Mardin Taşların Dili

Mardin, Mezopotamya Ovası’na bakan bir dağın eteğinde paha biçilmez taşlarla örülmüş bir gerdanlık gibi ufuk çizgisine uzanmış bir seyir terasıdır adeta. Günün her saatinde değişik renkler, göz eriminin sınırını değiştirip kaydıran buğular, sisler ve yeşiller içinde Mezopotamya Ovası’nın her hâlini gösterir size. Bu duyusal dalgalanmaya seraptır deseniz, hayal darılır. Boşuna dememişler; “gündüzü seyranlık, gecesi gerdanlıktır” Mardin’in.

Mardin Kültür Hazinesi

Yemeklerin, müziğin, zanaatın ve kadim geleneklerin eşlik ettiği öyle bir kültürel hazinedir ki Mardin, onu tanımak için sokaklarını tek tek arşınlamak gerekir. Farklı dilleri aynı anda duyabileceğiniz sokaklarında mimariye hayat veren taşlar da kendi dillerinde konuşur. Taş pencerelerde üzüm salkımları, güvercinler, karanfiller, güneşler, her defasında “taş değil, adeta dantel” dedirtir insana. Taş işçiliğinin şahikası işlemeli kapılar da buna şahitlik eder. Evlerin altından geçen ve “abbara” adı verilen geçitlerden bir sokaktan diğerine geçerken sadece mimariyi değil bu mimariye hayat veren insanları da düşünmeye başlarsınız. Babadan-atadan yadigâr evlerin mimarlarını; telkârinin, bakırın ustalarını…

Mardin Çarşıları ve Alıveriş

Düşünmeyin o zaman; Mardin’in tarihî çarşılarına gidin. Çünkü bu çarşılar (Kayseriyye, diğer adıyla Bezestan/Arasta Çarşısı ve Revaklı Çarşı) sadece alışveriş yapmak, şehri keşfetmek için değil, şehrin nesillerdir ticaret yapan, üreten emektar halkını tanımak için de en doğru noktalardır. Çarşılara giden yolun üzerinde önce 6’ncı yüzyıla tarihlenen ve ismini erken dönem Hristiyan efsanelerinden almış Mor Behnam Kırklar Kilisesi’ni, onu geçince Artuklu Sultanı Melik Nasreddin Artuk Aslan tarafından yaptırılan Şehidiye Medresesi’ni göreceksiniz. Bu yol sizi doğruca Cumhuriyet Meydanı’na çıkarıyor. Her yıl yeni parçaların eklenmesiyle büyüyen kapsamlı koleksiyonuyla Mardin Müzesi de burada.

Mardin Açık Hava Müzesi

Çift girişli, üç katlı bu müzede Kuzey Mezopotamya ve Güneydoğu Anadolu kültürlerinin Eski Tunç, Asur, Urartu, Grek, Pers, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Artuklu ve Osmanlı dönemlerine ait seramiklerin yanı sıra tablet, silindir mühür, takılar, mühür, sikke ve cam şişe örnekleri de sergileniyor. Müzenin biraz ilerisinde Artuklu döneminin en önemli mimari örneklerinden, dilimli kubbesi ve minaresiyle Mardin’in sembolü olan Mardin Ulu Cami duruyor. Biraz ilerisinde ise Zinciriye/İsa Bey Medresesi… Medreseyi görmek hem 1385 yılından bugüne bir mimari eserin yaşamını hem de günümüzde pek çok bilim kürsüsüyle dünyanın dikkatini çeken Artuklu Üniversitesi’ni görmek anlamına gelir. Yapının girişinde Esma’ül Hüsna’nın yani Allah’ın adlarının işlendiği gözyaşı biçimindeki motifler kadar, eriyen karın duvarlara zarar vermeden akıp gitmesi için oluşturulan ve insan yaşamının evrelerini sembolize eden su tahliye sistemi de ilgi çekiyor.

Mardin Yöresel Ürünler

Mimari şaheserlerin dizili olduğu yolu bitirdikten sonra çarşılar bölgesine varıyorsunuz. Burası size keşif heyecanı yaşatacak sürprizlerle dolu farklı bir dünya. Sıcakkanlı esnafı velinimetini dükkânın önünde karşılıyor, teklifsiz içeri davet ediyor. Tatlı bir sohbet için tek yapmanız gereken davete icabet etmek. Çay ya da acı bir kahve ve mutlaka badem şekeri ikram ediliyor. Bu dükkânlardan sevdikleriniz için Şahmaran figürleri işlemeli bakır işleri, rengârenk ipek eşarplar, gümüş hediyelikler alabilirsiniz. Doğunun lezzetlerini tatlandıran baharatı da unutmamalı! Baharat demişken çarşılardaki esnaf lokantalarında Mardin’e özgü kuşbaşı doğranmış kuzu eti ve çağlayla yapılan firkiye, işkembe dolması kibbe gibi tencere yemeklerinden de mutlaka tadın. Mardin usulü içli köfte ve kapalı bir lahmacuna benzeyen sembusekin Mardin’in gözde lezzetleri arasında olduğunu belirtelim. Yemeğin ardından Mezopotamya Ovası’na uzanan mekânlardan birinde bir şeyler içerken manzaranın tadını çıkarabilirsiniz.

Nusaybin Yolunda
Nusaybin güzergâhı üzerinde karşınıza çıkacak ilk yapı Kasımiye Medresesi. Şehrin en güzel mimari eserlerinden biri olan bu medreseyi mutlaka gezin ama ben derim ki önce sırtınızı medresenin kesme taştan güney duvarına verin ve o sonsuz gibi dalgalanan ovayı bir de buradan izleyin. Medreseden çıkıp Midyat’a varmak isteyenler biraz daha ilerlediğinde bir başka tarihî yapıyla karşılaşacak: Deyrulzafaran Manastırı. Adını, geçmişte çevresinde yetişen zafaran (safran) bitkisinden alan Deyrulzafaran’ın geçmişi Hristiyanlık öncesine kadar uzanıyor. Kubbeleri, kemerli sütunları, ahşap el işlemeleri, iç ve dış mekânlardaki taş nakışları ile etkileyici bir yapı olan manastır uzun tarihi boyunca Süryani Kilisesi’nin dinî eğitim merkezlerinden biri olmuş. Mardin Metropoliti de burada ikamet ediyor.

Tarihe gönül vermiş ve buraya kadar gelmiş olanlara benim bir önerim daha var: Nusaybin yolunda, Akıncılar köyünden biraz içeri girdiğinizde sizi Dara antik kenti karşılayacak. Oğuz köyü sınırlarındaki yerleşim, kayalara oyulmuş kentlerin doğudaki örneklerinden. İmparator Anastasius (491-518), Yukarı Mezopotamya yapı kültürünün özgün bir örneği olan Dara’yı, Doğu Roma İmparatorluğu’nun buradaki sınırını Sasanilere karşı korumak için yaptırmış. Kaya içine oyulan yapılardan oluşan ve geniş bir alana yayılan Dara antik kentinin çevresi 4 kilometrelik bir surla korunmuş. İç kale, kentin kuzeyinde ve 50 metre yüksekliğindeki tepenin üst düzlüğünde bulunuyor.

Dara antik kenti sınırları içinde kalan kilise, saray, çarşı, zindan, tophane ve su bendi gibi kalıntıları bugün de görebilirsiniz. Ayrıca civarda bulunan ve Roma egemenliğinin son evrelerinde Süryaniler tarafından yapılan mağara evleri de keşfedebilirsiniz.

Midyat
Midyat, Mardin’e yaklaşık 1,5 saat uzaklıkta. Son yıllarda bölgede çekilen dizi filmleri ilgiyle izleyenlerin aşina olduğu ilçede bilinen ilk yerleşim MÖ 9’uncu yüzyılda kurulmuş. Kentin etkileyici tarihî dokusunun I. Dünya Savaşı’nın yıkımından kurtulabilen kısmı olduğunu söylemek geçmişteki görkemli zamanlarını hayal etmenizi bir nebze kolaylaştırır sanırım.

Taş konakları, kemerli geçitleri, kesme taştan sokaklarıyla bozulmamış bir Orta Çağ yerleşimini andıran Midyat’ta gezerken, neredeyse her sokağın bitiminde hâli ve tavrıyla farklı farklı hikâyeler anlatan tarihî bir yapı bulmak mümkün.

İslam mimarisinin en önemli ve güzel örneklerinden biri sayılan Midyat Ulu Cami 1800 yılında yapılmış. Gezginlerin ve yöre halkının “Mor Gabriel” dediği Deyrulumur Manastırı ise 379 yılına tarihleniyor.

İlçedeki kiliselerin pek çoğu 4 ila 6’ncı yüzyıllara tarihleniyor. Bununla birlikte, 10’uncu yüzyılda kurulmuş Mor Şmuni Kilisesi özgün mimarisiyle önemli bir örnek. Metropolit merkezi olan bu kilise bayramlaşma törenlerine de ev sahipliği yapıyor. Ayrıca Mor Şarbel Kilisesi ve ilçe merkezine yaklaşık yirmi dakikalık mesafedeki Anıtlı köyünde insanı kendine hayran bırakan mimarisiyle Meryem Ana Kilisesi’ni mutlaka görün derim. Kalıntılarına bakıp aslının görkemini düşünmekle yetinmek zorunda kaldığımız Hah Katedrali’ni de ihmal etmeyin.

Midyat hem kuyumculuğun hem de çok özel bir zanaat olan telkârinin tarihteki önemli merkezlerinden biri aynı zamanda. Sayıları azalsa da telkâri yapan ustaların olduğu atölyeleri ziyaret edebilirsiniz.

Savur
Mardin ve ilçelerini gezmeye gelenler, genellikle hızlı bir mimari ve yeme-içme turu yaparak döner. Kimisi ise dolambaçlı yolları sever. Sizin de tercihiniz bu yönde ise o zaman Savur’a dağların üst üste olduğu, akarsuların iç içe geçtiği Batman-Savur yolundan giderek varın benim gibi. Dönemeçlerle dolu fakat sakin, dinlendirici bir yoldan… Bu yüzden midir bilinmez ama Süryanicede “boyun” anlamına gelen “savro”dan türemiş ilçenin adı.

Dimdiktir Savur. Kaleye, döne dolaşa çıkar sokaklar. Kimi yerde birbirine merdivenlerle bağlanır. Evlerin gölgesi, taşların renkleriyle ulaşır birbirine; gri, granit rengi, beyaz… Savur’u gezerken ne insanlar zamanın içinden geçmiş ne de bu sokaklardan zaman geçmiş demekten alamıyorum kendimi. Savur’da taşın içindeki zamanla yüz yüze geliyor insan. Tur Abdin ya da “Mardin Eşiği” olarak bilinen yükseltinin kenarında duruyorum. Mevsim sonbahar. Yaz yeşili değil elbet, ama “Yaz bitti mi?” diye soranlara inat yeşil buralar; çünkü akarsular Savur’u daima nemli ve yeşil tutuyor.

Bazı yazılı kaynakların “Çağ Çağ Nehri” bazılarının da burada yaşayanlar gibi “Harmiş” dediği, suyun açtığı kanyonun üstündeki yol Savur’u Batman’a yani Hasankeyf’e bağlıyor. Bu kanyonun güney ağzında yaklaşık 24-25 metre yüksekliğinde, 350 metre çapında, yuvarlak biçimli Girnavaz Höyüğü bulunuyor. Son Kalkolitik Çağ’dan (Uruk) Orta Çağ’a kadar yerleşim katmanlarının bulunduğu bir ada adeta. Roma ve Bizans sadece ilçe için yazılmış eserlerde değil, buranın arkeolojik dokusunda, temellerinde var.

Savur’a yolu düşenler hem Protestan hem Süryani hem de Katolik kiliselerine sahip Dereiçi köyüne de uğrasınlar… Dereiçi, bir Süryani köyü. Eski adı “Kıllıt”.

Dereiçi’ni, size Savur’un nasıl bir yer olduğunu özetler düşüncesiyle anlattım. Döne dolaşa gezdikten sonra Mardin’e dair anlatılacak pek çok güzellik var, lakin ben bizzat sizin görmenizi, görmeyenlere de anlatmanızı istiyorum. Bana gelince… Yolcu yolunda gerek!..

Mardin Fotoğrafları

Mardin Kadın

Mardin Evleri

Mardin

mARDİN

mARDİN tAŞ eVLER

mARDİN DİN

Mardin

Mardin Yöresel Yemekler

Mardin

Mardin

Mardin

Kaynak:  Yazı: Nazım Sercan Ilgar / Fotoğraf: Tayfun Çiftçi

Bu yazımızı okuyan 3.387. takipçimizsiniz.

_Hamid Uyanık_

1994 Konya doğumlu. İlk, Orta ve Lise öğrenimini Konya ve Malatya Darende'de tamamladı. Bursa Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü mezunu. Hobileri arasında Seyehat, Kitap, Konsol oyunları ve Sinema vardır. Beşiktaş taraftarıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir