Dünyanın En Ucundaki Bir Müslümanla Niçin İlgileniriz?

İslâm¸ Arabistan Yarımadası’nda indi diye¸ bugünkü Suudi Arabistan sınırları içine hapsedilecek bir din değildir. Yeryüzünde kendisini Müslüman olarak tanımlayan herkesi kuşatmakta ve birbirlerini tanımasalar bile¸ inananları manevî bir bağ ile Kur’an etrafında toplamaktadır. Bu nedenle Amerika’daki bir Müslümanın yüreği¸ yeryüzünün başka coğrafyasındaki bir mü’mine zarar geldiğinde yanar¸ hüzün duyar. İslâm’ın oluşturduğu bu kardeşlik duygusunu anlayamayanlar ise¸ Türkiye’deki bir Müslümanın¸ ülkemizle coğrafi bağı olmayan bir ülkedeki Müslümanların çektikleri sıkıntılar karşısında feryat etmesini asla anlayamaz. Manzaraya bakarak¸ “Türkiye nere¸ Myanmar nere” der. “Ne zoru var Türkiye’dekilerin¸ el âlemin yabancısının çektikleriyle” der ve olan biteni garipser. Bu bakış açısına sahip olanlar için¸ ilgilenilmesi gereken yegâne yer ülke sınırlarının kapsadığı alandır¸ bir de soydaşlarımızın yaşadıkları bölgeler.

Bu bakış açısının arka planında kısmen İslâm kardeşliğini anlayamamak yatmaktadır. Ancak bu söylemi dile getirenlerin büyük çoğunluğunun esas derdi¸ İslâm kardeşliğidir. Ülkemizde dinî duyguların¸ İslâmî bilincin güçlenmesinden rahatsızlık duyanlar¸ doğrudan dine saldırmak yerine siyasî ve ekonomik lafların ardına saklanarak yurdumuzdakiler dururken dışarıdakilerden bize ne demeye getirmektedirler.

Bu vahim ve değerlerden uzak düşünceye sahip olanların¸ hoşlarına gitmese de¸ görmeleri gereken beş temel gerçek bulunmaktadır.

Birincisi: Ülkelerin hangi dönemlerde ne tür badirelerden ve zorluklardan geçeceklerini Allah’tan başka kimse bilemez. Bu nedenle ülkemiz bugün oldukça iyi şartlarda olabilir ancak¸ bir zaman geldiğinde Van¸ Sakarya ve benzeri veya daha büyük bir depremle karşılaşmayacağımızı kim bilebilir? Muhtemel felaket türlerini çoğaltabilirsiniz.

Bizim böylesi bir sıkıntıyla karşılaşmayacağımızın bir garantisi olmadığına göre¸ zor günler için dostlarımızı olabildiğince çoğaltmak durumundayız. Yurdumuzda bulunan bir milyondan fazla Suriyeli¸ Afganlı ve diğer misafirlerimize veya komşumuz olmayan ülkeler yaptığımız yardımlara baktığımızda¸ ilgili ülkelerin insanlarının gönüllerinde derinlemesine yer edindiğimizi görürüz. Nitekim her hangi bir İslâm ülkesine gittiğinizde¸ Türkiye’den geldiğinizi öğrendiklerinde¸ sizlere muhabbetle sarılmaları¸ yardım kuruluşlarının isimlerini veya ülkenin öne çıkan şahsiyetlerinin adlarını zikrederek hayır dualar edişleri bu yüzdendir. Ayrıca bu ülkelerin tarihleri¸ ileride bizlere ayrı bir yer açacaktır¸ hiç şüphesiz. Dolayısıyla felaketler geçtikten sonra gelecek iyi günlerde bizlere karşı her zaman iyi duygular besleyeceklerdir. Bizleri minnetle anacaklardır. Takdiri ilahi¸ muhtaç duruma düştüğümüzde¸ bu sefer biz onları yanımızda göreceğiz.

İkinci olarak: Müslüman olmanın zaruri sonucu¸ diğer Müslümanların yardımına koşmaktır. Öncelikle Allah bu dinin mensuplarını kardeş ilan etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) de mü’minleri bir yapının taşlarına keza bir bedenin uzuvlarına benzetmiştir. Bu nedenle bir kişi anne-baba bir kardeşlerinin yardımına nasıl koşuyorsa¸ daha güçlü bir bağla bağlı olduğu din kardeşlerinin yardımına da koşmak durumundadır. Din kardeşi felaketler içinde gözyaşı dökerken kendisi evinde tv karşısında çayını yudumlayamaz. Çünkü Allah’ın emrine karşı gelmiş olur. Kaldı ki¸ namazı emreden¸ zekâtı verin buyuran Allah’ın emri ile mü’minlerin birbirlerine yardımcı olmalarını¸ birbirlerini desteklemelerini emreden ayetler arasında hiç bir fark yoktur. Mü’min her bir emri yerine getirmek zorundadır. Örneğin şu ayet bunu amirdir: “İnanıp hicret eden¸ Allah yolunda savaşanlar ve muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler¸ işte onlar gerçekten inanmış olanlardır. Onlara mağfiret ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır.”[1]

Üçüncü olarak: İşin duygusal boyutu vardır. Yeryüzünde şu anda bütün çileleri çekenler Müslümanlardır. Bu nedenle her bir mü’minin yüreği her gün dağlanmaktadır¸ elemi katmerleşmektedir. Bu da İslâm ümmetini daha fazla duygusallaştırmakta¸ hassas insanlar haline getirmektedir. Bunun tabii sonucu olarak¸ olan bitenler mü’minlerin gündelik konuşmalarının önemli bir bölümünü işgal etmektedir. Bu da sonuç olarak ülkemiz Müslümanlarını¸ gözyaşları her zaman dökülmeye hazır hale getirmektedir. Akıtılan kanların bir kısmının Müslümanların birbirlerini kırması yüzünden gerçekleşiyor olması bu hakikati değiştirmez. Çünkü sonuçta akan mü’minlerin kanıdır. Bu manzarayı seyreden ve bütün geçmişi mü’minlerin kardeşliği üzerine ilmek ilmek örülmüş olan bir insanın¸ olan biten karşısında reaksiyon göstermesinden ve diğer mü’minlerin yardımına koşmak istemesinden daha tabii ne olabilir ki? Ülkemizde olan biten de işte budur.

Dördüncü olarak: Mü’minlerin ahiret diye bir dertleri vardır. Onlar için dünya geçici bir yurttur. Esas ve ebedi birlikteliklerini mü’min kardeşleriyle birlikte cennette geçireceklerdir. Bu nedenle onlara karşı mahcup olmamaları¸ üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmeleri gerekir. Allah’ın yarın onları¸ “Müslümanlar bu sıkıntıları çekerken siz neden duyarsız kaldınız?” diyerek hesaba çekmesinden korkarlar. Zira onların peygamberleri (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Müslüman Müslümanın karde­şidir. Ona zulmetmez¸ onu yardımsız bırakmaz¸ onu tahkir etmez.”[2]

Beşinci olarak: Esasında ülkemiz Müslümanlarının duyarlılığından rahatsız olanların buna üzülmek yerine sevinmeleri gerekir. Sevinmeleri gerekir çünkü İslâm ülkemiz insanlarını aynı potada bir arada tutmakta ve kardeşlik bağlarını muhafaza eden en önemli güç olmayı sürdürmektedir. İslâm kardeşliği bağı olmamış olsaydı¸ çeşitli badirelerden geçen ülkemizin şu anki halinin hiç de böyle olmayacağını aklı başında her insan bilir. Çünkü ülkemiz insanlarını bir arada tutan ve onları birbirlerine kardeş yapan en önemli değer dindir. Bu bağ toplum arasından kaldırılacak olursa¸ toplum hızlıca çözülecek ve hiç birimizin istemeyeceği olumsuz sonuçlarla karşılaşacağız. Bu gerçek iki kere ikinin dört etmesi kadar hakikattir. Görünen köy nasıl ki kılavuza ihtiyaç hissettirmiyorsa¸ din kardeşliğinin ülkemiz insanının ana mayası olduğu da önemini belirtmeye ihtiyaç hissettirmeyen bir olgudur. Sonuç olarak¸ bizleri bir arada tutan ve bu topraklara bağlayan değerleri görmezden gelmemek gerekir ve “bunlar iyi ki var” denmelidir.

Ayrıca unutmamak gerekir ki¸ Müslümanları samimi ve bilinçli Müslüman yapan yegâne husus değerlerine sahip çıkmalarıdır. Değerlerinden ne kadar uzaklaşırlarsa¸ o kadar yozlaşırlar. Onları zinde ve ayakta tutan¸ birbirlerine kenetleyen şey değerlerdir. Bu değerlerden uzaklaştıkça İslâm’dan da uzaklaşırlar. Ve iş öyle bir hale gelir ki¸ Batı’da olduğu gibi¸ din sadece belli zamanlarda hatırlanan bir araç haline gelir. Mü’minlerin dayanışması kalmaz. Öyle olur ki¸ İslâm’ın ruhu hayattan çekildiğinden¸ oruç tutmayı¸ hacca gitmeyi yeterli gören ve düşünce dünyasında mü’minlerin dertleriyle dertlenmeye yer vermeyen bir anlayış¸ çile çeken mü’minler için rahatça “bana ne” diyebilir. Ve bu haliyle kendisini iyi bir Müslüman olarak görebilir. Çünkü o dindarlığı belli zamanlarda yapılan ibadetlere indirgemiştir.

Oysa Müslümanlık bundan çok daha geniş bir şeydir. Bunun ne olduğunun ölçüsü Kur’an ile Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hayatındadır. Bu iki temel kaynak dindarlığın ne olduğunu bizlere öğretir. Onlara nazar ettiğimizde ise mü’minlerin dertleriyle dertlenmenin¸ himaye etmenin¸ yardımlarına koşmanın imanı tamamlayan aslî unsurlar olduğunu görürüz. Örneğin¸ zekât verilmesi emredilirken¸ sadaka teşvik edilirken¸ hasta ziyareti istenirken¸ cenaze namazına katılmak talep edilirken ırk ayırımı yapılmaz. Tam tersine ırkların İslâm kardeşliği önünde engel oluşturmaması gerektiğinden bahsedilir. Çünkü araya iman dışında başka arızi değerler girdiğinde¸ bir Türkiyeli Müslüman ile Endonezyalı başka bir Müslümanı kardeş yapmak zorlaşır. Oysa onlar aynı safta bir araya gelmektedirler.

Ellerimizi semaya açtığımızda sürekli din kardeşlerine dua eden¸ onların çektikleri acılar nedeniyle yürekleri her daim yanan¸ yastığa başını koyduğunda dünyadaki Müslümanların çileleri nedeniyle gözlerine uyku girmeyen¸ onların en küçük mutlulukları nedeniyle neredeyse bayram eden bizler¸ Müslüman olduğumuzu ancak bu şekilde hissedebiliyoruz. Bu özelliklerimizi kaybettiğimizde her şeyimizi kaybedeceğimizi çok iyi biliyoruz. Bu yüzden de mü’min kardeşlerimizin acısını paylaşma hassasiyetini yüreklerimize yerleştiren Rabbimize hamd ediyor¸ bizleri bu şekilde yetiştiren büyüklerimizden Rabbimiz razı olsun diyoruz.

Kaynak: Enbiya Yıldırım – Somuncu Baba Dergisi

Yaşasın İslâm kardeşliği.

Bu yazımızı okuyan 1.176. takipçimizsiniz.

gencyolcular

Genç Yolcu 2005 yılında #BirlikteKeşfedelim sloganıyla Gezi • Kültür • Sanat alanında yayın hayatına başlamıştır. İletişim: bilgi@gencyolcu.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir