Şeyh-İ Ekber (Muhyiddin-İ Arabi)

İbn-i Arabi 1165 senesinde Endülüs’teki  Mursiye’de doğdu. Şeyh, bazı diğer şeyhler gibi bir hücreye kapanıp inziva hayatı düşünmemiş, vatanından çıkarak 1201’de Mısır, Hicaz, Suriye ve Irak ile Selçuklu Coğrafyasını gezip  görmüş, alim ve itibarlı kişileri bulmuş, onlarla sohbet etmiş ve nihayet kendisi de kalemiyle zihinleri aydınlatmaya, ahlakı güzelleştirmeye çalışmış, yüksek ve değerli bilgiler binasını bir kat daha süsleyip yükseltme hizmetlerinden geri kalmamıştır. Onun büyük küçük 500’den fazla eserinin olduğu söylenir. Birçoğu yazma olarak İstanbul kütüphanelerinde saklıdır.

Avrupa’nın ileri gelen fikir adamları; filozoflar Şeyh’den ilham almıştır. Şeyh’in iş ve hareketlerinde hiçbir tereddüt lekesi görülmez ve gösterilemez. Şeyhe –anlayamadıkları için- düşmanlık duyan bazı medrese alimleri edebiyete irtihaline sebep olmuşlardır. Ah bu insanlar! Kendilerine iyilik edip doğru yolu gösterenlere, toplumda ortaya çıkan bozukluk ve rezillikleri gidermeye çalışanlara, esir oldukları boş inanışları, sakat kural ve adetleri kaldırmak isteyenlere, hatta hakikati keşf edip insanlara kurtuluş yollarını gösterenlere düşman oluyorlar.

Şeyh-i Ekber, Şam’da 1239 senesinde ebedi aleme göçmüş ve şimdi Salihiyye denilen Cebel-i Kasiyyun’un eteğinde Beni-z Zeki türbesinde medfundur.

İbn-i Arabi “Şeceretu’n Nu’muniyye fi Devleti’l Osmaniye” adlı eserinde Arz-ı mukaddes Şam’ın ve Mısır’ın feth edilip Çerkezlerin ellerinden çıkacağına dair rumuz şeklinde haberler vermiştir. Ayrıca kabrinin de S’nin (Selim’in) Ş’ye (Şam’a) girmesiyle açığa çıkacağını haber vermiştir ki, kendi ifadesi ile aynen şöyledir; “iza dehalle’s- Sinu fi’ş Şin yezharu kabri Muhyiddin” (Sin – Şın’a girdiği zaman Muhyiddin’nin kabrini meydana çıkarır.

Mehmet Ali AYNî/ŞEYH-İ EKBER’İ NİÇİN SEVERİM? Kitabı’nda Altını Çizdiklerim

  • “Sübhan eşyada en açık görünendir ve eşya onun görüşüdür.”
  • “Hakikat, bir şeyin Allah’ın ilminde olan ayn-ı sâbite(preessence)sidir. işte Şeyhimiz bu hakikatlerin hiçbir şekilde yok edilemeyeceğini bildirmektedir.”
  • Bilmiş ol ki, bu dünya bazı kimselerin idrakinden gizli kalmış olan (Hak) ahirette bütün insanlar için zuhura gelecektir. Çünkü o hayvan (dirilik) yurdudur. Ve dünya da öyledir. Ancak onun hayatı(diriliği), alemin hakikatlerinden idrak edebildikleri şey dolayısıyla Allah’ın kulları arasında üstün ve uzman olan kimselere açık olmakla beraber, bazı kullardan üstü örtülü (gizli) kalmıştır.
  • Şeyh-i Ekber, mümkünler aleminde mevcut olan şeylerden daha iyi ve güzel bir şey olmadığına inanmaktadır. Ondan beş asır sonra gelmiş ve Batı’nın en ünlü filozoflarında matematik bilgini Leibnitz’de bu fikri savunarak “Madem ki her şey Allah’ın suretidir o halde en mükemmel olması gerekir.” diyor.
  • Bir kimse şehadet aleminde görülen sureti, Hak’tır zannedip “Hakk’ı müşahade ettim” diye tahayyül ederse o kimse arif değildir. Zira eşya mazharlarından görünen Vûcud-ı vâhid (tek varlık) o şeylerin özellikleri arasından göründüğü için o özelliklerle boyanmıştır. Bundan dolayı O değildir. Fakat bir kimse, o gördüğü şeyin kendi nefsi olduğunu bilirse işte o ariftir.
  • İnsanın ruhani ve manevi hüviyeti ilahi hüviyetidir.
  • İnsan Rablık ve kulluk sıfatlarını kendinde toplamış bulunduğundan, bazı insanlar kendilerinde buldukları Rablık kudretini kendilerine dayandırarak yanılmışlar ve Firavun gibi: “ene rabbiye’l-a’lâ” (ben yüce rabbım) davasına düşmüştür. Bazıları da yine bu kudret sebebiyle nefislerini bırakmak ve onun hakiki sahibini bilmekle beraber ya Mansur gibi: “Ene’l-hak” ya da Ebû Yezid-i Bestami gibi: “Subhânî mâ a’zame şânî” (=ben sübhanım benim şanım çok büyüktür.) demişler. Fakat Firavun’un ‘ben’ demesiyle Bestami’nin ‘Ben’ demesi arasında büyük fark vardır.
  • Asıl olan doğrudur. Yanlış, karşılıklı bakıştan ileri gelir. Onun için izafî bir şeydir. Âlemde karşılıklılık gerekli ve kaçınılmaz olunca, hata(yanlış) da gerekli ve kaçınılmaz olur.
  • Allah gayreti ile savaşa gidip ölmektense, insanlara şefkatle muamele etmek daha uygundur.
  • Gerçi katilin cezası idam ise de affı tercih etmek daha üstündür. Zira bir adam daha ölmemiş olur.
  • İnsanın aynını (kişiliğini, kendini) kötülemek doğru değildir. Ancak fiili kınanabilir.
  • İnsana riayet ve şefkatten hasıl olan mutluluk, başka hiçbir şeyden hasıl olamaz.
  • İnfak işi dünya ve ahirette hakiki rızık vericiden erzak çekmeye sebeptir. Hiçbir cömert kimse helak olmamıştır.
  • Herkes kendi nefsindeki zâhir ve bâtın kuvvetleriyle bir cemaat (toplum) gibidir. Eğer zâhir ve bâtını ile bir işe himmet ederse başarıya ulaşır, fakat zâhiri başka bâtını başka olursa başarılı olamaz.
  • Müslümanlara Müslim (selamet bulmuş) oldukları cihetiyle riayet et, hepsine aynı davranışı göster. Zira bil ki, İslamiyet bir tek kişi olup Müslümanlar onun organları diye düşün. Müslüman fertler olmazsa, İslamiyet’in de varlığı olmazdı. Nasıl ki Hadis-i Şerifte: ”Müslümanların kanları eşittir, kısasta ve diyette birdir” buyrulmuştur.

Hatemü’l Evliya Hazretlerinin şu yüce öğütlerini kalbimize nakşedelim:

  • “Gönülleri gaflet ölümüyle ölmüş olan kimselerden ne kendin için, ne de başkası için lütuf ve ihsan bekleme!”
  • “Kötülüğe kötülükle karşılık verme. Zira kötülük edeceğin mukabeleye Hakk seyyie (kötülük) adını vermiştir.”
  • “Sana en gerekli olan şeylerden biri de, gerek inanç ve gerek davranışları bakımından sana zıt ve aykırı olanların ve cinsinden bulunmayanların yakınlık ve arkadaşlıklarından sakınmaktır. Fakat şu şartla ki, haklarında kötü düşünmeyesin. Belki bu sakınmanın, sırf Allah’a ibadeti ve Allah dostları ile olan sohbeti, onlarla düşüp kalkmaya tercih etmek halis niyetine dayandırmalısın. Hiçbir şekilde onları hor ve küçük gördüğünü belli edip sakın gönüllerini kırmayasın.”
  • “Gaflet erbabının kapılarına yaklaşma. Yalnız kendi nefislerinin maksat ve istekleriyle meşgul olanlarla arkadaşlık etme!”
  • “Kimseye öfke ve gazabını göstermemeye çalış! Eğer böyle yaparsan Allah’ı razı etmiş, melun şeytanı kızdırmış, nefsini terbiye ve ıslah etmiş olursun.”
  • “Allah’ı zikirden, Kur’an-ı Kerimi okumaktan, doğru yoldan sapmış olanları irşattan, emri emir ve yasağı yasak bilip uygulamaktan, dargınlıkla birbirinden ayrılmış olan din kardeşlerimizin aralarını bulup uzlaştırmak ve barıştırmaktan, sadaka vermeye hırslandırmak ve şevklendirmekten, hasılı hayra götürücü sözlerden başka her türlü faydasız lakırdılardan dilini çek. Yürümekte olduğun doğru yolda sana yardım edecek uygun arkadaşlar bul. Zira bir mümin, diğer mümin kardeşlerinin yardımlarıyle kuvvet bulur. Hakikat ehlini inkar eden, senin Hakk’ı araştırma mesleğine ve fikrine aykırı ve zıt olan kimsenin yakınlaşmasından sakın! Her zaman sana hak yolunu gösterecek bir kâmil mürşit ara ve bu girişiminde daima doğruluk tarafını tut.”
Bu yazımızı okuyan 1.337. takipçimizsiniz.

İsmail Hakkı Çetin

1993 Malatya Darende doğumlu. İlk, Orta ve Lise eğitimini Darende'de tamamladı. 2011 yılında Hulusi Efendi Kuran Kursu'nda hafızlık eğitimini tamamladı. Bosna Hersek Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde eğitim aldı. Blogger yazar. Hobileri arasında Seyehat etmek Fotoğraf çekmek, futbol, masa tenisi ve yüzme vardır. Beşiktaş taraftarı, Boşnakça bilmekte. Arapça ve İngilizce öğreniyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir