Çalışmak ya da çalışmamak: Bebek doğduktan sonra yaşanan kaos

Anne olmak sayısız fırsat ve mutluluğun, karmakarışık duyguların ve elbette pek çok sıkıntının söz konusu olduğu yepyeni bir hayatın kapısını açıyor. Bebek sonrası kariyeri yönetebilmek belki de yaşanan en zor aşamalardan biri.

2015 yılında Danone’un, Ipsos’a Türkiye’de annelerin iş yaşamında yaşadığı sorunların tespiti için yaptırdığı Çalışan Anneler Araştırması’nın verileri bebek sonrası çalışan kadınların nasıl bir sürece girdiğiyle ilgili çok önemli veriler sağlıyor. Araştırmaya göre, kadınların yüzde 40’ı evlendikten ve çocuk sahibi olduktan sonra işi bırakıyor ve bu kadınların yüzde 56’sı “Mutsuzluk, pişmanlık, sıkıntı, güvensizlik, işi özlemek, boşlukta olmak, asosyallik” gibi olumsuz duygular hissediyor. İş yerlerinin sadece yüzde 2’sinin kreş için maddi yardım verdiği, sadece yüzde 5’inde kreş ve sadece yüzde 9’unda süt sağma odası bulunduğu da hesaba katılırsa bebek sonrası çalışmaya devam etmek kadınlar için çok zor denebilir. Çoğu kadının aile bütçesine katkı sağladığı düşünüldüğünde çalışmak hem bir zorunluluk hem de imkansızlık meselesine dönüşüyor. Peki, ne yapmak lazım?

Yeni anne dilemması

Ev dışında çalışmak ya da çalışmamak yeni anne olmuş tüm kadınların yaşadığı bir arada kalma durumu. Aile Psikanalisti Jenny Stuart, hamilelik süresince ve hamilelik sonrasındaki bir yıl içinde kişinin mümkün olduğunca çok seçeneği bir arada bulundurmasının önemine değiniyor. Stuart, “Anne olduğumuzda ne hissedeceğimizi, neye ihtiyaç duyacağımızı bilemiyoruz. İşten sıkıldığını söyleyen, sadece anneliğin tadını çıkartmak istediğini belirten annelerin çoğu kez duruma öfkelendiğini, sıkıldığını ve işe geri dönmek istediğini gözlemliyoruz.” diyor. Bunun yanı sıra çalışmadan duramayacağını söyleyen pek çok annenin evde olmaktan büyük keyif duyarak karar değiştirdiğine de sık rastlanıyor. Bu noktada uzmanlar hamileyken büyük kararlar almamak gerektiğini önemle belirtiyor. Çalışma kararında annenin psikolojisi ve o güne kadar kurduğu network son derece etkili.

Stuart, “Eğer anne çalışmak istiyorsa bu ona suçluluk hissettirmemeli” diyor. Stuart’a göre bebeklerin ona ilgi gösteren ve bakımını dört dörtlük gerçekleştiren bakıcılara ihtiyacı olduğu kadar anne baba ilgisi ve temasına da ihtiyacı var. Yani, annenin çalışmak zorunda olması, bebeğiyle vakit geçirdiği ve ona sevgi ve ilgi gösterdiği sürece önemli bir sıkıntı yaratmıyor, bebek bundan negatif etkilenmiyor. Önemli olan bebeğin ihtiyaç duyduğu her şeyi ona verebilmek. Bunun içinde hem bakım hem de sevgi ve temas var.

Araştırmalara göre durumun gerçek belirleyicisi finansal ihtiyaçlar ve annenin kurduğu network. Eğer anne çalışıyorken ve hamilelik planları yaparken bebek doğduktan sonra nasıl para kazanabileceğine dair bazı planlar yaptıysa, network kurarak ilgili bağlantıları gerçekleştirdiyse evden ya da dışarından çalışabileceği bir iş bulabilir. Ama bunun için sürece önceden hazırlanmak gerekiyor. Bu kararın temelinde ise çalışmaya ya da çalışmamaya duygusal olarak hazır olmak yatıyor. Stuart, “Bebeğiniz için çalışmayı bıraktıysanız ama hissettiğiniz boşluk ve mutsuzluk nedeniyle bunu ona hissettiriyorsanız, evde olmanızın bebeğinize çok da fazla yararı yok” diyor. Buna karşılık çalışan ama bebeğinin ihtiyaç duyduklarını ona verebilen bir anne bebeğiyle çok daha sağlıklı bir ilişki kuruyor” şeklinde konuyu özetliyor.

Annelik çatışması

Uzmanlara göre “Çalışmalı mıyım yoksa çalışmamalı mıyım?” diye düşünen kişiler genellikle anne olmakla ilgili kaygılarının farkında olmayan kişiler. Bu anksiyetenin kökleri ise “İyi bir anne olacak mıyım?” sorusuna uzanıyor. Stuart, istisnalar olmakla beraber çoğunlukla annesiyle sorunlu bir ilişkisi olan kadınların anne olmakla ilgili anksiyetelerinin daha yoğun olduğunu ifade ediyor. Buna göre bu kişiler anksiyetelerini anne olunca çalışmalı mı çalışmamalı mı sorusuna daha çok odaklıyor, akışına bırakmayı daha az becerebiliyor.

Anne savaşları

Çalışmaya geri dönen ya da evde kalmayı seçen annelerin en çok karşı karşıya kaldıkları bir sorun da diğer annelerin onları nasıl algıladığı, yani aslında bir tür sosyal baskı. Stuart, “Yargılamayı seven insanlar çoğunlukla kendi içinde farklı konularda çatışma yaşayan kişiler. Bu son derece kutuplaştırıcı bir etki yaratıyor, çünkü hepimizin ayrı çatışmaları ve sıkıntıları var. Örneğin, evde kalma ve çalışmama kararı verildiğinde anne pozisyonunu savunmak zorunda hissederek hırçınlaşabiliyor. Bu süreçte en çok yapılan davranış bizden farklı davranan ve yaşayan kişileri yargılama yoluyla kişinin içini rahatlatması. Bebek sonrası çalışan ve çalışmayan anneleri eleştiren kadınlar genellikle suçluluk ve kaygılarını bastırmak nedeniyle bu yolu seçiyor. Oysa kimsenin suçu yok, kimse verdiği ya da vermek zorunda kaldığı karar yüzünden kendisini kötü hissetmemeli. Burada kişisel bir durum söz konusu değil, herkese uyan bir doğru ya da yanlış da yok. Tüm kararlar aslında ailenin maddi koşulları ve annenin hissettikleri noktasında şekilleniyor” diyor.

Stuart, kimsenin kimseyi suçlamadığı, yargılamadığı, vicdan yapmadığı ve suçluluk duymadığı ideal bir atmosferin üzerinde durduktan sonra sözlerini şöyle tamamlıyor: “Hayatlarımız mükemmel değil ve de hiçbir zaman mükemmel olmayacak. Annelik de bu hayatın bir parçası. Koşullarımız neyse onu kabul etmeli, ama mevcut koşullar içinde yapabileceğimizin en iyisini yapmalıyız. Denge kurmak her durumda insan psikolojisine en iyi gelen eylem. Denge kurmalı ve hayatlarımızda her koşulda bebeğimizin odak noktası olduğu bir kurgu yaratmalıyız.”

Kaynak: Kariyer / Çiğdem Çalık

Bu yazımızı okuyan 1.213. takipçimizsiniz.

gencyolcular

Genç Yolcu 2005 yılında #BirlikteKeşfedelim sloganıyla Gezi • Kültür • Sanat alanında yayın hayatına başlamıştır. İletişim: bilgi@gencyolcu.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir