşan argan yağı, müşteriler için paketleniyor. Tancalılar cuma günleri evlerinde kuskus ve tajin pişiriyorlar; namazdan sonra evlerine çekilip bu yemekleri yemeyi gelenek biliyorlar.

Büyük Çarşı Meydanı (Grand Socco), Medina’nın bittiği yerde başlıyor ve en az onun kadar hareketli. Vizyon filmlerinin gösterildiği daha modern sinemalar olsa da tarihî Cinema Rif, gençlerin buluştuğu mekânlardan biri. Grand Hotel Villa de France ile eski karakol binası “The Bureau”nun kesiştiği yerde, Fas işi bir çeşit terlik olan babouche’lar satılıyor. Perşembe ve pazar günleri de açık pazar kuruluyor. Tezgâhların başında hasır şapkaları renkli ponponlarla süslenmiş köylü kadınlar ürünlerini satıyorlar.

Kahvehanelerin bulunduğu Küçük Çarşı’ya (Petit Socco) inen sokak, döviz büroları, gümüşçüler, küçük sanat galerileri ile dolu. Büyük Cami’nin önünden geçip limana iniyor ve hem otel hem müze olan Continental’in terasında denize karşı oturup baş döndürücü kalabalıktan uzakta bir kahve içiyorum. O sırada şehirdeki Balık Pazarı’nda ıstakozlar, kırmızı karidesler ve çeşit çeşit balıklar birkaç dakika süren pazarlıklardan sonra torbalara dolduruluyor. Tanca, deniz ürünlerini seven gurmeler için büyük bir şölen sofrası adeta.

Corniche adlı kordon boyu, yeni yapılan marinası, feribot terminali ve inşaat hâlindeki opera-kongre merkezi Tanca’nın önümüzdeki yıllarda Fas’ın yıldızı en çok parlayan şehri olacağının kanıtı. Büyük otellerin, şık restoranların, kafelerin, alışveriş merkezlerinin ve kumsalların olduğu kordon boyu Tancalıların sabah sporlarını yaptıkları, ailece zaman geçirdikleri bir yer. Kazablanka, Rabat ve Tanca arasında önümüzdeki yıl başlayacak hızlı tren seferlerinin istasyonu da burası olacak.

Tanca’ya 114 km uzaklıktaki Şafşavan ise, maviye boyalı duvarları, daracık sokakları ile mutlaka görülmesi gereken bir kasaba. Bir tam gününüzü bir tepe üzerine kurulan bu şehre ve ona giden yol üzerinde bulunan eski çarşısıyla ünlü Tétouan’a ayırırsanız pişman olmazsınız. Tanca’da ziyaret ettiğim son yer, 1304 yılında bu şehirde doğmuş ünlü gezgin İbn Battûta Tanci’nin anısına yapılmış temsili türbe oluyor. Ona, bir zamanlar ayak bastığı İstanbul Boğazı’ndaki dalgaların ve güzel esintilerin selamını iletiyor, geldiğim gibi, aynı yoldan Málaga’ya dönmek üzere feribota binerken, gözümde bir daha silinmemek üzere yer eden Tanca’nın ışığını beni uğurlayan martıların gölgeleri tamamlıyor.

Yazı ve Fotoğraf: Gülden Akıncı Akgün Akova

Bu yazımızı okuyan 45.524. takipçimizsiniz.

Hamit Demir

1991 Kahramanmaraş doğumlu. İlk, Orta ve Lise eğitimini Malatya Darende tamamladı. Darende Hulusi Efendi Kuran Kursunda hafızlık eğitimini tamamladı. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. Aynı fakültede Tasavvuf Anabilim Dalı'nda Yüksek Lisans'ını tamamladı. Katar Üniversitesinde Arapça üzerine eğitim aldı. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı'nda Araştırma görevlisi olarak görev yapmakta ve Doktora eğitimine devam etmektedir. İngilizce ve Arapça bilmekte, Beşiktaş taraftarı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir