İstanbul ve Hayat

Hayat İstanbul’da başladı. İstanbul’um, sevda şehrim benim… Sana ne kadar aşığım, seni ne kadar özledim bilemezsin. Ama içimdeki boşluğu doldurmadın sevda şehrim, sevdalı şehrim… İçimde kocaman bir boşluk var. Sevda boşluğu yaşıyorum kalp âlemimde… Bu değişik bir şey… Boşluğu başka bir şeyle kapatılmayan… Sadece kendisiyle kapatılabilecek bir hal…
İstanbul hem benimsin, hem de hiç benim değil. Senleyken sensizliği yaşıyorum. Sende olmak çok güzel. Ama içimde bir acı, senden ayrılmak acısı. Uzaklara ve çok uzaklara gitmek… Bir kavuşmayı beklemek ve kavuşmanın sevincinin sevinçlerden en büyüğü olması…
Sana kavuşmak bir sevgiliye kavuşmak kadar güzel ve anlamlı… Bağrında yaşanılan onca güzellikler ve yaşanılan acılar…
Bir acım var kalbimde bir yaram, içimde kanayan… Kimsenin elinin değmediği değmesini istemediğim bir yaram…

Hayatın anlamını çözmeye çalışma çabaları… Bu yaranın ve boşluğun karşısında hepsi pes ediveriyor bir anda…
Ne anlamı kalıyor ne de yaşanılmaya çalışılan hayat kareleri. Kaybedilen geri gelmiyor dönüşü olmuyor giden sevgilinin… Ve giden zamanın…
Ne zamana âşık olmalı ne de giden sevgili peşinde koşmalı insan… Yaşayacaksa an be an yaşamalı her şeyi… Zamanı da, sevgiyi de… Ve hasretlere gebeyken yaşam, bir hasret daha koymamalı hayatın köşe başı taşlarına…
Köşe başları taşları bir yerde öylesine durmalı… En dibinde karışmadan, karıştırmadan… Öylesine sapasağlam…
Dimdik durmaya alışığım ben bir yerlerde işte öylesine… Bir şekilde kendi başına… En başta… Ama sessiz ve yalnızlığa alışkın… Bir başına… Kendince… Acılarla ve sevinçlerle…
Ey sevda şehrim, ey sevdalı şehrim bana sevdandan sunmadın, açamadın kalbimi… Sunamadın sevdalı bir buket çiçek… Çiçekleri solmaya mı bıraktın, susuz mu kaldı aşkım? Yoksa yerin en derin dibine mi attım tohumu? Çıkmaya daha mı bir vakit var? Bahar gelmedi mi sevda tohumuma? Günle kavuşmasına çok mu zaman var? Güne âşık değil mi? Güne sevdalı değil mi? Yetmez mi bu firak? Ayrılık acısı oturmadı mı yüreğine? Derin yaralara meftun musun hala? Bana bu acı yetmez mi? Bu firak bu gurbet yetmez mi? Yüreğime acılar ektim derinden… Acılara yalnızlıklara veda zamanı gelmedi mi? Yetmedi mi o âlemde çekilenler?
Ne anlama gelir yaşam bu şekilde?
Martılar alçaktan uçar bu kentte… Martlar sevdalıdır denize ve bir sevda taşır yürekten yüreğe… Martılar çığlık çığlığa ağlar, sevdasını kaybedenlere… Sevda şehrinde sevdasız yaşayanlarının derdine ağlarlar… Ortak olmaya çalışırlar onların acısına… Bir başına uzak şehirlerde yaşamak…
Sevda şehrim sevdalı şehrim… Bir başına özlemle yaşadığım şehrim… Aşkımın şehri aşk şehri…

Bu yazımızı okuyan 948. takipçimizsiniz.

kerime küçük

Hayat hikâyem… Ben Konya’nın Beyşehir ilçesinin küçük bir kasabasında doğdum. Yedi kardeşten beşincisiyim ve ilme âşık tek çocuğum ailemde. Daha çocukluğumda bir tercih yapmak zorunda kaldım ya ilim ya ailem adına… Benim tercihim ilim adına oldu. Şimdi bazen pişman da olmuyor değilim bildiklerimden bir şeyler yapamadığım hayatıma uygulayamadığım, bilinenle yapılan arasında uçurumlar oluşmaya başladığı zaman, küçücük kasabamda hiçbir şeyden habersiz yaşamak acaba daha mı akıllıca bir iş olurdu diye düşündüğüm zamanlar da olmuyor değil… Bazen hasretlik de çok koyuyor… Bir garip gurbetlik yıllarca çektiğim yurt köşelerinde anamın dizinin dibinden uzak geçirilmiş ondört yıl… İşte bir garip gurbetlik… İlkokulu başarıyla bitirdim… Daha ilkokula gitmeden öğretmencilik oyunu oynadım okul bahçesinde… Daha çocukken hayran oldum bu mesleğe ve daha çocukken başladım kitap okumaya… Sınıfımın kitaplığında okumadığım kitap kalmamıştı ilkokul yıllarımda… Kemalettin Tuğcu en çok okuduğum yazardı bir de… Ve ilk defa Çalıkuşu’nu ilkokul 4 e giderken okumuştum sanırım… İlkokul dörtte babamızın kanserden vefatı üzerine anacağım benim hep doktor olmamı istedi… Babamın kanser olduğunu bile bile ameliyat eden doktorlara inat… Hastane köşelerinde yardıma muhtaç insanlara, bir gülümsemeye hasret kalanlara faydam olur düşüncesiyle hayallerinde kızı kerimesi doktor olmalıydı… Ama olmadı isyan bayraklarımı ilk defa evden ayrılmakla çekmiştim zaten… İkinci isyan bayrağımı ise orta 2 de verdiğim bir kararla ilahiyat okuma kararıyla çektim ve ben anamın hayallerine umuduna inat doktor olmadım olamadım… Ben ilahiyat hayranıydım… Gönül doktoru olmalıydım… Kalplere şifa olmalıydım. İnsan bedenen bir defa ölürdü ama ruhen imanen öldüğü zaman o ölünün hali bin beterdi…Ben kalp hastalarına deva olacaktım ben ilahiyatlı olacaktım…. Ve yıllar süren gurbetlik ve Marmara ilahiyat… Yeniden doğuş bir garip yaşam… Ölümle burun buruna geçirilen 2 yıl ve Rabbimin dünyadan nasibimi kesmediğini öğreniş ve sonrada yeniden sarılmak bir şeylere… Ve mezuniyet…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir