Akdeniz’de Altından Bir Ada MALTA

Malta’yı Ziyaret Ederken Amacım Güneşe Doymaktı. Ancak Gördüm Ki Burada Güvenilir, Zengin, Samimi, Modern Ve Küçük Bir Akdeniz Ulusu Var.

Malta’ya ilk ziyaretim… Sıcağı sevenler için nimet konumundaki Valletta’da bir gece kaldıktan sonra surlarla çevrili eski şehir Birgu’ya geçtik. Città Vittoriosa adıyla da bilinen Birgu, Valletta şehrinin hemen güneyindeki ince yarımadada yer alıyor. St. John Tarikatı, denizcilik açısından stratejik önem taşıyan Birgu’yu 1530 ila 1571 yılları arasında  bir üs olarak kullanmış ve yarımadanın burnuna devasa bir hisar (Fort Saint Angelo) inşa etmiş. Adanın askerî savunmaya ve aktivitelere ihtiyacı kalmadığından hisar artık turistlerin gözdesi.

Hem gece aydınlatmasıyla hem de sabah vakti sokaklarda kırılan ilk güneş ışığının etkisiyle altın rengine bürünen kireç taşı binalar, kapı önlerindeki çiçekler, dolambaçlı sokaklar ve sakin hayatıyla göz alan Birgu son yıllarda bir tür çekim merkezine dönüştü. 2015 yılında burada açılan sevimli bir butik otel ve dükkân olan Locanda La Gelsomina’nın sahibi Rossella Frigerio kasabayı şöyle tanımlıyor: “Otantik ve yerel atmosferini koruyan, cezbedici bir yer burası. Yerliler arasındaki bağ son derece kuvvetli. Yerel örf ve âdetler hâlâ devam ediyor.” Frigerio anlatmaya devam ediyor: “Geçtiğimiz birkaç yılda Malta hareketli ve uluslararası bir topluluğa kucak açtı; Avrupa’dan ve daha birçok yerden göçmen aldı. Bu da yıldızlar altında caz konserlerinden yerel grup kulüplerinde bağımsız film gösterimlerine kadar kreatif ve kültürel etkinliklerin ortaya çıkmasına olanak sağladı. Tüm bunlar yerel topluluğun ufkunu genişletti ve bu küçük kaya parçasını bir kültür merkezi hâline getirdi.”

Tarihî Malta

Malta’ya bu ilk ziyaretime geri dönecek olursak… Leziz bir fincan kahve ve Saint Lawrence Kilisesi’ne kısa bir ziyaretten sonra liman civarında bir balıkçı yanımıza yaklaşıp sordu: “İki avro karşılığında sizi körfezin karşısına geçirmemi ister misiniz?” Kabul ettik. Kısa süre içerisinde eski şehir Valletta’nın duvarları etrafımızı sardı.

Ülkenin başkenti Valletta küçücük bir şehir; yalnızca iki kilometrekare genişliğinde, nüfusu da yedi binden az! Şehrin dar sokakları UNESCO koruması altında ve tarihî bir öneme sahip. Kireç taşı barok saraylar özellikle dikkat çekiyor. Önemli yapılardan biri de şu anda başbakanın ofisine ev sahipliği yapan barok başyapıtı Auberge de Castille.

Malta’nın geçmişte takılıp kaldığından endişelenmeye başladığınız an ünlü İtalyan mimar Renzo Piano’nun tasarladığı Parlamento Binası’na denk geliyorsunuz. 2015 yılında açılan bu bina çevreye hiçbir şekilde atık salımında bulunmuyor. Malta’nın yeni Parlamento Binası aslında daha büyük bir projeye dâhil; şehrin tarihî giriş noktası olan Şehir Kapısı ve eski Royal Opera Binası bölgesindeki açık hava tiyatrosu restore edilecek. Bina son derece modern ve heyecan verici. Kireç taşını ana malzeme olarak kullanmasıysa yapı ile şehrin mimari mirası arasında organik bir bağ kuruyor.

Gozo Turu

Barok zarafeti ve çağdaşlığın bu incelikli harmanı oldukça cezbedici olsa da ülkenin gönlümde yer edişi Malta’dan daha küçük ve az nüfuslu Gozo’yu ilk ziyaretimde oluyor. Malta’daki Ċirkewwa Limanı’ndan Gozo’daki Mġarr’a gidiş yalnızca 20 dakika sürdü ve 4.65 avro tuttu. Feribotla yaklaşırken Gozo beni etkisi altına almıştı.

Gozo’daki köyler küçük olsa da kiliseler (aslında katedral demek daha doğru) devasa boyutlarda. Birkaç bin nüfuslu kasabalar tüm ufuk çizgisine hâkim büyük kiliselere sahip. Kırsal bölgelerde kadim tapınaklar ve taş gömütler yer alıyor. Gozo’nun doğu ucunda yer alan Qala köyünde tarih öncesi dönemden kalma Ġebla l-Wieqfa adlı bir taş gömüt yer alsa da asıl tarih öncesi yapı Xagħra’daki Ġgantija Tapınağı. Ġgantija’daki iki tapınak Mısır’daki piramitlerden bile daha eski; MÖ 3200-3600 tarihlerine dayanıyor. Yetişkinler için giriş ücreti 9 avro ve buna kesinlikle değiyor.

Biraz da Sahil Boyu

Plaj deneyimi için yüksek tepe yamaçlarıyla çevrili Xlendi’nin pek az rakibi var. Burada yüzmek ve şnorkelle dalış yapmak başlı başına bir keyif. Su kıyısına kadar uzanan restoranlar körfezle iç içe geçiyor. Bir aile işletmesi olan Ta Karolina’yı denemenizi tavsiye ederim. Sonrasında da harika dondurmalar satan dondurmacıya uğrayabilirsiniz.

Rabat olarak da bilinen Victoria, adanın başkenti ve en büyük şehri. Şehirde en çok ziyaret edilen noktaysa son hâline 1622 yılında ulaşan iç kale. İç kalenin gölgesinde yer alan Ta’ Rikardu’da yerel yemeklerin tadına varabilirsiniz. Köy tabağı (özellikle ev yapımı keçi peyniri ve domatesler enfes) ve bir tabak ravioli sipariş edebilirsiniz.

En iyisini en sona sakladım. Ta’ Cenc platosunda çıkacağınız yürüyüş, güneş Akdeniz’e yavaşça gömülürken muhteşem bir deneyim sunuyor. Bu kaya platosu anıt taş gömütlerle; gökyüzüyse kuş cıvıltılarıyla dolu. Platonun etrafı 145 metrelik tepelerle sarılı.

Ziyaretimde ülkedeki 60 köy festa’sından birine denk geldim. Geleneksel dinî bir festival olan festa; müzik ve havai fişek gösterileri arasında eşsiz bir deneyim yaşattı. Eylüle kadar süren festaları bir kez gördünüz mü, sonraki yılları dört gözle bekleyeceksiniz!

Kaynak: Alex Robertson Textor  Dani Voli , Sylvain Sonnet , Christo Bolo

Bu yazımızı okuyan 45.386. takipçimizsiniz.

Fatih Alan

1980 Konya doğumlu. İlk, Orta ve Lise eğitimini Konya'da tamamladı. Amerika Kentucky Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu. Anadolu Üniversitesi Dış Ticaret Bölümü öğrencisi. Yurt içi ve yuırt dışında Yöneticilik, Mali İşler ve organizatör olarak farklı firmalarda görev aldı. Bursa'da Turizm sektöründe Otel'de Yönetici olarak görev yapmakta. Hobileri arasında Motorsiklet, Spor, Kişisel gelişim eğitimleri ve kitap okumak gelir. İngilizce ve Arapça bilmekte, Evli ve bir çocuk babası.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir