Osmanlı İstanbulu’ndan Bir Sahne ‘Fener & Balat’

Osmanlı’nın çok kimlikli toplum yapısını yansıtan Fener ve Balat semtleri, geleneksel mahalle dokusunu kaybetmeden, eski günlerinin canlılığına kavuşmayı bekliyor. Ne “Şişli’de bir apartıman”, Nişantaşı’nda bir daire, adada yazlık ev… Ne “nikel-kübik mobilyalar… aşçı, uşak, hizmetçiler… duvarda yağlı boyalar”… Doğrusu, Fener’e gidip de İstanbul’a yedi tepesinin birinden bakınca ‘Lüküs Hayat’ operetinin sözlerini işte böyle ters çevirip söylemek geldi içimden… Oysa, buraya tırmanırken tek bir düşüncem vardı: Sahilden düşsel bir şato gibi duran Fener Rum Lisesi’ni yakından görmek, 19. yüzyılın sonlarında Fransa’dan getirildiği söylenen o kırmızı tuğlalarına dokunmak… Ne var ki tepeye çıkınca da çiçeğedurmuş meyve ağaçlarının ardında masmavi bir Haliç ve karşı kıyıda İstanbul’un görüntüsü alıyor sizi. Vaktiyle buraları terk edip, Şişli, Nişantaşı, Adalar ya da Beyoğlu gibi semtlere yerleşen Fener ve Balat’ın eski sakinlerinden bazılarının Haliç’in temizlenmesinden sonra neden artık geri dönüp ‘deniz’ manzaralı, müstakil evlerinde oturmak istediklerini anlıyor gibiyim.

TARİHİ DOKUYLA İÇ İÇE

Tepeye çıkan dik yokuşta küçük ve mütevazı Fener evlerine rastlıyorum. Hani taban alanı kırk-elli metrekare olan, iki, bilemedin üç katlı, cumbalı, bitişik nizam, kâgir evler… Önceden Fener’de yaşayan küçük esnaf, tüccar ve zanaatkârlara ait olduğu düşünülen bu Rum evlerinden bazıları daha yeni onarılmış. Kimilerinin kapı önüne, kadınlar minder atıp oturmuş; bir yandan komşularıyla çene çalıyor, bir yandan da iş işliyorlar. Sokaklar dar ve yokuş olduğundan trafik problemi, korna gürültüsü de yok.

Tarih boyunca geçirdiği depremlere, İstanbul’un belleğinde yer etmiş yangınlara ve talihsiz yıkımlara rağmen, özellikle de 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sur içindeki kesimin büyük bir değişime uğramaması, betona yenik düşmemesi, karşımıza tarihsel dokuyla iç içe ama kendi halinde yaşayan, sakin bir mahalle görüntüsü çıkartıyor.

Benzerine pek rastlanmayan mimarisiyle de aklımızı çelen Fener Rum Lisesi, günümüzde klasik eğitim veriyor. Görkemli lise hemen yanındaki yüksek bahçe duvarıyla çevrili bir kilise ile adeta deve cüce oyunu oynar gibi. Ama, kiremitlerle kaplı sevimli kubbesi ve alçakgönüllü mimarisiyle insanı kendine çeken bu küçük kiliseyi sakın gözden kaçırmayın: 13. yüzyıldan kalma Aya Maria, ta Bizans’tan bugüne dek işlev gören tek Bizans kilisesi. Bu özelliğini, fetihten sonra Fatih Sultan Mehmed’in Fener semtine tanıdığı ayrıcalıklara borçlu.

FENER’DE TARİH VE KÜLTÜR BİR ARADA

Osmanlı döneminde Fener ve çevresi, aralarında varlıklı Musevi aileler de olmak üzere çoğunlukla Rumların oturduğu bir bölgeydi. İstanbul’un önemli bir ticaret ve kültür merkezi olmasını arzulayan Fatih Sultan Mehmed, inanç ve ticaret serbestliği çıkartarak, bir anlamda kente eski sakinlerini davet etmişti. Tarihte ‘Fenerli Beyzadeler’ diye de geçen Fenerliler, Osmanlı diplomasisinde önemli görevler üstlenmelerinin yanı sıra sarraflık, bankerlik, tüccarlık ve gemicilik gibi işlerle de uğraşıyorlardı. Kente dönüp Fener semtine yerleşen bu Bizanslı aristokrat zümreye Fatih’in tanıdığı ayrıcalıklardan biri de kendi kiliselerini kurma ve patrik seçme hakkıydı. Bugün Fener, Ortodoksluğun merkezi olma özelliğini taşıyan Rum Ortodoks Patrikhanesi’yle de uluslararası bir öneme sahip.

Fenerlilerin bir zamanlar yaşadıkları debdebeli konaklardan pek azı günümüze kadar gelmiş. Görme şansına sahip olduğumuz bu tarihi eserlerden biri de Mimar Cengiz Bektaş tarafından restore edildikten sonra açılan şimdiki Kadın Eserleri Kütüphanesi. Sahildeki bir başka karakteristik bina ise yeşilimsi gri renginden dolayı biraz soğuk duran (Sveti Stefan) Bulgar Kilisesi. Kilisenin Viyana’da prefabrik olarak tamamen dökme demirden hazırlanıp Haliç kıyısında bir ayda monte edilmesi, eşine kolay kolay rastlanmayacak bir olay…

BALAT’TA EZAN, HAZAN VE ÇAN

Kilisenin karşısındaki yola paralel uzanan Vodina ve Yıldırım caddeleri, Fener ile Balat semtlerini birbirine bağlıyor. Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmed’in fermanıyla Makedonya’dan gelen, ardından II. Bayezid’in davetiyle İspanya’daki Engizisyon’dan kaçarak buraya yerleşen Yahudi cemaatiyle kimliğini bulan Balat, en parlak dönemini 17. yüzyılda yaşasa da hiçbir zaman Fener gibi çok varlıklı olmadı. Semtin bu durumu bugün bile dar taban alanlı, iki üç katlı, cumbalı, kâgir Yahudi evleriyle kendini belli ediyor. Günümüzde hâlâ ayin yapılan Ahrida Sinagogu, yaklaşık altı yüzyıldır semtin en ünlü sinagogu…

Osmanlı’nın bir özelliği de çok kimlikli bir toplum olmasıydı: Çoğunlukla Musevilerin oturduğu Balat’ta, küçük bir Ermeni cemaati de oluşmuştu. Bunlar, bugün de gezilebilen Surp Hreşdagabet Gregoryen Ermeni  Kilisesi’nin etrafında toplanmışlardı. Kilisenin hemen yakınındaki Ferruh Kethuda Camii ise Sinan’ın bir yapıtı. Çoğunluğu Musevilerin sahip olduğu tek katlı dükkânlardan oluşan Balat Çarşısı ise bir zamanlar, aynı anda pek çok dilin konuşulduğu küçük bir dünya minyatürü gibiymiş. Semt tüm bu özellikleriyle, Osmanlı’da cemaatlerin bir arada yaşama sanatını gösteren güzel bir örnek oluşturuyor. Şimdi de balıkçısı, nalburu, fırıncısı, ayakkabıcısı ve manifaturacısıyla hem çarşı esnafı hem de Balat, restorasyonlar sonrasında eski günlerin canlılığına kavuşmayı bekliyor.

KÜLTÜR BAŞKENTİ’NİN YENİ YILDIZLARI

2600 yıldır kent yaşamının kesintisiz sürdüğü bir SİT alanı olan tarihi yarımadanın UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alınmasıyla, ilk rehabilitasyon projesi de Fener ve Balat semtlerinde uygulamaya konuldu. Avrupa Birliği’nin kaynak ayırdığı, Fatih Belediyesi’nin işbirliğiyle yürütülen Fener ve Balat Semtleri Rehabilitasyon Programı’nın kapsamında bugüne kadar yirmi altı evin restorasyonu tamamlandı. Kapı ve pencereleri restore edilen, çatı ve cephe onarımları yapılan, niteliksiz eklerinin de kaldırılmasıyla birer mücevher gibi ortaya çıkan kâgir evleri, kahvehane ya da dükkânları her iki semtin sokaklarında gezerken görmek mümkün. Sokakların birbirini dik kesen geometrisi, sıra evler ve özellikle Fener’deki kimi evlerin kemerli girişleri, pencereleri ile cephelerindeki süslemeli kolonlar ayrıca dikkat çekiyor. Projenin sonunda tarihi Balat Çarşısı’ndaki kimi dükkânlar da dahil olmak üzere yaklaşık yüz küsur yapının restorasyonunun gerçekleştirilmesi, iki sosyal merkezin kurulması, 18. yüzyıl aydını ve Osmanlı tarihçisi olan, Boğdan voyvodalarından Dimitri Kantemir’in konağının müzeye dönüştürülmesi de planlanıyor.

Eski sakinlerinin geri dönüşlerinin sağlanması, bölgenin geleneksel mahalle yapısı bozulmadan inanç turizminin önemli duraklarından biri haline getirilmesi ve İstanbul’un 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti seçilmesiyle Fener ve Balat semtlerinin yıldızı daha da parlayacak gibi görünüyor.

YAZAR: EMEL ÇELEBİ

Bu yazımızı okuyan 1.462. takipçimizsiniz.

gencyolcular

Genç Yolcu 2005 yılında #BirlikteKeşfedelim sloganıyla Gezi • Kültür • Sanat alanında yayın hayatına başlamıştır. İletişim: bilgi@gencyolcu.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir