Prof Dr Yunus SÖYLET Röportaj

İstanbul Üniversitesi Rektörü Yunus Söylet, söyleşinin başında, Yunus Emre ve Yunus Peygambere atıf yaparak ismi ile ilgili hissiyatını sorduğumda, “Sizi hayal kırıklığına uğratmaktan üzüntü duyuyorum. Ama karşınızda çok yönlü olmayan, çok sıkıcı bir insan var. O yüzden en başta havlu atıyorum” deyince mecburen güncel olaylardan derlenen sorular öne çıktı.

Tabii ardından da üniversitelerin her dem taze sorunları. Sayın Söylet, “yeterince renkli” olmayabilir ama hiç sıkıcı değildi, üstelik benim imalı sorularıma karşı da olağanüstü hoşgörülüydü. YÖK, İstanbul Üniversitesi’nin bölünmesine karar verirse, o rektörlüğü bırakacak. Bölünme iyi midir kötü müdür bilmiyorum ama “Üniversiteler siyasi parti gibi davranamaz” diyen, darbeseverliğin köklerini eğitim ve aile sistemimizde gören, sorun çözmeye odaklı bir zihne verilen yöneticilik fırsatının heba edilmemesi gerekir

 

Üniversiteler bu noktaya nasıl geldi ve bundan nasıl kurtulur?

Her kurum asli görevlerini yapmalı. Ve hiçbir kuruma da asli görevlerinin dışında başka bir görev yüklememek lazım. Üniversiteler bütün dünyada bilim üreten ve kaliteli bilimi üretecek insanları üreten kurumlardır. Üniversitelerin bundan başka toplumsal görevleri de var. Ama bu görevlerin içinde bir siyasi parti gibi davranmak olamaz. Geçmişte bunlara rastladık. Bunun sıkıntılarını hala yaşadığımızı ama giderek normalleştiğimizi düşünüyorum.

Bilim yapması gereken bir kurum cumhuriyetin bekçiliğine neden soyunur?

Sebep olarak gözüken şuydu: Cumhuriyetin ve Atatürk devrimlerinin tehlikede olduğu noktasında ciddi bir kanaat vardı bir kesimde. Ve o kesim, o gün üniversitelerin de cumhuriyeti koruyucu organlardan birisi olması konusunda aşırı bir hassasiyet gösteriyordu. O dönemde bilimden daha önce cumhuriyeti korumak gibi bir misyon üstlenmişlerdi üniversiteler.

Acaba bilime fazla zaman ayırmadığı için mi üniversite o boşluğu bu misyonla doldurdu?

Hayır. Yönetimlerle ilgili geçici bir dönemdi bu. Üniversitenin o zamanki üst yönetimleri böyle bir misyonu üstlenmişlerdi. Ama beraber çalıştıkları ve şimdi bizim beraber çalıştığımız binlerce öğretim üyesinin aynı misyona sahip olduklarını düşünmüyorum. Onlar yine bilimsel çalışmalarına devam ediyorlar.

Gözaltına alınan rektörler sizce kendilerini cumhuriyetin bekçisi olarak gördükleri için mi yargılanacaklar?

Bir vatandaş olduğunuz zaman bir ülkede bazı durumlarda sorgulanmanız da gerekebilir. Ama sonuçlar ortaya çıkmadığı için herhangi bir hükümde bulunmayı doğru bulmuyorum. Yani bu yapılanın doğruluğu eğriliği konusunda bir hükmüm olamaz benim. Çünkü bu süreç devam ediyor. Herhalde bu süreçte epeyce bir şeyler bizi şaşırtmaya devam edecek. Çok da fazla yorum yapmak istemiyorum.

Çok da fazla yorum yapan öğretim üyeleri var ama. Tepkilerini dile getiren, gözaltıları baskı rejiminin aracı olarak görenler var üniversite camiasının içinde. Bunlardan rahatsız mısınız?

Ortada henüz bir suç istinadı olmadığı için ben çok ciddi bir etkilenme de görmüyorum doğrusu. Yani bana iletilen, büyük bir rahatsızlık da söz konusu değil.

1960’dan bu tarafa üniversitelerimiz maalesef bütün darbelerin arkasında durdu. Hatta hazırlayıcısı oldu.

Haklısınız. Çok doğru. Böyle bir izlenim hakikaten insan ediniyor.

Bilimcilik ile darbecilik nasıl oluyor da bir araya geliyor?

Bunun analizini doğru kelimeleri bularak yapmak lazım. Toplumsal olaylar ülkenin gelişmişliği ile, eğitim düzeyi ile çok ilgili. Fakat bir terslik var bizde. Eğitim düzeyi yükseldikçe totaliter rejimlere olan ilgi de artıyor gibi. Yani burada bir problem var.

Öğretim üyelerini kimliksizleştirme, tek tipleştirme süreci yaşadık onlarca yıl boyunca. YÖK’ün etkisi nedir bütün bu olup bitenlerde?

Bizim sadece YÖK’te değil, bütün kurumlarımızda ileri derecede bir saygı bekleyen bir tavır vardır. Muhataplarından hep bağlılık beklerler. Tüm kurumlarımızda hep daha aşağıda yer alan ekiplerden önce sadakat beklenir. Liyakatın beklendiği kurumlar zaten farklılık gösteriyorlar.

Siz de mi sadakat bekleyen bir yönetici olacaksınız acaba? Böyle bir endişeniz var mı?

Var. Bunun için şunu yapmaya çalışıyorum. Aykırı fikirleri dinlemekte ısrarlıyım. Ama hepsinden önemlisi aykırı fikirleri dinleme şansım ortadan kalkmasın diye çok farklı görüşten insanlarla çalışıyorum. Üç rektör yardımcı var, üçünün de farklı siyasi eğilimi var.

Yetmez.

Rektör danışmanlarım da farklı siyasi görüşlerden ve farklı yapılardan insanlar.

Yetmez, çünkü siz rektörler adeta birer kralsınız. Pek çok yetkiniz denetim dışı. İsteseniz de devredemiyorsunuz. Bir süre sonra zaten devretmeyi de istemez hale geliyorsunuz. Yani bu çarkın içinde bir süre sonra siz de vampirleşebilir misiniz? Tabii biraz abartarak söylüyorum.

Hiç rahatsız olmuyorum, rahat olun. Vallahi yani çok tedbirli davranmaya çalışıyorum. Herkes gibi ya da birçok yönetici gibi çevre ile olan ilişkiyi koparmamak, aykırılıklarla olan ilişkiyi koparmamak için büyük gayret sarf ediyorum. Rektörlerin vampirleşebilecek kadar sonsuz yetkisi var mı? Geçmişte bunun örneklerini gördük hakikaten. Ama ben şu ana kadar böyle bir yetkiyi hissetmiyorum. Yetkiden çok daha fazla hissettiğim, anormal bir sorumluluğumun olduğu. Yani bunu hiçbir yetki ile dengelemek bana mümkün gibi gözükmüyor. Beni asıl burada rahatsız eden ve titreten bu sorumluluk. Yetki nerede?

Siz şimdi yeterince yetkim yok mu diyorsunuz?

Varsa da ben hissetmiyorum. İnsanları aşağılama bir yetki ise geçmişte bazı örneklerini gördük, eyvallah. Ama ben bunu bir yetki olarak görmüyorum.

A’dan Z’ye her şeye sizin karar vermeniz, her şeye imza atmanız korkunç bir yetki değil mi?

Ben onu liderlik gibi görmeye çalışıyorum. Böyle büyük bir kurumun başında yöneticiden çok daha önce lider olmak gerekiyor. İyi bir lider olmanın ön şartı da birlikte çalıştığınız insanların güvenini kazanmak ve ortak fikirleri ile son kararı vermek. Elbette son kararı her yerde tek kişi veriyor. Ama bu kararı nasıl verdiğiniz ve kimlerle paylaşarak ve ne kadar paylaşarak verdiğiniz bence çok önemli.

Yaş aldıkça daha mı muhafazakarlaştınız, daha mı demokratlaştınız?

Daha demokratlaştım gibi geliyor bana. Şiddet beni çok rahatsız etti. Hiç böyle bir şeyin içinde yer almadım. Çok ciddi bir aidiyetim de olmadı. Öğrenciyken belki muhafazakar denilebilecek gruba biraz daha yakındım. Ama her gruptan arkadaşım vardı. Bütün hayatımda da oldu farklı fikirden yakın arkadaşlarım.

Üniversitelerimizin siyasallaşmasında siyasetçilerin rolü ne oldu?

Efendim, siyasetçilerin beklentileri oluyor mutlaka.

Bir siyasetçi bir üniversiteden ne bekler efendim?

Normalde bir siyasetçinin üniversitelerden akademik performans beklemesi lazım. Doğalı budur. Galiba daha çok sadakat bekleniyor.

Belki de bölünürseniz daha çok üretim yapacaksınız. Daha çok bilimsel yayın yapılacak. Daha çok sanayi ile işbirliği yapacaksınız. Topluma daha çok yararlı olacaksınız.

Bölmek bu söylediğiniz performansları arttırıcı nasıl bir etki yapacak ki? Yapmayacak. Bu iradeyi bizim bu halimizle göstermemiz lazım. Yani biz daha nasıl verimli oluruz, performansımızı nasıl yükseltiriz diye bunun formülünü bu halimizle bulmamız lazım.

Hocam 550 yıldır kimse bulamadı bu formülü? Bu manada kimse İstanbul Üniversitesi’ni yönetmeyi beceremedi ki.

Bu kadar da acımasız olmayın. İstanbul Üniversitesi’nin 550 yıldır tabiî ki yönetildi ve buraya kadar geldi. Batmadı çok şükür. Ve de performans düzeyi de Türkiye’deki üniversiteler arasında hep üstlerde oldu.

Röportaj: Nuriye AKMAN

Bu yazımızı okuyan 885. takipçimizsiniz.

Süleyman Özen

Karabük doğumlu. YTU İnşaat Müh. bölümü mezunu, Yüksel Lisansını İTÜ'de tamamladı. Uludağ Üni. İnşaat Müh. Bölümünde Araş. Gör. olarak görev yapmaktadır. Mesleği gereği İnşaat ve Yapı dünyasındaki gelişmeleri yakından takip eder yurt içi ve yurt dışındaki iş ve gezi seyahatlerindeki gözlemlerini paylaşır. Farklı kültürleri keşfetmeyi ve öğrenmeyi sever. Sıkı Beşiktaş taraftarı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir