İznik Yüzyıllara Damgasına Vuran Çini Şehri

İznik Dağlar içinde, göl kenarında bir şehir İznik. Bereketli toprağı, ılıman iklimi, her mevsim rengârenk olan doğası kadar farklı uygarlıklara ait tarihî eserleri ve Osmanlı coğrafyasının farklı noktalarındaki mimari eserleri süsleyen çinileri ile biliniyor en çok. Şehrin hem Bizans’a hem Selçuklu’ya başkentlik yaptığını, Hristiyan inancının şekillendiği yer olduğunu, erken Osmanlı döneminin ünlü vezir ailesi Çandarlıların eserlerinin burada görülebileceğini de belirtelim. İznik’in kısa bir gezi yazısıyla anlatılamayacak kadar zengin bir şehir olduğunu da…

İznik Tarihi ve Ulaşım

İstanbul’dan gelenler İznik’e, Yalova üzerinden asırlık zeytinliklerin arasından İznik Gölü’nün oluşturduğu muhteşem manzarayı izleyebilecekleri keyifli bir yolculukla varılıyor. Yol yaklaşık bir saat sürüyor. Ankara’dan gelenlerin ise Geyve yolunu izlemesi gerekiyor. Bursa’ya bağlı bu şirin ilçeye geldiğinizde şehri çepeçevre kuşatan surlar dikkatinizi çekiyor ilk olarak. 4 bin 970 metre uzunluğundaki bu surlar Roma döneminin yadigârı. Şehrin dört giriş kapısının üçü hâlâ ayakta. 2 bin yıllık bu kapılardan girip ızgara planlı İznik sokaklarında dolaşırken 16’ncı ve 17’nci yüzyıllarda eşsiz çinilerin üretildiği çini atölyelerini, Osmanlı döneminde yapılan camileri; kilise kalıntılarını, koruma altına alınan asırlık çınar ağaçlarını görüp bir zamanların bu görkemli şehrinin potansiyelini hemen fark ediyorsunuz.

İznik, tüm bu tarihî zenginliğiyle UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne aday olmuş. Çalışmalar MS 1’inci yüzyıla tarihlenen, şehrin kuzey girişindeki İstanbul Kapısı’ndan ve surlardan başlamış. Günümüzde seyircilerin oturduğu kısım ile hayvanların arenaya salındığı tünel kısmının görülebileceği abidevi Roma tiyatrosu da restore ediliyor. MS 2’nci yüzyıla ait 15 bin kişi kapasiteli antik tiyatroya ait kesme taşlar farklı tarihlerde gerçekleşen sur onarım çalışmalarında kullanılmış. Günümüzde surlarda görülen blok taşlar tiyatrodan devşirilmiş.

Bu noktada İznik’in etkileyici tarihinden bahsedebiliriz. Dağlar içinde kalan bu korunaklı ve bereketli topraklarda ilk yerleşimlerin görüldüğü tarih MÖ 2500 yılları. Gerçek bir şehir olarak belirmesi ise MÖ 3’üncü yüzyıla denk geliyor. Büyük İskender’in komutanlarından Lysimakhos MÖ 301’de ele geçirdiği şehre eşi Nikaea’nın adını veriyor. Bir dönem Bitinya Krallığı’nın başkentliğini yapan şehir daha sonra Roma’nın önemli bir merkezi olarak varlığını sürdürüyor.

Ancak tüm bunlardan daha önemlisi, İznik’in en azından ismen bütün dünyada bilinmesine neden olan, I. Ekümenik Konsil’in, daha bilinen adıyla İznik Konsili’nin bu topraklarda gerçekleşmiş olması. İstanbul’u Roma İmparatorluğu’nun müşterek başkenti ilan eden İmparator Konstantin tarafından desteklenen konsile Noel Baba olarak da tanınan Aziz Nikolas, tarihçi Eusebius, Mor Efrem gibi önemli isimler de katılmış. Konsilin düzenlenmiş olduğu Senatus Sarayı’nın günümüzde kalıntıları göl altında maalesef. Ancak hem Batı Ortodoksları hem Roma Katolikleri tarafından kabul edilen son Ekümenik Konsil’in  (7’nci Ekümenik Konsil) düzenlendiği yer, sonradan camiye çevrilen İznik Ayasofya Kilisesi hâlâ ayakta ve günümüzde bir müze olarak hizmet veriyor. Bu önemli olaylar şehrin Hristiyanlar açısından bir inanç merkezi olarak kabul edilmesini sağlamış.

Şehrin İslam’la tanışması ise Türklerin Anadolu’ya girişiyle neredeyse yaşıt. Nâzım Hikmet’in dizelerindeki gibi “Dörtnala gelip Uzak Asya’dan. Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket”in, yani Anadolu’nun bizim olması Sultan Alparslan’ın zaferi ile başlar başlamasına ama Türklerin bu topraklarda kalıcı olması Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurulması ile mümkün olur. Bu devletin gerçek kurucusu Kutalmış Süleyman Şah tarafından Malazgirt’ten sadece dört yıl sonra alınan İznik ise 1080 yılında devletin başkenti ilan edilir. Haçlı seferleri sırasında Bizans’a bırakılan şehir Süleyman Şah’ı ataları olarak gören Osmanlılar tarafından 1331 tarihinde alınır.

Benzersiz Çinilerin Doğum Yeri

Çandarlı Hayrettin Paşa’nın başlattığı, oğlu Ali Paşa’nın tamamlattığı Yeşil Camii ve İznik’in ününe ün katan çinileri bir dönem buranın Anadolu Selçukluların, başkenti olması kadar önemli. Mimar Hacı Musa’ya 1378–1391 yılları arasında inşa ettirilen Yeşil Camii Osmanlılarda mimarı bilinen ilk eser. Lefke Kapısı yakınında bulunan bu eser çini süslemeleri ile olağanüstü güzellikteki minaresiyle nam salmış. Beyaz sert hamurun renklendirilmesinden ve sıraltı tekniğiyle desenlendirilmesinden sonra toprak levhaların fırınlanması ile elde edilen o dillere destan İznik çinileri ise yüzyıllardır hem de hiç solmadan Osmanlı abidelerini süslüyor.

Turkuaz, beyaz, mavi, lacivert, yeşil, siyah ve 17’nci yüzyılda yok olan domates kırmızısı renklerle mimari abideleri süsleyen İznik çinileri lale, karanfil, menekşe, sümbül, nar ve şakayık çiçekleri, elma, servi ağaçları ve asma motiflerine hayat vermişler. İznik çiniciliğinin ilk örneklerini Bursa’daki Yeşil Camii ve Muradiye Camii’nde, 16’ncı yüzyılın eşsiz örneklerini ise İstanbul’da adeta bir çini galerisi olan Rüstempaşa Camii’nde ve Süleymaniye Camii ile Edirne’deki Selimiye Camii’nde görebilirsiniz. Çini sanatı ile ilgiliyseniz haftanın yedi günü açık atölyelerde düzenlenen çini yapım kurslarına katılabilirsiniz. Sevdiklerine hediye etmek isteyenler ise Nilüfer Hatun Çini Çarşısı’na gidebilir.

Karsak’ta Gün Batımı

İznik tarihî zenginliği kadar doğal güzellikleriyle de öne çıkıyor. Zeytinlikler, meyve bahçeleri ve yaylalarla çevrili İznik Gölü ıhlamur, kavak, kestane ve alımlı salkımsöğüt ağaçlarıyla bezeli geniş kıyı şeridi ile fotoğraf tutkunları için de saklı bir hazine gibi. Yazın ve sonbaharda bahçelerdeki meyve çeşitliliği ve rengârenk çiçekler insanı şaşırtıyor. Dört bir yanı dağlarla çevrili İznik Gölü’nde, Karsak Boğazı olarak bilinen mevkide güneşin suya “batışı” seyrine doyulmaz bir manzara sunuyor. Bu olağanüstü doğa olayı nedeniyle mart ayının son haftası ve ekim ayının ilk haftasında Gün Batımı Şenliği düzenleniyor. Ağustos ve eylül aylarında ise gölün rengi turkuaza dönüyor. Bölgenin sazan ve yayın gibi lezzetlerini tatmak için de göl kenarı en doğru nokta.

İlk konsilin gerçekleştiği Senatus Sarayı’nın göl suları altında kaldığını belirtmiştik. Büyük depremlerin getirdiği yıkım başka eserlerin de suyun altında kalmasına neden olmuş. Suların çekilmesi ile 1,5- 2 metre derinlikte bulunan ve Aziz Neophytos’un adına inşa edildiği düşünülen bazilika, erken dönem Hristiyanlık kiliselerinden biri. Amerika Arkeoloji Enstitüsü tarafından 2014 yılının en önemli 10 keşfi arasında gösterilen bu yapının “Su Altı Müzesi” yapılması planlanıyor. Çalışmalar sonucunda mimari plan olarak İstanbul Ayasofya ve Selçuk St. Jean Bazilikası’na benzediği düşünülen yapının taban mozaiği gibi daha birçok görkemli eserin de gün yüzüne çıkarılması bekleniyor.

Rahatlıkla bir açık hava müzesi olarak tanımlayabileceğimiz İznik, bir hafta sonu gezisinde gezilip bitirilecek bir yer değil. Eşsiz konumu, doğal zenginliği ve tarihsel derinliği ile yüzyıllardır kendi hâlinde yaşayan ve kendine yeten bu şehir bir geziden çok daha fazlasını vadediyor.

İznik Çinileri Tarihi

Onaltıncı yüzyılda Türkler, Avrupa ve diğer memleketlerde, bir yandan fetihlerini sürdürürlerken, bir yandan da çini ve keramiklerinde şekillendirdikleri çeşitli motifleri, dünya sanatının beğenisine sunuyorlardı.

İslam dininin resim ve heykel yapımına kısıtlama getirmesi, Türk sanatını mimari ve süsleme alanine sevkettiğinden; sanatkarlar, fethedilen ülkeleri camiler, medreseler, türbeler, han, hamam, kervansaray ve köprülerle imar edip, çinilerle süslediler. Hatta o kadar güzel süslediler ki, sözü edilen çiniler, sadece Türk şehirlerinde kullanılmakla kalmayıp, sınırların ötesine taşarak, Avrupa’da da ısrarla aranan süslemeler oldular.

Anadolu’da bu tarzda seçkin eserlerin verildiği keramik merkezlerinin en önemlisi olan İznik, 14. Yüzyıldan itibaren gösterdiği gelişmeyle dikkat çeker. Güneydoğu Marmara’nın bu şirin yöresi, Osmanlı çini-keramik sanatına uzun süre merkezlik etmiştir 14. yüzyıldan itibaren İznik’te üretilmeye başlanan çiniler, Türk- Osmanlı sanatının önemli bir bölümünü teşkil eder İznik keramik sanatı, üç yüz yıl, Osmanlı İmparatorluğu’nun büyümesine paralel olarak gelişmiş, özellikle 16. yüzyılda zirveye çıkarak, çağına damgasını vurmuştur.

Keramik, ilk örnekleri Mezolitik çağın sonlarında karşımıza çıkan, günümüze kadar da önemini koruyarak gelişimini sürdüren sanat dallarından biridir.

Eski Yunanca’da “Keramos” , yani “topraktan yapılmış” anlamına gelen keramik kelimesi, genel olarak düşük ısıda pişirilen çanak-çömlek için kullanılıyor. Tarih boyunca toplumun her kesimine hitap eden bu halk sanatının, mutfak eşyasından başka, yukarıda sözü edilen mimaride kullanılan duvar kaplamaları da mevcuttur ki, bunlara “çini” adı verilir.

Geçmişi tarih öncesi devirlere kadar uzanan bu sanat, hemen bütün kültürlerde önemli bir yere sahiptir.

Nitekim, ömrü 600 yıldan fazla süren Osmanlı İmparatorluğu’nda da, çini-keramik sanatı büyük rağbet gördü, günümüzün en ünlü uzmanlan, İznik çinilerini, dünyanın en nadide antikalan olarak gösteriyorlar. Bundan dolayıdır ki, dünyada konuyla ilgili bütün sergi ve yayınlarda İznik yapımı Osmanlı çinileri, daima ön sıralarda yer alıyor.

İznik keramiğinin ilk ürünleri, “Sgrafitto” tekniğinde bir geçiş dönemi keramiğinden meydana gelir. Bunu “Milet İşi” denilen kırmızı hamur üzerine, beyaz astar ve mavi rengin hakim olduğu serbest dekorlu kera mikler takip eder. Yapılan tespitlere göre, erken devir ürünleri arasında, yine İznik’te üretilen Slip tekniğindeki keramikler de önemli yer tutmaktadır.

Yukanda sözü edilen erken dönemin bu kırmızı hamurlu keramikleri, günlük hayatta kullanılan eşyalar olarak daha sonraları da devam etmekle birlikte, İznik, asıl şöhretini, 16. yüzyılda mavi-beyaz adı verilen keramiklerle sağladı. Beyaz hamur üzerine mavi-beyaz renklerle yapılmış zarif süslemeleri olan bu tip keramiklerin, mavi-beyazdan başka Haliç İşi, Rodos İşi, Şam İşi gibi çeşitleri de vardır. Hepsi aynı teknikte yapılmakla beraber, süslemede küçük farklarla birbirlerinden ayırlırlar. Mesela Haliç işinde süslemeler daha incelmiş, küçülmüş, Şam işinde mor renk ilave edilmiş, Rodos işinde ise mercan kırmızısı ön plana çıkmıştır.

Ne var ki, İznik keramiklerinin bir bölümü, dünya sanat tarihi literatürüne yanlış isimlerle geçmiştir. Nitekim İznik’ten önce, ilk olarak Milet’te bulunduğu için, bu keramikler uzun süre “Milet İşi” olarak tanınmıştır. Yanlışlığa bir başka ömek de “Rodos işi” denilen keramiklerdir. Kanuni döneminde yapılan ve lale, sümbül, gül, karanfil motifleriyle çok renkli olarak süslenen 550 parçalık çini eşyanın bir Fransız tarafından Rodostan satın alınarak Fransa’ya götürülmesi, İznik keramiklerinin uzun süre “Rodos İşi keramik” adıyla, yanlış tanınmasına yol açmıştır.

1964 yılından beri, Prof.Dr. Oktay Aslanapa başkanlığındaki bir kazı ekibinin İznik’te yaptığı araştırmalarla, sözü edilen yanlışlıklar isbatlı olarak düzeltilmektedir. Ayrıca, bu bölgeye keramik sipariş edildiğine dair pek çok belge mevcuttur. Gerek sarayda, gerek halk arasında yaygın olarak kullanılan İznik çinileri için tüccarlar tarafından verilen siparişler, İstanbul’da inşa edilen evlerin yapımında kullanılan çinilerle ilgili belgeler, günümüze kadar ulaşmıştır. Aynca, yine bu dönemlerde batılılar tarafından satın alınarak saklanan eşyalar, o dönem çini sanatının nadir örneklerini oluştururlar. Bu örnekler arasında, bir İtalyan ailesi için hazırlanan ve ailenin armasını taşıyan tabaklarla, Avrupa ülkelerinde gümüş süsler eklenerek kullanılan çini İznik sürahileri de bulunuyor.

İznik çiniciliğinin, lö.yüzyıl sonuna kadar olan gelişmesi, nasıl Osmanlı İmparatorluğu’nun gelişmesine parallel olmuşsa, gerilemesi de imparatorluğun gerilemesine paralellik göstermiştir. 18. yüzyılda kalite ve üretimin iyice düşmesi sonucu İznik’ten İstanbul’a ustalar getirilerek, İznik çiniciliği İstanbul’da yaşatılmaya çalışıldı. Bu amaçla Tekfur Sarayı’nda kurulan çini atelyelerinde üretime geçildi. Ancak hiçbir zaman İznik’in eski dönemlerindeki başarıya ulaşılamadı, ama keramik alanındaki üstünlük, 18.yüzyıldan itibaren bir başka çini-keramik merkezi olan Kütahya’ya geçti.

İşte, dünya sanat tarihi çevrelerinde üstünlüğü zaten bilinen, Türk kültürünün bu alanını dünyaya tanıtmak amacıyla, 1989 yılı Türkiye’de “ İznik Yılı” ilan edildi. 23 yıldan beri İznik’te yapılan “ İznik-Çini Fırınlan Kazıları” nın neticelerinden yola çıkılarak düzenlenen bir sergiyi, Türkiye’yi kültür değerleri açısından pek çok alanda temsil eden Prof.Dr. Nurhan Ataşoy organize ediyor.

İznik Yılı dolayısıyla, Mayıs ayında İstanbul Sultanahmet’te Türk İslâm Eserleri Müzesi (İbrahimpaşa Sarayı)’ nda “Ateşten Doğan Çiçek” adlı bir İznik çinileri sergisi açılacak. Sergide, Türkiye’nin yanısıra, Avusturya, Danimarka, İngiltere, Fransa, Almanya, İsrail, İtalya, Portekiz, Suriye, ABD ve Hong Kong’dan bir süre için getirilen 200’ü aşkın İznik Çinisi de yer alacak.

“Ateşten Doğan Çiçek” sergisinde yer alacak eserleri ihtiva eden bir de kitap hazırlanıyor. Prof.Dr. Nurhan Atasoy’la birlikte bir İngiliz araştırmacı tarafından hazırlanan bu kitapta, yukanda sözü edilen yanlış isimlendir meler, objektif bir bakış açısıyla ele alınarak ilmi olarak düzeltiliyor.

İznik Fotoğrafları

iznik

iznik

iznik

iznik

iznik

iznik

İznik Kadın

Kaynak: YAZI: Mutlu Dursun Fotoğraf: Ahmet Çetintaş

Bu yazımızı okuyan 3.039. takipçimizsiniz.

Fatih Alan

1980 Konya doğumlu. İlk, Orta ve Lise eğitimini Konya'da tamamladı. Amerika Kentucky Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu. Anadolu Üniversitesi Dış Ticaret Bölümü öğrencisi. Yurt içi ve yuırt dışında Yöneticilik, Mali İşler ve organizatör olarak farklı firmalarda görev aldı. Bursa'da Turizm sektöründe Otel'de Yönetici olarak görev yapmakta. Hobileri arasında Motorsiklet, Spor, Kişisel gelişim eğitimleri ve kitap okumak gelir. İngilizce ve Arapça bilmekte, Evli ve bir çocuk babası.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir