Ahlat Türklerin Kutlu Şehri

Ahlat Doğu Anadolu Bölgesinin, Yukarı Murat –Van Bölümü’nde, Süphan ve Nemrut dağları arasında bulunan plato üzerinde kurulmuş, Bitlis İli’ne bağlı, 34.000 nüfuslu bir ilçe merkezidir. Asya’dan Anadolu’ya(Dolayısı ile Avrupa’ya)uzanan yolların üzerinde bulunması, Doğu Anadolu’ya göre ılıman iklimi, bereketli toprakları, bina yapımına elverişli yapı malzemesi olan Ahlat taşı ve su kaynakları ile tarihin her döneminde bölgedeki büyük güçlerin dikkatini çekmiştir. Bu nedenle tarihi süreç içindeki işgaller ve yağmalamalar, daima önemli yerleşim yeri olan Ahlat toprakları üzerinde kurulan ileri medeniyetlere ait tarihi eserlerin, her el değiştirmede tahrip olmasına neden olmuştur.

Tarihin uzunca bir dönemi ile birlikte özellikle Türklerin Anadolu’yu yurt edinmelerindeki en önemli tarihi tanığı olan ve sinesinde o döneme ait izleri 1000 yıldır büyük bir özenle koruyan Ahlat, her ne hikmetse unutulmuşluğa terk edildikçe direnmiş, ”Ben burada Anadolu Türk tarihinin en önemli tanığıyım.”mesajını tekrarlayıp durmuştur. Yüzlerce yıl sesini önemseyen çıkmamış, evin en sevgili çocuğu olması gerekirken sokağa, kendi haline terk edilmiştir.

Cumhuriyet Dönemi’nde Ahlat tarihi ile ilgili ilk ciddi eserin yazarı olan Abdurrahim Şerif Beygu: “ Hep tarihi olan bu milli mevcudiyet ve asarımızın bu kadar zengin hatırat ve menabiini sinesinde saklayan Anadolu’da diyebilirim ki pek az bir şehir Ahlat derecesine çıkabilir. “demektedir. Beygu yine aynı eserinde Türk Tarihi içinde hazineler değerinde olan bu asar ve mahkukatın şimdiye kadar Türk alemi irfanınca az tanınmış olmasına müteessir olmamak mümkün değildir.” diyerek Ahlat’ın tanıtılması konusunda bir tarihçi olarak kendi üzerine düşeni yapmış ve ‘Ahlat Kitabeleri’ adlı eseri ile yüzlerce yıl sonra Ahlat ile ilgili ilk eser bu şekilde Anadolu Türk tarihiyle ilgilenenlerin bilgisine sunulmuştur.

Ahlat’ta, Urartular ve Urartular’dan önceki dönem ile ilgili ciddi bir araştırma yapılmamıştır. Beygu; Urartuları Turan Kavminden Orarto yahut Lortho oarak tanımlar ve M.Ö. 900 yılında doğudan gelerek Ahlat’a hakim olduklarını yazar. Urartular Tuşba(Van) şehrini kendilerine başkent yapmışlardır. Ancak; Anadolu’da Urartular’ın hakimiyeti Asurlular’dan aldıklarını biliyoruz. Bu nedenle Ahlat’ta, Urartu öncesi Asur egemenliğinin bulunması gerekir.Urartu Devleti Anadolu’daki hakimiyet mücadelesinde zayıf düşünce hakimiyeti altındaki yerlerin bir bölümü M.Ö. 6.yüzyıldan itibaren Medler’in eline geçer Ahlat’ta M.Ö. 6.yüz yıldan itibaren önce Med, sonra da Persler’in hakimiyeti altına geçer.
Persler ile Makedonya Kralı Büyük İskender arasındaki savaşı kazanan Büyük İskender Perslerin elinde bulunan Anadolu toprakları ile birlikte Ahlat’ı da hakimiyeti altına alır. M.Ö. 328’de İskender’in Babil Satrabı Slevkos’a bağlanan Ahlat, daha sonra Partların eline geçer. 395’te Büyük Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasından sonra Ahlat Doğu Roma İmparatorluğu’nun (Bizans İmp.)hakimiyet sahasındaki topraklara katılır.

639 – 640 yılından itibaren bölgeyi Müslüman Arap İmparatorluğu denetimine almak isteyen Halife Hz. Ömer’in El- Cezire kumandanı İyaz Bin Ganem, komutanlarından Halit Bin Velid’i bu alana gönderir. Ahlat bu şekilde feth edilir. Abbasiler’in idaresi zayıflayınca Şehir tekrar Doğu Roma İmparatorluğu’nun eline geçti. 1040 yılından itibaren Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşunu sağlayan Selçuk Bey’in torunları Tuğrul Bey ve İbrahim Yınal, Azerbaycan ve havalisini ele geçirirken aynı kuvvetlerin devamı da Ahlat’ı ele geçirirler. Doğu Roma ile İslam İmparatorluğu arasında zaman zaman el değiştiren Ahlat, bir arada Güney Doğu Anadolu’da bir beylik kurmuş olan Mervanilerin eline geçerse de 1061 yılından itibaren Asya’dan Anadolu’ya göç eden ve kendilerine yeni bir yurt edinmek isteyen Türkler tarafından ele geçirilir.

Anadolu’yu yurt edinmek isteyen bu Türk güçleri Ahlat’ta kurdukları garnizonuyla burayı üs ederek Anadolu’nun diğer yerlerine de akınlar yapmışlardır. Türklerin Anadolu içlerindeki bu ilerlemeleri Doğu Roma İmparatorluğu’nu rahatsız etmiş ve Anadolu’da hakimiyet mücadelesi içindeki bu iki büyük güç 1071’de savaşmışlardır.Alp Arslan Halep’i feth edip Mısır Fatimileri üzerine yürürken Bizans’tan gelen elçi Ahlat, Erciş ve Menbiç şehirlerinin derhal teslimini istemiş. İsteği reddeden Alp Arslan Ahlat’ta bulunan Afşin Bey’den Bizans orduları hakkında bilgi istemiştir. Sultanın henüz gelmediğini sanan İmparator durumu öğrenmek için ermeni kumandanı Basil’i(Basileuks) gönderdi.

Fakat Ahlat Garnizonu bu kuvvetleri esir ve katletmek sureti ile öyle bir yok eyledi ki; İmparatora haber verecek bir kimse kalmamıştı. 1071 yılında yapılan bu savaşta Ahlat’ın ve Ahlat’taki garnizonun önemi çok büyüktür. Savaş bölge coğrafi olarak da incelendiğinde, Ahlat’tan yola çıkan Selçuklu kuvvetleri ile onları Malazgirt Ovası’nda bekleyen Doğu Roma ordusu arasındaki ilk savaşların Ahlat – Malazgirt arasındaki engebeli alanlarda yapılmış olması kuvvetle muhtemeldir. Sonuçta savaşı kazanan Alparslan savaşta yararlık gösteren Ahlatlıların büyük ganimet elde etmesini sağladı.Ardından Ahlat, Selçuklular’a bağlı Diyarbakır emirlerine bağlandı. Bu emirler tarafından kendilerine zulüm yapılması üzerine Alp Arslan’ın amcazadesi, Merent emiri İsmail’den yardım istediler. İsmail adaleti ve iktidarı ile meşhur vezirlerinden Sokman’ı Ahlat’a emir atadı. Bu şekilde Sokman – Sökmen- Sekmen- tarafından 1100 yılından itibaren Ahlat’ta Selçuklular’a bağlı Ahlat Şahlar( Sökmen Şahlar yada Ermen Şahlar da denir.) kuruldu.

1100 – 1207 yılları arasında devam eden Ahlat Şahlar süresince Ahlat’a hakim olanların listesi
Sokman El Kutbi 1100 – 1112
Zahireddin İbrahim 1112 – 1127
Ahmed 1127 – 1128
Nureddin 2.Sokman 1128 – 1183
Seyfeddin Bek Timur 1183 – 1193
Bedreddin Ak Sungur Hezar Dinari 1193 – 1198
Şucaeddin Kutluğ 1198 – 1198
Melik’ül Mansur Mehmed 1198 – 1206
İzzeddin Balaban 1206 – 1207

Malazgirt zaferi ve kısa süre sonra kurulan Ahlat Şahlar dönemi Ahlat’ın “altın çağ”ını yaşatır. Bu dönemde Ahlat batıda Diyarbakır’a, Doğu’da Erzurum’a kadar uzanan geniş bir alana hükmeder. Şehir Türk Kültürünün nadide eserleri ile bezenir. Bu gün Bulanık İlçesi’ne bağlı Abri köyü Ahlat’ın ilim yuvasıdır. Abri ve Ahlat içindeki ilim yuvalarında yetişen bilim adamları Ahlat adını bütün dünyaya tanıtırlar. Ahlat, Belh ve Buhara(bazı kaynaklarda Merv)ile birlikte Kubbet’ül İslam (İslamın Kubbesi) olarak anılır.O zaman nüfus 300.000 civarındaydı.

Orta Çağın büyük şehirleri olan Bağdat, Halep, Şam, Kahire, Musul ne idiyse Ahlat’ta oydu. Çünkü bu şehirlerin müstakil tarihleri yazıldığı gibi Ahlat’ın da tarihi vardır. İbni Ebilmutahhari Ensari’ tarafından yazılıp, Ebilfeda tarafından kaynak alınan “Ahlat Tarihi” kitabı ne yazık ki şu anda nerede olduğu bilinmemektedir. Ahlat Şahlar’dan sonra şehir Eyyubiler’in eline geçer. Bu sırada Doğu’dan Batı’ya doğru bir büyük akın başlar. Moğollar önlerine çıkan bütün kuvvetleri dağıtarak Anadolu’ya doğru ilerlemektedirler. Onların önünden kaçan Harzem Şah Celaleddin Mengübirti Ahlat önüne gelerek şehri kuşatır.

Selçukluların büyük hükümdarı Alaaddin Keykubat Celaleddin’e; kıymetli veziri Kemalettin Kamıyar’ı elçi göndererek Ahlat muhasarasını kaldırmasını ister. Celaleddin’e “ Alim ve zahit diyarı, Türk kültürünün bu güzel şehrini işgal ve tahrip etmesinin kendisine bir şey kazandırmayacağını, kuvvetlerini Moğollara karşı birleştirerek onları Asya’nın doğusuna doğru sürmenin ikisi içinde daha iyi olacağını, Ahlat kuşatmasını kaldırması halinde Selçuklu ordusunun kendisine her türlü yardımı yapacağını “söyler. Ancak Kars ve Ani’yi Gürcülerden kurtardığı için İslam dünyasında büyük şöhret sahibi olan Celaleddin Harzem Şah, ileri görüşlülükten uzak bir tavırla bu öneriyi reddederek Ahlat’ı ele geçirir. Şehir üç gün yağmalanarak tahrip edilir. Bunun üzerine Selçuklu ordusu Harzem Şahlar’ın üzerine yürüyerek onları Yassı-Çimen’de mağlup eder(1230) İki Türk ordusunun bu çarpışması Anadolu’yu yağmalamaya gelen Moğollar’ın işini kolaylaştırır. Celaleddin Harzem Şah’ın, Ahlat ve Erzurum’a karşı giriştiği bu hareketler O’nun İslam dünyasında kazandığı ünü kaybetmesine neden olmuştur.

Ahlat, Harzem Şah işgali ve ardından Moğol Hükümdarı Hülagü’nün komutanlarından Sukal Buğa’nın 1258 tarihindeki işgal ve yağması ile bir daha tarihteki o eski güzel günlerine dönemez. Küçük bir Anadolu Türk kasabası olarak kalır. Karakoyunlu hakimiyeti Timur orduları tarafından bitirilir. Akkoyunlu Uzun Hasan’ın oğlu Maksut, O’nun oğlu Rüstem ve Rüstem’in oğlu Emir Bayındır dönemlerinde Ahlat tekrar canlanmış ve Türk tarihinin nadide eserleri olan kümbetlerle bezenmiştir. Çaldıran Seferine giden Yavuz Sultan Selim’den Tercan yakınlarında kendisine ulaşan Ahlatlılar “Ecdat mezarlarının bulunduğu” Ahlat’ta bir kale yaptırmasını istemişlerdir.

Yavuz Sultan Selim bu isteği olumlu bularak Ahlat’a bir kale yapılması emrini vermiştir. Zaman zaman İran yönetimlerinin de eline geçen Ahlat Kanuni Sultan Süleyman’ın Irakeyn seferi esnasında (1533 yılında) tekrar Osmanlılar’a bağlanmıştır. Kanuni’de Ahlat Kalesi’nin güçlendirilmesini ve bir iç kale yapılması emrini vermiştir.1635 yılnda Revan Seferi’ne çıkan Sultan 4. Murat Ahlat’a uğramış Karmuç(Yeniköprü)da konaklayarak Ahlat’taki ecdat mezarlarını ziyaret etmiştir. 1639 yılında İran’la yapılan Kasr-ı Şirin antlaşması’ndan sonra artık doğu sınırları çok uzun zaman değişmemiş ve Ahlat tarihteki ihtişamından uzak olmasına karşın daima Osmanlı hakimiyetinde kalmıştır. 1914 yılında uğradığı Rus işgalinden 21 Şubat 1916 yılında kurtulmuştur.

Cumhuriyet Devri İdari Taksimi esnasında 1929 yılında Van Vilayeti’ne bağlanmış, 1936 yılından itibaren Bitlis Vilayeti’ne bağlı bir ilçe merkezi olmuştur. Anadolu’ya Türk akınlarının önemli üs merkezi olan ve Anadolu’nun Ebedi Türk Yurdu oluşunda çok önemli bir görev üstlenen Ahlat, sinesinde barındırdığı tarihi eserleri ile tanınmayı beklemektedir.

I. İLÇENİN TARİHİ
A-TÜRK FETHİ ÖNCESİ AHLAT
1-Ahlat Adının Menşei
Ahlat’ın adının menşei hakkında halk arasında hala süregelen bir efsane vardır . Bu efsane şöyledir; “ Van Gölü’nün bu müstesna kıyısında hüküm süren Urartu Kıralı “Lat” Med’lerin saldırısına dayanamayınca şehir düşe ve hükümdar da ağır yaralar alır. Babasının başını dizine koyan hükümdarın kızı “Ah!” çekerek ince ince göz yaşları dökmektedir. Kızın “Ah! Lat , Ah! Lat” diye yükselen feryadı, Med’lerin şehre girmesine kadar devam eder . Urartu Kıralı hayata gözlerini yummuş ancak bilmeyerek çok sevdiği bu şehre ismini vermiştir.”
Şüphesiz bir efsane ama doğrusu hoş yakıştırılmış. Bunun yanı sıra ilçenin ismi islami literatürde “Hilat” olarak geçer .

2-Ahlat’ta Çeşitli Hakimiyetler
Türkiye’de belki de tarihi eserleri açsından eşi benzeri olmayan bir belde konumundaki Ahlat’ın varlığı MÖ. 1500 yılına kadar uzanmaktadır.Asurlular’ın bir uç beyliği olan şehir daha sonra Urartular’a geçiyor. İsmini de bu dönemde alıyor. Şehrin en eski sakinleri olan Urartular buraya “Halads” , Ermeniler “Şaleat” , Süryaniler “Kelath” , Araplar “Hil’at” , İranlılar ve Türkler ise “Ahlat” demişlerdir.

Ahlat’ta paleolotik döneme Tunç Devri’ne tarihlendirilen münferit eserler mevcuttur. Bu dönem esaslı olarak ilmi şekilde araştırılmamıştır . Şehir MÖ.9.yy.’da Asur hakimiyetine son veren Urartuların egemenliğine girmiş ve Urartuların şehirdeki bu hakimiyetleri MÖ.6.yy.’a kadar devam etmiştir. Bu dönem hakkında pek bilgi yoktur.
MÖ.600 yıllarında Medlilerin ve Perslilerin egemenliğine giren şehir daha sonra Anadolu’daki Pers hakimiyetine son veren İskender’in yani Greklilerin hakimiyetine geçmiş , bundan sonra Port hakimiyetine girmiştir.Bu dönemde ayrıca Roma’nın ve Roma’nın ikiye ayrılmasından sonra da Bizans’ın egemenliğine giren şehir miladi 641 yılında burayı islam ordularının fethetmesine kadar Bizans egemenliğinde kaldı.

3-İslam Dönemi
Şehir Hz. Ömer döneminde Cezire fatihi Iyaz bin Ganem tarafından fethedilerek İslam Devletinin egemenliğine girmiştir (641). Ahlat Beyi yapılan antlaşma gereği vergi vermeyi kabul etmiş ve bu antlaşma Hz. Osman döneminde Doğu Anadolu’da harekatta bulunan Habib b. Mesleme tarafından tasdik edilmiştir. Hz. Osman’ın öldürülmesi , Hz. Ali döneminin de karışık geçmesi ve nihayet Hz. Muaviye’nin ölümüyle başlayan iç karışıklıklar sırasında Ahlat halkı da isyan etmiş ancak Emeviler’in Cezire valisi Muhammed b. Mervan tarafından şiddetle cezalandırılmışlardır. Böylece bölge Cezire valiliğine bağlanmıştır. Azerbaycan valisi Cerrah b. Abdullah’ın Erdebil’de Hazarlara yenilip şehit düşmesi üzerine halife , Hişam b. Abdülmelik Said el Haraşi’yi Hazarlarla mücadeleye memur etti (730-31). Ahlat’a gelen Haraşi şehir kapıları kendine açılmayınca şehri şiddetli bir muhasaradan sonra almıştır.

Abbasiler döneminde Ahlat’ta ki mahalli hanedanlar ibka edildikleri gibi idari yapıda aynen korundu. Bu sıralarda Haricilerin Musul ve Diyarbekir civarında faaliyetlerini yaygınlaştırdıklarını görüyoruz. Ahlat’ta zaman zaman onların saldırılarına ma’ruz kalıyordu. Mahalli idarecilerin 851’de Van Gölü ve çevresinde çıkan olayları bastırmaktan aciz kalmaları yüzünden Samerra’dan gönderilen Büyük Boğa asilerin reisi Musa b. Zürare’yi yakalayıp bu bölgede dirlik ve düzenliği yeniden kurdu. Abbasi hakimiyetinin zayıflaması üzerine Bizanslılar 928’de şehri almışlardır. Bundan sonra Ahlat’ta X. yy. sonunda bir Kürt sülalesi olan Mervanoğulları hüküm sürmüşlerdir.

B- TÜRK FETHİNDEN SONRA AHLAT
1-Selçuklular dönemi
Türkler Anadolu’ya geldiklerinde Ahlat dışındaki Van , Erciş, Malazgirt, Bargiri gibi bölgedeki şehirlerin hepsi Bizanslıların hakimiyetinde idi. Ahlat ise Hz. Ömer döneminden beri zaman zaman el değiştirse de müslümanların hakimiyetinde idi. Bu bölgeye karşı Türk akınlarının VIII. yy.’da başladığı bilinmektedir. Bu dönemde buraya hakim olan güç Bizans idi ve bu bölgelere keşif hareketleri düzenleniyordu. Bizans ile askeri mücadele bölgesi uçlar itibariyle Suriye, El-Cezire e Doğu Anadolu ucu idi. Doğu Anadolu ucunda Ahlat ve Erzurum iki önemli şehirdir.
1071 tarihinden evvel büyük bir ihtimalle 1040 tarihinden itibaren Ahlat , Anadolu’ya gelen Türkmenlerin uğrak yeri olmuştur. 1018’de Çağrı Beyin yurt edinmek amacıyla Van Gölü kıyılarına bir keşif harekatı yaptığını, burada Bizans komutanı Senekherim’i mağlup ettiğini ve daha sonra Maveraünnehr’e dönerek buraların fethedilebileceğine dair kardeşi Tuğrul Beye bilgiler verdiğini tarihi kayıtlar kaydetmektedir.

Türkmen Beyleri bu akınlara devam ettiler. Hatta 1040 Dandanakan Zaferinden sonra zaptı zaruri yerlerin başında Anadolu geliyordu. Bu maksada yönelik olarak 1040’dan sonra kurulan Büyük Selçuklu Devletine tabi olan Türkmen Boyları bunlara sağlanacak yer sıkıntısı zuhur edince bu boylar Andolu üzerinde yağma hareketlerinde bulunmaları için yönlendirildiler. Böylece buraya giden Türkmen zümreleri burayı yurt edinmek maksadını taşıdıkları için bir kısmı buralarda yerleşmiş bu da Anadolu’nun fethini kolaylaştıran en önemli amil olmuştur.

İbrahim Yınal 1048 Hasankale Zaferiyle Bizanslıları ağır bir yenilgiye uğrattı. Tuğrul Bey 1054 yılında Ahlat üzerinden gelerek Malazgirt’i kuşattı ancak alamadı.Sultan Alparslan devrinde Ahlat Selçuklu Devletinin Anadoluya düzenlediği seferlerde bir üs vazifesi görüyordu. 1066 yılında Selçuklu Sultanı Alparslan’ın kumandanlarından olan Gümüştekin, Afşin ve Ahmetşah Anadolu içlerine başarılı akınlar yaparak o dönemde bir Türk garnizonu haline gelmiş olan Ahlat’a döndüler. Sultan Alparslan Malazgirt’e Ahlat’an giderek burayı fethetmiştir. İbn’ül Ezrak Malazgirt Zaferine katılan Ahlatlıların zengin ganimetlerle döndüğünü ve bu tarihten sonra şehrin Sultan Alparslan tarafından tayin edilen valilerce yönetildiğini kaydetmektedir.

a-Ahlatşahlar Dönemi (1100-1208)
Artukoğulları , Danişmendoğulları, Mengücekoğulları ve Saltukoğulları gibi Ahlatşahlar da Anadolu’da kurulmuş ilk Türk-İslam beyliğidir. Kurucusu Melikşah’ın amcası Yakuti’nin oğlu Kutbeddin’in Türk ırkından bir kölesi olan ve bu nedenle kendisine “Sökmen-el Kutbi” denilen Sökmendir. Kurucusundan dolayı bu beyliğe Sökmenliler dendiği gibi kurulduğu coğrafi yer itibariyle Ermanşahlar veya Ahlatşahlar da denilmektedir. Ahlatşahlar, Ahlat merkez olmak üzere Erciş, Adilcevaz, Silvan,Malazgirt, Muş, Van, Muradiye, Gevaş, Eleşgirt, Tatvan, Hani, Erzen ve Tebriz şehirlerine hükmediyorlardı.

Türk egemenliğinde en parlak dönemini bu dönemde yaşayan Ahlat kaynaklarda mamurluğu ve zenginliği dolayısıyla ancak Mısır ile mukayese edilebilmekte idi. Yine bu dönemde Ahlat yetiştirdiği ilim, din, kültür ve sanat adamları, mutasavvıf ve zahitleri ile de çok müstesna bir yere sahipti. Bu özelliğinden dolayı şehir Buhara ve Belh ile mukayese edilerek islam dünyasında Kubbe’t-ül İslam adını alan üçüncü belde olmuştur. 1046 yılında Mısır’a seyahat eden meşhur seyyah Nasır-ı Hüsrev ,yolu üzerinde bulunan Ahlat’a uğramış ve burada Arapça, Farsça ve Ermenice konuşulduğunu eserinde kaydetmiştir. Ancak bu durum Ahlatşahlar döneminde değişmiş ve buradaki halkın konuştuğu diller Türçe ve Farsça olmuştur. Bunlar arasında Kürtçe’nin zikredilmeyişi önemlidir.Ahlat XIII. yy.’da tüccarları zengin , çarşıları geniş ve dolu, sanat ve hünerleri çeşitli,hayrat ve meyveleri bol olarak tasvir edilmiş, bahçeler içindeki şehir Şam büyüklüğünde gösterilmiştir. XIII. yy.’da meydana gelen bir depremde buranın yerle bir olduğu ve buradan 120 bin hanenin Kahire’ye göçtüğü hadisesine bakılacak olursa buranın Şam büyüklüğünde gösterilmesi pek yadırganmamalıdır.
Esnaf ve sanatkarların çokluğundan şehirde içtimai ve siyasi hayatta da tesirini kuvvetle hissettiren bir ahi teşkilatı meydana gelmişti. Bunun yanı sıra Hamdullah Kazvini bağ ve bahçeleri bol ve meyvacılığı iyi olan Ahlat’ın İlhanlılara her yıl 51.500 dinar vergi verdiğini kaydetmektedir. Bu dönemde Erzurum’un 22 bin, Bayburt’un 21 bin dinar vergi ödediği hesaba katılırsa Ahlat’ın ne kadar ma’mur ve zengin bir şehir olduğu daha iyi anlaşılır. Tabi ki bunun en önemli sebebi Ahlat’ın ticari ve kültürel zenginliğidir. Buna paralel olarak Ahlat’ta “Fityan” adı verilen teşkilatlı esnaf ve sanatkar birlikleri kurulmuştur. Bu Anadolu’da bir ilktir.
Ahlat’ın Ahlatşahlar döneminde ulaştığı bu muazzam zenginlik başka devletlerin dikkatini çekmiş ve bu yüzden Ahlat birçok devlet arasında hakimiyet mücadelelerine sahne olmuştur. Bu dönemden sonra bu mücadelelerin ilki Eyyübiler ile Ahlatşahlar arasında olmuş ve bu mücadele Eyyubilerin galibiyeti ve Ahlatşahların’da tarihe karışmasıyla neticelenmiştir(1207-1208).
Bu tarihten sonra 1229 yılında Ahlat, Celaleddin Harzemşah tarafından kuşatıldı ve sekiz aylık bir kuşatmadan sonra şehir ele geçirildi ve yağmalandı. Bu felaket üç gün boyunca göraülmemiş bir şekilde devam etti. Bu kuşatma sırasında halkın büyük bir kısmı öldü, bir kısmı da şehri terk ederek sağa sola dağıldı. Sultan Celaleddin’in bu seferi onun islam dünyasındaki şan ve şöhretini alıp götürmüştür.
Celaleddin Harzemşah’ın bu güzide beldeye verdiği zararı Alaleddin Keykubat ile giriştiği 1230 tarihli Yassıçemen savaşında perişan olmakla ve nihayet kaçarken Meyyafarikin dağlarında öldürülmekle ödedi. Türkiye Selçuklu Devleti Sultanı Alaaddin Keykubat bu zaferden sonra devletin hudutlarını bir yandan Tiflis’e kadar genişletirken diğer yandan da Sökmen İlindeki Eyyubi hakimiyetine son vererek Ahlat, Bitlis, Van, Adilcevaz, Malazgirt gibi yerleri ele geçirdi.

Sultan Alaaddin gerek Harzemşah gerekse Moğol istilalarıyla metruk bir şehir haline gelen Ahlat’ta imar ve iskanı yeniden düzenledi. Bu sayede Ahlat’ta emniyet ve refah başladı ticaret faaliyetleri tekrar canlandı. Ancak 1243 Moğol bozgunu bu canlanmaya engel oldu Moğol akın ve yağmaları, tahrip ve cinayetleri medeni sukutu tamamlayan etmen oldu. 1243 yılında Hülagü tarafından ele geçirilen bu şehir 1335 yılına kadar İlhanlıların yönetiminde kalmıştır.Bütün bunlara rağmen Ahlat’ın Olcaytu döneminde bir eyalet merkezi olduğu görülüyor. Buda bize o dönemde de Ahlat’ın önemini muhafaza ettiğini göstermektedir. Ebu Said Bahadır Han’ın ölümünden sonra (1335) Moğollar arasında başlayan mücadelelerden Ahlat bölgesi büyük ölçüde zarar görmüştür.

2-Karakoyunlular ve Akkoyunlular Dönemi
İlhanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra valiler ve emirler arasında el değiştiren Ahlat 1451-1462 yılları arasında Karakoyunluların yağma ve tahriplerine ma’ruz kalmıştır. 1462 tarihinden itibaren Karakoyunlu Cihan Şah Mirza’nın yerini Akkoyunlu Uzun Hasan Bey aldı. Ancak onunda Ahlat üzerindeki hakimiyeti uzun sürmedi . 1473 yılında Fatih Sultan Mehmed Han’ın Otlukbeli Muharebesi’nde Uzun Hasan’ı mağlup etmesiyle yöredeki Akkoyunlu hakimiyeti sona erdi.Ahlat ve civarının egemenliği Akkoyunlular’dan sonra Safevilerin eline geçmişse de bu konuda hemen hemen hiçbir bilgi yoktur.

3-Osmanlılar Dönemi
Yavuz Sultan Selim Han döneminde Şah İsmail ile yapılan Çaldıran savaşı sonucunda Ahlat Osmanlıların hakimiyetine girdi (1514). Bu tarihten sonra Ahlat için yeni bir dönem başladı. Yavuz burayı fethinden sonra göl kenarına bir kale yaptırmıştır. Bu kale Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle Irak seferleri sırasında büyütülmüştür. Bu kalede Osmanlılardan kalma İskender Paşa Camii ve Hamamı ile Kadı Mahmut Camii bulunmaktadır. Ayrıca bu kalenin içinde bir mahalle bulunup Kale Mahallesi ismiyle anılmaktadır.

Şehrin kesin olarak Osmanlı hakimiyetine girmesi Kanuni’nin Irakeyn Seferi sonunda gerçekleşir. Bu sefer sonunda Ahlat, Adilcevaz ve Erciş Osmanlı idaresine girer. Ancak bir süre sonra Şah Tahmasb buraları tekrar ele geçirerek burada tahribata girişir (1548).v Yaklaşık kırk yıl süren Osmanlı-Safevi mücadelesi 1555’te imzalanan Amasya Antlaşması ile son bulmuştur. Fakat çeşitli sebeplerle Moğol istilasından itibaren ehemmiyetini kaybetmeye başlayan şehir Safeviler ve Osmanlılar zamanında Van Gölü havzasının en sönük şehri haline geldi. Van bir eyalet merkezi olurken Ahlat’ta Adilcevaz Sancağının bir kazası haline gelmişti. Şüphesiz bunda istilaların ve depremlerin payı oldukça büyüktür.

Önemli bir şehir olmak kolay değildir. Ahlat’ta önemli bir şehir olmasının sıkıntısını tarihi boyunca çekmiştir. Özellikle 1246 ve 1275-1276 tarihlerinde meydana gelen depremler sebebiyle Ahlat harabeye dönmüştür. Nitekim Amasya antlaşmasından birkaç yıl sonra yapılan tahrirde Ahlat’ın acıklı durumu açıkça görülmektedir. Defterde verilen rakamlara göre şehrin nüfusunun askerler, diğer vazifeliler ve din adamları dışında 1600 civarında olduğu tahmin edilmektedir.

Ahlat Tanzimattan sonra Van eyaletinin Van sancağına, II. Abdülhamid devrinde ise Bitlis vilayetine bağlanmıştır (1892-93) I. Dünya Savaşı dönemine ait bilgilerimiz ise çok kısıtlı. Bu dönemle ilgili bilgilerimizi yaşayan kişilerin hatıralarından öğrenmekteyiz. Mesela I. Cihan Harbinde Ahlat’ın 2000’den fazla şehit verdiği yine hatıralarda zikredilmektedir. Savaş sırasında ve sonrasında bir taraftan Rusların bir taraftan Ermenilerin hücumuna ve katliamına uğrayan yöre halkı binbir güçlükle bu zulümden kaçarak başka illere göç eder. Hatta Ahlat’tan çıkarak Urfa’ya göç eden 93 kişilik bir kafilenin binbir zorlukla Urfa’ya vardığında 13-14 kişiye düştüğü yine hatıralarda zikredilir .

1916 yılında I. Cihan Harbinin bütün hızıyla devam ettiği bir dönemde Ruslar geçtikleri yerleri talan ederek Ahlat’a varır. Akşam saatlerine doğru şehre yaklaşan Rus birlikleri kısa süre sonra asıl birliklerle birleşerek Ahlat’ın girişinde mevzilenirler. Akşamın alaca karanlığında karşıda görülen manzara müthiştir. Dev bir ordu kendini gizleme ihtiyacı bile duymadan Ruslar’ın tam önünde dimdik durmaktadır.

Rus komutanının emriyle yoğun bir yaylım ateşi başlar. Fakat beyhude karşı tarafta hiçbir hareket yoktur. Ne kaçarlar ne de gizlenirler. Onca kurşuna rağmen yerlerinden bile kıpırdamazlar. Ateş emri tekrarlanır ancak karşıdaki manzara değişmez. Rus Ordusu karanlığın koyulaşmasıyla ateşi keser ve sabahı beklemeye başlar. Günün ilk ışıklarıyla gördükleri manzara karşısında adeta şok geçirirler. Koca Rus Ordusunu durduranlar her biri insan boyundan uzun mezar taşlarıdır.

Bu bir hikaye değil I. Cihan harbinde Ahlat’ta meydana gelmiş ve hala anlatılan yaşanmış bir gerçektir. Şahitleri ise her biri birer sanat şaheseri olan mezar taşlarındaki kurşun izleridir. Düştükleri bu gülünç durum, Rusların duygularını mezar taşlarına karşı kine dönüştürür ve o güzelim abideleri açtıkları yolların menfezlerinde kullanırlar. Bu mezarlarda çok büyük tahribatlar yaparlar ancak işgal fazla sürmez yaklaşık bir yıl sonra mezarlıklarına bile yenildikleri bu toprakları terk edip giderler.
4- Cumhuriyet Dönemi
Bu dönemle ilgilide kaynak bilgi ve belgelere ulaşamadık . Yine hatıralar ışığında hareket ederek dönemle ilgili bilgi vermeye çalışacağız. Devlete ve millete karşı bağlılığını tarihinin her devresinde koruyan Ahlat, I. Cihan Harbinde bu hususiyetinden dolayı gerek Ermeniler ve gerekse Ruslar tarafından eziyetlere, katliamlara ve işkencelere tabi tutulmuşlardır. Milli mücadelede yararlılık gösteren şehirlerin yine içindedir Ahlat. Hatta Ahlat ve Ahlatlı’nın bu tavrından dolayı Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından buraya iki kez telgraf yollanmış ve Ahlatlı tebrik edilmiştir. Ancak bu telgrafların nüshaları şu anda mevcut değildir.

a-İzzet Bey İsyanı;
Cumhuriyetin ilanından sonra 1924 yılında Ahlat tekrar ilçe olmuştur. Bu dönemin en kayda değer hadisesi İzzet Bey isyanıdır. Bir kürt beyi olan İzzet Bey bu bölgedeki karışıklıkları fırsat bilmiş ve Muştan gelerek Ahlat’ı almayı tasarlamıştır. Bu maksatla gelen İzzet Bey’in dört adamı kaymakam konağına girerek kaymakamı koltuğundan kaldırır ve yerine otururlar, ardından da kaymakama hakaretler ederler. Bunu duyan 7’den 70’e tüm Ahlatlı kaymakam konağının avlusuna toplanır. Bu esnada halkın büyük sevgisini kazanmış bir çavuş olan Hamza Çavuş içeri girer ve bunları kovar. Ve onlara “Ahlatlı bu Ahlat’ı size vermez , vermeyecektir!” , der. Ve nihayetinde gerçekleşen isyanda Ahlat halkının devlete olan bağlılığı sayesinde kısa sürede bastırılır. Böylece , Ahlat büyük bir badireyi daha ucuz atlatmış olur. Bu anlattığımız hadise Ahlat’ın tanınmış simalarından Deveci Hüseyin lakaplı Hüseyin Deveci’nin sözlü hatıralarından derlenmiştir.

C-AHLAT’TA TÜRK MEDENİYETİ
1-Ahlatlı Sanatkarlar
Tarihin eski devirlerinden beri daima çeşitli devletlerin gözdesi olan Ahlat , bulunduğu stratejik konumu itibariyle de birçok devletin iştahını kabartan bir belde olmuştur. Bu yüzden birçok devlet arasında el değiştirmiş , uğrunda devletler yıkılıp devletler kurulmuştur. Ahlat en parlak devrini Türk hakimiyetine girdikten sonra, Türk hakimiyetinde en parlak dönemini de Ahlatşahlar devrinde yaşamıştır ( 1100-1207).

Ticaret ve ilimin zirvede olduğu bu dönemde Ahlat’ta birçok ilim adamı ve sanatkar yetişmiştir. Bu yönüyle Ahlat , islam dünyasında Belh ve Buhara gibi büyük islam beldelerinden sonra “Kubbet’ül-İslam” lakabıyla anılan üçüncü büyük belde ünvanını da almıştır. Burada yetişen sanatkarlar Anadolu’nun çeşitli yerlerinde, çeşitli yapılara da imzalarını atmışlardır. Bugün Anadolu’nun doğu ucunda Ahlat , Erzurum, Erzincan, Harput, Hısn-ı Keyfa, Mardin, Diyarbakır ve Malatya’daki tarihi eserler bu toprakların hakiki sahiplerini tüm dünyaya ispat edebilecek kudrettedir.

Tarihimizde kılıçla kalemi en iyi kullanan bir Türk şehri olan Ahlat , aynı zamanda “Anadolu’nun kapısı Türkiye’nin tapusu” olarak da zikredilmektedir Ahlat mezar taşlarındaki kitabelerde isimleri geçen sanatkarların Abdurrahim Şerif Beygu ve Prof. Dr. Beyhan Karamağaralı hocalarımız yaptıkları araştırmalar neticesinde tespit etmişlerdir. Bu bilim adamlarımızın tespit ettikleri sanatkar isimlerini buraya aynen alıyoruz.

a-El-hacc Mekki b. El- Hilati
Konya Alaaddin Camii’nin minberini yapmış olan büyük bir sanatkardır. Bu Ahlatlı sanatkarların ağaç işçiliğinde de ileri olduklarını göstermektedir.

b-Hürşah El-Hilati
Sivas-Divriği Ulu Camii ve Darüşşifa’sını yapan sanatkardır.

c-Ebu-Nema b. Mufaddalu’l Ahval El-Hilati
Tercan’daki Mama Hatun Türbesi’nin mimarıdır.
d-Esed b. Haven El-Hilati
Gevaş Halime Hatun Kümbeti bu sanatkarın eseridir.

e-Kasım b. Üstad Ali
Ahlat mezartaşları üzerinde imzası bulunan bir sanatkardırlar. Aynı zamanda Ahlat’ın en güzel kümbetlerinden biri olan Erzen Hatun Kümbeti’nin de mimarıdır.

f-Osman b. Hasan
Adı bilinen ilk sanatkar olan Osman b. Hasan, aynı zamanda XIII. ve XIV. asır Ahlat ve çevresi ekolünün klasik addedilebilecek şahide kompozisyonunu ana hatlarıyla tespit eden ilk sanatkardır.

g-İbrahim b. Kasım
Sanatkarın baba isminin “El-Kasım” olarak kaydedildiği iki eser tanımaktayız. İkisi de Meydanlık Kabristanı’nın doğu kısmındadır. Bu sanatkarın, 1217-1222 tarihli silindirik sandukalı iki lahid yapmış olan “İbrahim” isimli taş ustası ile aynı şahıs olması kuvvetle muhtemeldir.

h-Hasan b. Yusuf
Klasik şahide kompozisyonunun öncülerindendir. Motifleri kaba ve iridir. Küçük ölçülerde eserler vermiştir.

I-Muhammed Davud
Henüz tek bir eseri ortaya çıkarılan bu sanatkar XII. asrın ilk çeyreğinde çalışmıştır.

i-Ahmed El Müzeyyin
Bu sanatkarın eserlerine Ahlat Meydanlık Kabristanında ve Reşadiye’de Çerkgilan Mezarlığında rastlamaktayız. Bu sanatkar yeni bir lahid formu , yeni kompozisyon ve motifler getirerek bir hamle yapmıştır.

j-Üveys b. Ahmed
Ahmed El-Müzeyyin’in oğludur. Eserleri Meydanlık Kabristanının Kuzey-Doğu kısımlarıyla “Kadılar Mezarlığı” denilen kısmında bulunmaktadır. Bu sanatkar da babası gibi yeni bir takım şekil, motif ve kompozisyonları denemiştir. Muhammed ve Asil isimli iki oğlu devrin en önemli ustalarındandır.

k-Esed b. Eyyub
Ahlatlı sanatkarlar içinde en orijinal ve en büyük olanlarından biridir. Üveys b. Ahmed’in talebesi olan bu büyük sanatkarın eserlerine Meydanlık Kabristanı ve Taht-ı Süleyman Mahallesi’ndeki mezarlıkta rastlamaktayız.

l-Cuma b. Muhammed
Meydanlık Kabristanında halen üç eseri bulunan sanatkar XIII. asrın son çeyreğinde çalışmıştır.

m-Asil b. Üveys
Üveys b.Ahmed’in oğlu, Esed b. Eyyub’un da talebesi olan bu büyük sanatkar XIII. asrın sonu ve XIV. asrın ilk yarısında eserler vermiştir. Eserleri Meydanlık Kabristanı ve Taht-ı Süleyman Mahallesi mezarlığında çok sayıda bulunmaktadır.

n-Muhammed b. Üveys
Üveys b. Ahmed’in oğlu olup eserlerine sadece Meydanlık Kabristanında rastlanmaktadır.

o-Havend b. Bergi
Eserleri Meydanlık Kabristanı ve Taht-ı Süleyman Mahallesi mezarlığında bulunan sanatkar Esed b. Eyyub’un talebesidir.

ö-Esed b. Havend
Devrinin en büyük taş ustalarından biri olan sanatkar, Havend b. Bergi’nin oğludur. Eserlerine Meydanlık Kabristanı ve Taht-ı Süleyman Mahallesi mezarlığında rastlamaktayız.

p-Hacı Yusuf b. Miran
Daha ziyade orta tabakanın mezarlarını yapan sanatkarın eserlerine Meydanlık ve Taht-ı Süleyman Mahallesi mezarlığında ve Gevaş’ta Halime Hatun Kümbeti civarında bulunan kabristanda rastlamaktayız.

r-Hacı Miran b. Yusuf
Sanatkarın Meydanlık Kabristanı ve Taht-ı Süleyman Mahallesi mezarlığındaki eserlerinden başka Norşin (Güroymak)’de de iki eseri bulunmaktadır. Babası Yusuf b. Miran , amcası büyük üstadlardan Mirçe b. Miran olan sanatkarın Muhammed b. Miran ismindeki sanatkar da oğludur.

s-Hacı Mirçe b. Miran
Eserleri, Meydanlık Kabristanının daha ziyade “Kadılar Mezarlığı” denilen kısmı ile batı ucunda toplanmıştır. Ağabeyi Yusuf b. Miran olan sanatkar devrin en tanınmış kişilerinin mezarlarını işleyen sayıları sınırlı büyük üstadlardan biridir.

ş-Muhammed b. Miran
Meydanlık Kabristanında iki eseri bulunan bu sanatkar eserlerini XIV. asrın son çeyreğinde vermiştir.

t-Ahmed
Meydanlık Kabristanında tek eseri bulunan bu sanatkar “Erzen Hatun Kümbeti”nin mimarı Kasım b. Üstad Ali’nin talebesidir.

u-Buus b. Şemsik ed-Darbabi El-Hilati
Meydanlık Kabristanının kuzeyinde iki eseri bulunan bu sanatkar eserlerinde itinalı işçiliği ve teferruattan kaçınması ile dikkat çeker.

ü-Kasım b. Muhammed
Bir Akkoyunlu sanatkarı olduğu tahmin edilen bu sanatkarın eserlerine Meydanlık Kabristanında Kadılar Kabristanı mevkiinde rastlamaktayız. Bütün bunların dışında Kayseri-Nevşehir yolu üzerindeki “Alay Hanı”’nı yapan sanatkar da yine Ahlatlı bir sanatkardır.

2-Ahlatlı Bilim Adamları
a-Muhezibiddin b. Hübel
Ahlat Şahı İbrahim’in değer verdiği bu ilim adamı tıp ve edebiyatta meşhur idi. Aynı zamanda bu alim , Bağdat’ta devrin meşhur tabibi yahudi asıllı Ebul Berekat’ın talebesi idi.

b-Ebu Ali el-Ahlati
Felsefenin esasları ve şerhinde üstad sayılırdı. Onun “Adaletin hakemi insaftır.” sözü meşhurdur.

c-İbrahim b. Abdullah
Kimya biliminde ve lacivert boyası imalinde şöhret bulmuştur. Tıpta da mahir olan bu zat Memlük sarayında saygı görmüş, Halep Emiri’nin oğlunu tedavi ederek kendisine bolca para verilmiştir.
1322’de Halep’te öldüğü zaman kendisine büyük cenaze töreni tertip edilmiş ve eşyaları arasında çıkan kimya aletlerini kimse kullanamamıştır.

d-Muhammed b. İbad b. Davud-ul Hilati
Alim olan bu zat Kahire’de Medrese-i Seyfiye’de müderrislik yapmış , 1254’te ölmüştür.

e-Mehmed b. Ahmed
Vaiz ve hatib olan bu zat sohbetleriyle ünlü idi.

f-Şeyh Seyyid Hüseyin-i Ahlati
Şeyh Bedreddin’in hocasıdır. Şeyh Bedreddin hocasından aldığı dersler ile Timur’un ulemaya sorduğu sorulara cevap vermiş, Timur’da onu ulemanın büyüğü addetmiştir. Ahlatlı Hüseyin, devrinde Mısır ve diğer büyük şehirlerde ulemanın en ileri gelen ismidir.

g-Fahreddin Ahlati
XIII. asırda Meraga’da meşhur astronomi alimi Nasireddin Tusi ile birlikte çalışan Türk alimlerinden biridir.

h-Vahideddin Ebu Hamidül Hilati
1339’da doğmuştur. Kuran’ın kıraat ilmine vakıf olup bu konuda birçok alime ders vermiştir.
I-Ahmed b. Yusuf-ul Hilati
Muhibüddin lakablı bu zat İbni Kulhi ve Dimyati gibi alimlerden hadis rivayet etmiş meşhur ulemadandır. 1395’de vefat etmiştir.

i-Takuyiddin Osman b. Siyavuş
Yazı sanatı ve fıkıhta önemli bir üne sahip olup Kuran’ın kıraat ilminde yedi tul’a sahip idi. 1336’da ölmüştür.

J-Dede Maksut
XV. asır ulemasından olup, Evliya Çelebi “Menakıb-i Evliya” adında bir eseri olduğunu yazmaktadır.

k-Ali b. Ömer’ül Hilati
Ahlat’tan Mısır’a gitmiş, İbni Revah, Ebu’l Hüseyni b. Abik gibi asrın ulemasından ders okumuş ve Mısır uleması arasına girmiştir.

l-Ahlatlı Şair Herai
1780 tarihinde yaşadığı bırakmış olduğu şiirlerinden anlaşılmaktadır.Şairin hayatı hakkında pek bilgi yoktur.

m-İzzeddin Hubel
Tıp alanında ün salmıştır. Sultan Alaaddin Keykubat’ın tedavisi için Malatya’ya gelmiştir.

n-Hüseyin El-Ahlati
Kimyagerlikteki mahareti dolayısıyla “Laciverdi”lakabıyla tanınırdı. Kimya ve tıp ilimlerinde esrarlı bir kudrete sahip olduğuna inanılırdı. Hatta bu yüzden halk arasında veli olduğu kanaati vardı.

3-Ahlat’ta Halk Arasında Bilinen ve Kaynaklarda Rastladığımız Evliyalar
Yukarıda saydığımız ilim adamları dışında Ahlat’ta, XIII. ve XIV. asırlarda yaşamış ve burada hala türbeleri bulunan evliyalarla ilgili bilgilere A. Ş. Beygu hocamızın “Ahlat Kitabeleri” isimli eserinde rastlamaktayız. Bu bilgileri hocamızın eserinden aynen aktarıyoruz.

-Uludere Köyünde; br> Börklü baba ve Abdullah-ül Ensari .

-Tunus Mahallesinde;
Sarı Baba, Kara Üryan Baba, Baba Mahmud, Hızır Baba, Kerami Baba.

-Ergezen Mahallesinde;
Baba Mecid, Koç Baba, Pehlivan Ali, Latif Baba, Mehmet Can Baba,Sultan Emir.

-Azat Kavak Mevkiinde;
Karakol Baba, Ak Mahmut, Çıplak Baba, Saçlı Baba.

-İki Kubbe Mahallesi Meydanlık Mezarlığında;
Şeyh Abdurrahman Molla Müstecab.

-Taht-ı Süleyman Mahallesinde;
Kudusi Baba, İpek Baba, Seyyid Hüseyin,Kul Hamza, Postlu Baba.

-Taht-ı Süleyman Mahallesi Aldeste Mevkiinde;
Sultan Seyyid ve Arkadaşları.

-Kırklar Mahallesinde ;
Eş-Şeyh Molla Ahmed Baba, İbrahim Baba Şeyh
Halk arasında hala mümtaz bir yere sahip olan bu zatlar hakkında efsanelere rastlayabilirsiniz. Bu zatlar hicretin VI. ve VII. asırları arasında yaşamış halk mürşidi “Türk Alperenleri” dir.

Bu yazımızı okuyan 2.551. takipçimizsiniz.

Hüseyin Selimli

1984 Sivas,Gürün doğumlu.Eğitim hayatını Hatay da tamamladı. Hatay Mustafa Kemal üniversitesi Endüstriyel Elektronik bölümü mezunu.Demir Çelik, Enerji ve Maden sektöründe faaliyet gösteriyor. Evli ve 2 çocuk babası.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir