Eskişehir: Gelin Tanış Olalım

Anadolu’nun Medarıiftiharı Eskişehir

Zıtlıkları görmüş geçirmiş bir derviş edasıyla gönül zenginliğine çeviren, “Gelin tanış olalım”ı kolay kılan, seven-sevilen Eskişehir’e hoş geldiniz. Uzun zamandır “Bir vesile olsa da gitsem.” dediğim yerlerin başındaydı Eskişehir. Henüz bir uç beyliği iken Osmanlıların önemli bir merkezi olmuş; manevi harcını Seyit Şücaeddin-i Veli gibi alperenleriyle karmış, “Yaratılanı severiz, yaratandan ötürü” diyen gönüller sultanı Yunus Emre’nin kıssaları ve eşeğine ters binen Hoca Nasreddin’in fıkraları, her dokunduğunu altına çeviren eşek kulaklı Kral Midas’ın ibretlik hikâyeleri ile ünlenmiş Eskişehir’de olmayı istemekten daha doğal ne olabilir diyebilirsiniz.

Üstelik, Yazılı Kaya anıtını da içine alan Frig Vadisi’nde yürüyüş yapmanın, geceleri ışıl ışıl olan Porsuk Çayı’nın kenarındaki kafelerde bir şeyler yudumlamanın keyfinden de bahsedebilirsiniz. Değişik tatların peşinde olanlar ise çibörek (“çi” Tatarcada “güzel” demek), balaban köftesi, met helvası, haşhaşlı çörek gibi lezzetler aşkına Eskişehir’e gelebileceklerini söyleyebilirler. Kısacası Anadolu’nun bu gözde şehrine gelmek için herkesin geçerli bir nedeni olabilir.

Bir bozkır şehridir Eskişehir. Böyle olmakla beraber Sakarya Nehri’nin en uzun kolu olan Porsuk Çayı’nın getirdiği bereket ve yer altından çıkan şifalı sularıyla bugün olduğu gibi geçmişte de insanları kendine çekmiştir. İlk yerleşim, şehir merkezine birkaç kilometre uzaklıktaki; Türklerin Şarhöyük olarak adlandırdığı Dorylaion bölgesindeymiş.

Mutlu Dursun

Bölgeye yerleşen Türkler daha önce şehir (şar) olarak adlandırdıkları ve hâlâ antik kalıntıların bulunduğu bölgeye Eskişehir demeye başlamış. Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinin ardından şehrin önemi azalmış. 19’uncu yüzyılın sonlarında İstanbul-Bağdat demiryolunun buradan geçmesiyle kendi kabuğundan çıkmış. Tren katarlarının Balkanlar’dan, Kırım’dan hatta Kafkaslar’dan getirdiği göçmenler şehrin kültürel ve ekonomik zenginliğine zenginlik katmış.

En nihayetinde üniversitelerin kurulması ile genç ve dinamik bir yapı kazanmış. Öyle ki bu modern şehir, üniversitelerinin sağladığı nitelikli eğitim ile çok sayıda yabancı öğrenciyi de kendine çekmeyi başarmış. Derviş Yunus’un “72 milleti bir görmeyen bizden değildir.’’ sözüne sadık kalan hemşehrileri dört bir diyardan gelen öğrencilerin varlığını canıgönülden kabul etmiş.

Şehirde birkaç saat geçiren rahatlıkla bir Avrupa şehrinde bulunup da Eskişehir’de bulunmayan neredeyse hiçbir şey olmadığını düşünebilir. Kanalda yüzen gondolları, her biri ayrı renkte köprüleri, şehri bir sanat galerisine çeviren hikâye anlatıcı heykelleri, geniş kaldırımları, parkları, müzeleri, tiyatro salonları, hareketli ve ışıltılı geceleri ile Anadolu’nun en dikkat çekici şehirleri arasındadır Eskişehir.

Eskişehir’i gezmeye, gelin, şehrin dillere destan parklarından başlayalım. İlk olarak, içinden Porsuk Çayı’nın geçtiği Kent Park’a yöneliyorum. Türkiye’nin ilk yapay plajına sahip olan ve yazın sıcak günlerinde çevre illerden, özellikle de Ankara’dan ziyaretçilerini ağırlayan park yürüyüş yolları, at binme alanları, çocuklar için oyun alanları, yapay göleti, anıt ve heykelleri ile şehrin en popüler noktalarından biri kesinlikle.

Öte yandan, şehri keşfetmeye buradan başlamamın nedeni tüm bu saydıklarımdan ziyade Kırım Çibörekçisi’nin, yani Önder Usta’nın ziyaretçilere açık mutfağında Kırım’dan getirilmiş kazanlarda hazırlanan geleneksel lezzetler. Kuzu etiyle yapılmış bir çorba olan “sorpa” ve içinde sulandırılmış kıyma olan ince hamurun kızgın yağda pişirilmesiyle hazırlanan, sıcak olarak servis edilen çibörekle çektiğim ziyafetten sonra vakit kaybetmeden şehrin en büyük parkı Sazova’ya (Bilim, Sanat ve Kültür Parkı) geçiyorum. “Masal Şatosu” sadece adından dolayı değil 26 kule ve kulecikten müteşekkil fantastik görünümüyle de müthiş bir çekim gücüne sahip.

Rehberler eşliğinde çıkılan turlar aracılığıyla çocukların masallara interaktif olarak katıldığı, Grimm Kardeşler gibi derlemecilerin hayatımıza soktuğu tüm masal kahramanlarıyla tanışılıp onların izlerinin sürülebildiği bu şatonun Türk kültürüne ayrılmış bölümünde kıl çadırda Dede Korkut’un, bir diğer odada Nasreddin Hoca’nın animatronik robotlarının anlattığı hikâyeler insana “Keşke yeniden çocuk olsaydım.” dedirtiyor. Çocuklar eşeğinin bastığı yeri dünyanın merkezi ilan eden Nasreddin Hoca misali, evrenin merkezinde olduklarını düşünecek kadar mutlu mesut vakit geçiriyorlar.

Şatonun üst katındaki kafeterya ise bir fincan kahve içmeleri için anne-babaları bekliyor. Korsan Gemisi, Eskişehir Hayvanat Bahçesi, ETİ Sualtı Dünyası, Sabancı Uzay Evi, Bilim Kültür Merkezi, Esminyatürk, Türk Dünyası Kültür Merkezi, Japon Bahçesi park alanı içinde hoşça vakit geçirmenizi sağlayacak alternatifler sunuyor.

Bu “olağanüstü” park turunun ardından ziyaretçilerini rengârenk evleriyle karşılayan Odunpazarı’na gitmeden önce kapsamlı restorasyon çalışmasıyla şehirde restore edilen ilk yapı olan Haller Gençlik Merkezi’ne yani hikâyenin başladığı yere gitmek istiyorum.

Londra’daki Covent Garden’a benzetenler çok olsa da bana daha ziyade 19’uncu yüzyılda inşa edilen Paris pasajlarını hatırlatan bu iki katlı yapıya önceleri şehrin “Yaş Sebze ve Meyve Hali” olduğu için bu ad verilmiş. Açılışını belediyenin yaptığı Tepebaşı Sahnesi’nin yanı sıra sergi salonuna, kitabevine, hediyelik eşya dükkânlarına, büfe ve kafelere de ev sahipliği yapan merkez canlı müzik gecelerinde oldukça hareketli.

İklimin kararı

Odunpazarı’nın ilginç olduğu kadar hoş da bir kuruluş hikâyesi var. İlk yerleşimciler nereye yerleşeceklerine karar vermek ve iklim özelliklerini anlamak için şehrin farklı yerlerine koyun ciğerleri asar, ciğerin bozulmadan en uzun süre kaldığı yere de evlerini kurarmış.

İşte bu şekilde kurulan Odunpazarı evleri, Osmanlı dönemi kent mimarisinin önemli örnekleri arasında gösteriliyor. Göynük, Safranbolu gibi diğer yerleşim örnekleriyle benzeştiği noktalar ise evlerin bulunduğu coğrafyaya göre tasarlanması; alt katların mutfak, ahır ve depo, üst katların yaşam alanı olarak kullanılmasının yanı sıra çıkmaların genellikle başodaya işaret etmesi ve bu odaya özel süslemelerin yapılması.

En büyük farklılık ise cephelerin başka renklerde olması. 19’uncu yüzyılın ortalarında eşraftan Takattin Bey tarafından inşa ettirilen tarihî Atlıhan, Odunpazarı’nın en dikkat çeken yapıları arasında. Zamanının ünlü konaklama merkezi olan bu yapı lületaşının tanıtımı ve lületaşı ustalarının himaye edilmesi için 2005 yılında Odunpazarı Belediyesi tarafından hizmete açılmış. Cami, şadırvan, medrese, talimhane ve imaretiyle mutlaka dikkatinizi çekecek Kurşunlu Külliyesi ise Eskişehir’in alametifarikası olan lületaşından yapılan eşsiz eserleri görebileceğiniz Lületaşı Müzesi’ne ev sahipliği yapıyor.

Kanuni Sultan Süleyman’ın veziri Çoban Mustafa Paşa tarafından 1525’te yaptırılan külliyede, vaktini denk düşürecek kadar şanslıysanız Cam Atölyesi’nde sıcak üfleme tekniğiyle camın nasıl şekillendirildiğini de izleyebilirsiniz. Benim gibi denk gelemeyenler ise Odunpazarı’nın en dikkat çeken müzelerinden biri olan Çağdaş Cam Sanatları Müzesi’nin yolunu tutabilir. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde 2004 yılında açılan Türkiye’nin ilk cam bölümünün çalışmalarının semeresi olan bu müze, bitişiğinde bulunan Yılmaz Büyükerşen Balmumu Müzesi’yle birlikte şehrin en çok ziyaret edilen yerleri arasında.

Müze turunun ardından Eskişehir’in en popüler caddesi olan Doktorlar Caddesi üzerinden keyifli bir yürüyüşle Adalar’a geçip şehre Avrupai bir hava katan Porsuk Çayı’na karşı bir kahve molası veriyorum. Üniversiteli gençlerin masalarından gülüşmeler geliyor kulağıma. Suyun iki yanında çimenlere uzanmış gençleri, su üzerinde ilerleyen gondolları ve tekneleri de içine alan manzaraya dalıp gidiyorum. Vakti öylece dondurmak geliyor içimden.

Kaya kabartmalarını, sunakları ve mağara yerleşimlerini, peribacası oluşumları nedeniyle Küçük Kapadokya olarak adlandırılan Frig Vadisi’ni görmeden Eskişehir’den ayrılmak olmaz. Şehir merkezine arabayla yaklaşık bir buçuk saat uzaklıktaki Frig Vadisi’nin en bilinen yapısı 17 metrelik görkemli Midas anıtı. Bu kaya işçiliği şaheserinin ana tanrıça Kibele adına MÖ 6’ncı yüzyılda inşa edildiği düşünüldüğünde hayranlığınız bir kat daha artacak. Şehirde kalış süremi birkaç gün daha uzatmalıyım belki de.

https://www.instagram.com/p/BpL2hEfndYK/

O zaman, Frig Vadisi’nde Yazılı Kaya’yı ve antik kalıntıların muhteşem örneklerini görmekle kalmaz, Seyit Battal Gazi’nin, Seyit Şücaeddin-i Veli’nin türbelerini ziyaret edebilir, Nasreddin Hoca’nın köylüleriyle sohbet edebilirim. Geceleri ise Eskişehir’in zengin mutfağının lezzetlerini tek tek tadabilir; tiyatroya, operaya ya da müzik dinletilerine gidebilirim.

Eskişehir’e dair anlatamadıklarımız, bu sınırlı alanda anlattıklarımızdan daha fazla. En iyisi şehrin insanda uyandırdığı duyguları yerinde yaşamak. Bu eşsiz tecrübeyi yaşamaya siz de hazır mısınız?

Eskişehir Fotoğrafları

Yazı : Mutlu Dursun Foto : Alp Kaya

Bu yazımızı okuyan 2.372. takipçimizsiniz.

Misafir Yazar

Misafir yazar olmak istermisiniz ? Sizleri gencyolcu.com ziyaretçileriyle buluşturmak hedefi ile misafir yazarlık kabul ediyoruz. Kriterler: Yazılar kesinlikle özgün ve size ait olmalıdır. Yazınız gencyolcu.com da yayımladıktan sonra link vererek başka yerde yayımlaya bilirsiniz. Yazınızı bilgi@gencyolcu.com adresimize gönderebilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir