Türkiye’de umut veren 100 şey

Uzun zamadır takip ettiğim Newsweek Türkiye dergisi 100. sayısına ulaştı, Türkiye’de umut veren 100 şey, İnsanlardan olaylara, yeni fikirlerden kurumlara… kadar uzanan bir yazı yayınladı ve bu yazıyı sizlerle paylaşmak istedik bu vesile ile Genç Yolcu ekibi olarak Newsweek Türkiye’ye başarılar diliyoruz. Herkesi bazen, bazen herkesi aldatabilirsin ama her zaman herkesi aldatamazsın, sözlerini doğrularcasına kendine güvenen, telkinlere tereddütle yaklaşan bir toplum oluşuyor, toplumsal kabuk değiştiren Türkiye’de. Umut, yıllardır apolitik diye baktığımız genç kuşaklarda. Onların şu ya da bu partinin peşinden gitmemesinde, sloganlarla uydulaşmamasında. Düzenin oyununu oynamayarak düzeni gayrimeşrulaştırmalarında, düzeni değişime mahkûm kılmalarında. Gençler, çocukluklarından itibaren savaşlarla dolu “Bu dünya adam olmaz” tarihini okudular. Onlara hep şu sahte umudu verdik: “Gençler dünyayı size emanet ediyoruz.” Bu hem düzenin iflas edişinin hem de gençlerden kaypak bir şekilde özür dilememizin ifadesi.

Umutsuzluk, devrettikleri dünyadan utanmadan, gençlerin önünde bu dünyada yaşanmaz, böyle gelmiş böyle gider diyenlerde. Geçmişte gençler dünyayı değiştirmek için isyan ederdi. Egemen düzenin karşısında günümüzde böyle bir başkaldırma yok. Gençler, dünyayı değiştirmenin cefasını çekeceklerine, kafalarına düzenin coplarını yiyeceklerine, ekran başında yeni bir dünya yaratıyor, bu dünyayı istedikleri gibi yönlendiriyor, istedikleri rolleri oynayabiliyorlar.

100: Zeytinyağı

artık hafifleme zamanı. Çünkü yakın gelecekte dünya zeytinyağı üretiminin yüzde 20’sini Türkiye gerçekleştirecek. Son 15 yılda Türkiye’de 70 milyon yeni zeytin fidanı dikildi. Eskiden pamuk tarlalarıyla dolu Çukurova’da bile artık devasa zeytinlikler göze çarpıyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre, Türkiye’de 153 milyon adet zeytin ağacı mevcut. (10 hektarın altındaki zeytinliklerle 180 milyon.) Bu, Türkiye’nin İspanya’dan sonra dünyanın ikinci en büyük zeytin ağacı varlığına sahip olması demek. Bu rakamlar dört, beş yıl sonra Türkiye’nin zeytinyağında yıllık 600-650 bin tonla dünyanın en büyük üç üreticisinden biri haline geleceğine işaret ediyor (bugün üretimde Türkiye 5. sırada). (Yazı: Aydın Albayrak)

99: Ankara – İzmir Otoyolu
Yolun sonu tek Pazar…

İngiltere’nin dünyada kapitalizmi ilk yerleşik hale getiren ülke olmasının nedeni, yerel pazarlarını büyük ticarete uygun karayollarıyla birleştirerek ulusal pazarını kurabilmesidir. Türkiye, kapitalist ulusal pazarını kuracak nitelikte bir yol şebekesini inşa etmekte gecikti. 549 km’lik Ankara-İzmir Otoyolu projesi, Türkiye’nin ekonomik bütünleşmesini ve yerel pazarların bağlantısını sağlamaya yönelik çok önemli bir adım. Yapılması planlanan Aydın-Antalya, Afyon-Antalya ve Sivrihisar-Bursa otoyollarının belkemiğini oluşturacak olan Ankara-İzmir otoyolu, tüm İç ve Batı Anadolu’yu eklemleyerek müthiş bir entegre tek pazar haline getirmeye aday. İzmir, Ankara ve İstanbul gibi üç büyük üretim ve tüketim merkezi ile İzmit-Adapazarı-Bolu sınai-tarımsal üretim bölgesinin birbirine tam bağlanması, Türkiye’nin neredeyse yarısı kadar olan bir bölgenin iç kesimlerinin ulusal pazarla bütünleşmelerini sağlayacak ve büyük bir ekonomik patlamaya neden olacaktır. (Yazı: Mehmet Ali Kılıçbay)

98: Turgut Erçetin
Klasik Batı müziği mi dediniz?

1983 doğumlu Turgut Erçetin’e genç müzisyenler kuşağının Beethoven’ı desek abartmış mı oluruz?
O bir besteci, geçen yıldan bu yana ABD, California’da yaşıyor, Stanford’da çağdaş klasik müziğin yaşayan en büyük bestecilerinden Brian Ferneyhough ile çalışıyor. Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından
bestelediği Unseen, Unspoken, Unheard isimli çalışması, İstanbul’dan sonra Almanya ve Hollanda’da çalındı. Bestelerini hazırlamadan önce ses spektrumunu inceliyor ve analizler yapıyor, eserlerinde gırtlak seslerine, yerlilerin kullandığı enstrümanlara yer veriyor. Erçetin’i dinleme imkânı arayanlar için sırada Edinburgh, Chicago, New York ve İstanbul Borusan Müzik Evi’ndeki performanslar var. (Yazı: Kaya Genç)

97: Çocuk istismarını önleme ve izleme kurumları
Onları korumak için…

On yıl önce çocuk istismarları, özellikle ensest konulu haber yazmak bile tabuydu. Bazen taciz göz ardı edilemeyecek kadar büyük boyutlara ulaştığında ya da bir annenin, duyarlı bir, iki akraba veya komşunun şikâyetiyle durum adli mercilere yansırsa bu kez çocuk soruşturma adına aynı travmaları defalarca yaşıyordu. Bu konunun umut veren nasıl bir yanı olabilir ki? Ama ülkenin farklı bölgelerindeki birkaç uzman sayesinde artık mevcut tablo biraz da olsa değişiyor. Samsun’da 2005’te 19 Mayıs Tıp Fakültesi bünyesindeki Çocuk İstismar ve İhmalini Önleme ve İzleme Komisyonu’nun kurulduğu günleri hatırlayın. İlk günlerde sanki ülkenin tüm çocuk tacizcileri Karadeniz bölgesindeymiş gibi geliyordu. Benzer komisyonlar Kocaeli’de, Kayseri’de, İzmir’de ve daha farklı şehirlerdeki tıp fakültelerinde kurulmaya başladıkça ülkenin genelinde durumun Karadeniz’den farkı olmadığını anladık. Çocuk istismarı her yerde. Öyle ki son araştırmalara göre on çocuktan en az biri aile içinde ya da dışında istismara uğruyor. 19 Mayıs Tıp Fakültesi’ndeki komisyonun kurucusu Doç. Dr. Ahmet Turla bu çalışmalar sayesinde hekimlerin artık daha duyarlı, daha uyanık olduğunu belirtiyor. Üstelik artık çocuklar karakol, adli tıp, jinekolog, savcı ve daha pek çok kişi ve kurum yetkilisiyle muhatap olmak zorunda kalmıyor. Çünkü komisyonların bir görevi de tüm muayene ve işlemleri tek elden ve çocuk psikiyatrları gözetiminde yürütmek. Ayrıca bu yıl Unicef’in desteğiyle 12 ilde daha çocuk koruma merkezleri kurulacak.(Yazı: Aslı Ortakmaç)

96: Nano-Türkiye
Küçülürken büyüyen teknoloji…

2008’de ulusal nano teknoloji Araştırma Merkezi’nin (UNAM) Bilkent Üniversitesi’nde hizmet vermeye başlamasıyla beyin göçü tersine döndü. Yabancı ülkelerdeki genç bilim adamlarımızı, ülkemize geri döndürmekte kararlıyız. UNAM’ın proje yöneticisi Prof. Dr. Salim Çıracı, "Dünyadaki yarışa katılıp önde koşabilmesi için Türkiye’nin nano teknolojiye ciddi kaynaklar ayırıp çok sayıda uzman yetiştirmesi gerekiyor" diyor. Bu bağlamda, ABD’de ve Avrupa ülkelerinde deneyim kazanmış, çok sayıda araştırmacının önümüzdeki 4, 5 yıl içinde UNAM kadrosunda yer alması bekleniyor. Gerçekleştirilen bazı projeler (hidrojen enerjisinin kullanımında verimli depolamayı gerçekleştirebilecek yöntem ve sayısal işlem yapabilen moleküller) şimdiden dış basında da adımızı oldukça duyuruyor. UNAM Direktör Yardımcısı Prof. Dr. Engin U. Akkaya’nın, UNAM’da gerçekleştirdiği "sayısal işlem yapabilen moleküller" sayesinde, hastalığın moleküler düzeydeki ilk belirtileri ortaya çıkınca aktive olabilen ilaçların bir prototip tasarımı elde edildi bile. UNAM bu gidişle hedeflediği gibi resmi olarak ulusal merkez statüsüne kavuşabilir. (Yazı: Selin Pişkiner)

93: Bahçeşehir Fen ve Teknoloji Lisesi
Burası da lise…

Bahçeşehir Fen ve Teknoloji Lisesi Türk milli eğitim sisteminde, müfredatı, öğrenci seçimi ve eğitim modeli ile atipik bir örnek. 2006’da mevcut sistemde yer alan fen liselerine bir alternatif olarak kurulan lisede benzerlerinde uygulanan programa ek olarak, genetik, bilgisayar bilimlerine giriş, programlama, mekatronik sistemleri, bilgisayar ağları, web programlama, java ile programlama, demokrasi ve insan hakları, girişimcilik, bilgi kuramı, astronomi ve uzay bilimleri gibi dersler veriliyor. 18 laboratuarından biri 24 saat açık tutuluyor. Türkiye’nin dört bir yanından gelen öğrenciler karşılıksız yüzde 100 bursla ve hemen hepsi yatılı okuyor. Kurulan altyapı, öğrencilerin kişisel farklılıkları ve yeteneklerini ortaya çıkaran, bu farklılığa göre öğrencileri, öğretmenleri ve velileri yönlendiren programı, müfredatı ve üniversiteyle yapılan işbirliği sayesinde Türkiye’de kurulacak yeni fen ve teknoloji liselerine örnek olacak nitelikte. (Yazı: Zehra Peşken)
(Peşken, TÜBİTAK MAM Gen Mühendisliği ve Biyoteknoloji Enstitüsü’nde Kalite ve Eğitim sorumlusu.)

92: Mevlüt Çavuşoğlu
800 milyon kişiyi temsil ediyor…

Ocak 2010’da, Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanlığı’na seçildi. Aslında Meclis’e girdiği 2002’den beri BM’den AB’ye pek çok uluslararası kurumla ilgili çalışmalarda çok faaldi. Buna hazırlıklıydı da. ABD’deki yüksek lisansından sonra AB alanında çalıştı, London School of Economics’te "Çevre Ekonomisi ve Sürdürülebilir Kalkınma" doktorası yaptı. Oldukça başarılı bir performans sergileyen Çavuşoğlu yalnız sayılmaz: NATO Genel Sekreteri Fogh Rasmussen’in yardımcısı Hüseyin Diriöz; İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri de Ekmeleddin İhsanoğlu gibi isimlerin artması artık çok da şaşırtıcı olmayacak. (Yazı: Semin Gümüşel Güner)

91: Eğitime destek kampanyaları
Şimdi okullu olduk…

– 680.000: Son 10 yılda 11 kampanyanın* bursuyla okula gidenlerin sayısı
– 433.000: Eğitime kazandırılan kız öğrenci sayısı*
– 300.000: Okula gitmeyi bekleyenler*

* (Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği -ÇYDD- çatısı altında aralarında 2000’de başlayan Kardelenler projesinin de olduğu sekiz kampanya, Milli Eğitim Bakanlığı ve UNICEF’in 2002’de başlattığı Haydi Kızlar Okula kampanyası; Yine ÇYDD’nin Milliyet ile 2005’te başlattığı "Baba Beni Okula Gönder" kampanyası ve ÇYDD ile Türk Eğitim Derneği’nin 2003’te başlattığı tam eğitim bursunun devamı niteliğindeki "10.000 Genç Meşale Daha Aydınlık Türkiye" projelerinin desteğiyle eğitime kazandırılan çocuklarla ilgili toplam sonuçlardır.) (Yazı: Ayçin Noyan)

90: TEDA Projesi
Bu 711 kitabı dünya okuyor…

Kültür Bakanlığı’nın TEDA Projesi; Türk edebiyatının örneklerinin dünya dillerine çevrilmesi ve yayımlandıkları ülkelerdeki tanıtımına 2005’ten beri destek veriyor. Yabancı yayınevlerinin talep ettiği eserin çeviri veya tanıtım masrafları Bakanlık tarafından karşılanıyor. Böylece Türkçe eserlerin yabancı okura ulaşması kolaylaştırılıyor. Beş yılda Türkçe’den en çok eser çeviren ülke 147 kitapla Almanya, ikinci 81 kitapla Bulgaristan ve 36 kitapla İran geliyor. Bu ülkeleri Amerika, Yunanistan, Mısır ve Fransa takip ediyor. Toplamda 711 Türkçe eser dünya dillerine TEDA desteğiyle kazandırıldı. Şimdiye kadar eserleri TEDA desteğiyle yabancı dillere çevrilen isimlerden birkaçı şöyle: Orhan Kemal, Halide Edip Adıvar, Nazım Hikmet, Oğuz Atay, Elif Şafak, Murat Gülsoy, Aslı Erdoğan. (Yazı: H. Handan Arıkan)

89: Vizesiz dünya
Pasaportlar aşınmasın…

Bu yaz kime sorsanız Dalmaçya kıyılarına gidiyor. Dubrovnik en gözde tatil mekânı. Bosna Hersek, Kosova, Makedonya, Karadağ’a da uğranıyor bu seyahat sırasında. Doğu’yu merak edenlerse Suriye’ye akın ediyor. Türk dış politikasının son aylarda hızlanan vize diplomasisi sayesinde -koşulları ve süreleri farklı olsa da- 60 kadar ülkeye bezdirici vize kuyruğuna girmeden gidebiliyoruz artık. Ama Dışişleri bu konudaki esas başarıyı AB ülkeleri ve ABD’ye vizenin kaldırılmasıyla gösterebilir. Buralardaki mağduriyetin giderilmesi Bakanlığı gerçekten yıldızlaştırır. (Yazı: Nevra Yaraç)

88: Roman Kahramanları Dergisi
Ölümsüz kimlikler galerisi…

Onlar biz son sayfayı çevirdikten sonra da yaşamaya devam eder. İşlerine gider, yemeklerini pişirir, aşık olur, nefret eder, sever ve sevişirler. Gustave Flaubert’in Madam Bovary’si, Orhan Pamuk’un Cevdet Bey’i, Ferenc Molnar’ın Pal Sokağı Çocukları’ndaki Nemeçek’i hep hatırladığımız gibi kalır. Şimdi, epey deli işi görünen bir projede yan yana duruyorlar. Irmak Zileli’nin genel yayın yönetmenliğinde çıkan, edebiyatın saygın isimlerinin kendi kahramanlarını yazıp tartıştığı üç aylık Roman Kahramanları dergisi üçüncü sayısına da ulaştı. Dergi çıkartmak zaten zor iş; ayrıntılara girenlere saygımız sonsuz. (Yazı: Yenal Blgici)

87: Efe Çakarel
Festival evinizde…

iyi fikir her zaman umut vericidir. genç girişimci Efe Çakarel’in fikri de hem sinefillere umut hem de zor bir soruya cevap veriyor. Piyasa popüler filmlerle dolu, peki festival filmlerini veya klasikleri nerede bulacaksınız? MIT ve Stanford mezunu, İzmir doğumlu Çakarel, bu tür filmlerin internet üzerinden izlenebildiği Mubi.com sitesini kurdu. 350 binin üzerinde üye ve 1.200 filmlik arşive sahip siteye girdiğinizde, 2 dolar karşılığında, yüksek kalitede film izleyebiliyorsunuz. Sitenin arşivi Martin Scorsese, Celluloid Dreams, The Criterion Collection işbirliğiyle hayli seçici bir şekilde hazırlanıyor. Hollywood yapımcılarının bu projenin peşinde koştuğunu not edelim. (Yazı: Berkan Özyer)

86: Sobee ve internet Türkleri
Türkiye’yi Batı’nın önüne geçirdi…

"istanbul kıyamet vakti" isimli oyunun bilgisayar meraklıları için ayrı bir önemi var. Ne de olsa 600 bin kayıtlı kullanıcıyla, Türkiye’nin büyük çaplı ilk çevrimiçi oyunu. Yaratıcısı Mevlüt Dinç’in hikâyesi de en az oyun kadar ilginç. İngiltere’de 15 yıl oyun sektöründe çalıştıktan sonra 2000’de Türkiye’ye dönen Dinç’in kurduğu Sobee adlı şirket dokuz yıldır ayakta. Oyunun başarısı, Mart 2009’da Sobee’yi Türk Telekom ile ortaklığa taşıdı. Bunun ardından Dinç, Örümcek Adam, Hulk, Iron Man gibi çizgi roman ve çizgi filmlerin yapımcısı Marvel ile kendi deyimiyle "eşi benzeri olmayan" bir işbirliğine imza attı. Böylece Sobee, geliştirdiği oyunlarda Marvel karakterlerini kullanma hakkını elde etti.

Bugün oyun sektörü, sinema ve müzik sektörünü büyük farkla geçerek yüz milyonlarca kullanıcıya ulaşıp, 50 milyar dolarlık bir pazar hacmi yaratmış durumda. Çin ve Kore’nin başı çektiği sektörde, Batı dünyası ise treni yakalamaya çalışıyor. Türkiye’nin yeterlilik düzeyini Batı’nın önüne taşıdığı için Dinç’in yeteneğine ve azmine şapka çıkarmak gerek. (Yazı: Kemal Pehlivanoğlu)

84 Ayşe ile Deniz
Caretta caretta estetiği…

Onlar, Dalyan’da Doç. Yakup Yaska öncülüğünde geçen yıl hayata geçen Deniz Kaplumbağa Araştırma, Kurtarma, Rehabilitasyon Merkezi’nde (DEKAMER) tedavi gören iki caretta caretta. 100 milyon yıldır yeryüzünde bulunan, en önemli yumurtlama alanı Türkiye olan ama nesli tükenmeye yüz tutan bu ‘dev’lerin yarını, Ayşe ile Deniz’e bağlı. Yaralı caretta caretta’larla ilgili ilk ‘estetik’ operasyon bu ikili üzerinde denendi, parçalanmış kabukları organik dolguyla eski işlevine kavuşturuldu. Kaplumbağaları denizde de uydu takip cihazıyla izleyen merkezin şimdiki hedefi, pervane ve misina darbesiyle ‘sakat’ kalan caretta caretta’lara protez bacak takmak. (Yazı: Murat Yalnız)

83: Dans
Sıra "kozmopolitizm"de…

Çağdaş dans festivali idans gittikçe kurumsallaşıp hantallaşan ‘festival işi’nin hâlâ heyecan verici olmayı sürdürebileceği yolunda bir umut ışığı. 2007’deki ilk iDANS’ın teması ‘solo’ydu -teklik ve çoğulluk üzerine performanslar vardı. Mayıs 2009’da başlayan ikinci festival ‘zaman’, Pina Bausch ve Merce Cunningham’a ithaf edilen iDANS 03 ise ‘gülmek-ağlamak’ üzerineydi. Mathilde Monnier, La Ribot, Nature Theater of Oklahoma, Jerome Bel, Xavier Le Roy gibi isimleri ve işlerini garajistanbul, Üsküdar Tekel Sahnesi gibi mekânlarda seyretme imkânı bulan İstanbullu seyirciye özgün, avangard işlerin çok iyi yapılabileceğini gösterdiler. Ekim 2010 boyunca düzenlenecek iDANS 04’teki tema ise ‘kozmopolitizm’. Bu sürprizlerle dolu organizasyonun arkasında Bimeras Kültür Vakfı ve küratör Gurur Ertem var. (Yazı: Kaya Genç)

82: Savunma sanayii
Ordusuna yeten bir Türkiye

Artık daha iddialı bir ülke olarak türkiye için savunma önemli. Türkiye yıllardır dışarıdan yaptığı silah alımlarını azaltmayı amaçlıyor. Nihayet iyi yolda olduğu söylenebilir. 2000’lerin başından itibaren yerli savunma sanayii düzenli bir büyüme içinde. 30 bin kişiye istihdam sağlayan sektörün ekonomik krize rağmen bu yıl yüzde 10’a yakın büyüyerek 2,5 milyar dolarlık ciroya ulaşması bekleniyor. En önemli müşteri Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) elbette. TSK geçen yıl silah ihtiyacının yüzde 46’sını yerli kaynaklardan temin etti, 2003’te bu oran sadece yüzde 25’ti. Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın 2010 hedefi ise yüzde 50. (Yazı: Aydın Albayrak)

81: Göbeklitepe
Tarih Anadolu’da değişiyor

Urfa sınırları içinde bir yer: Göbeklitepe. Mısır’daki Büyük Piramit’ten 7 bin, İngiltere’deki Stonehenge’den 6 bin, günümüzden tam 11 bin 500 yıl önce yapılmış bir tapınak. İnsanoğlunun henüz yerleşik yaşama geçmediği, hatta kap kacak yapımını bile bilmediği dönemde inşa edilmiş bir yapıdan bahsediyoruz. Çalışmalar devam ediyor ve eğer henüz başlayan araştırmaların sonucunu bilim dünyası da kabul ederse geçmişin tanımı, Türkiye’nin arkeologlarına böylelikle müthiş bir fırsat daha sunan Anadolu topraklarında
değişecek. (Yazı: Burcu Ayaz)

80: Çağan Şekercioğlu
Yaban hayat üstadı

Türkiye’nin ilk tropik biyologu olarak ekoloji ve çevre bilim dallarında Kosta Rika’dan Nairobi’ye dünya çapındaki araştırmalarıyla geçenlerde Thompson Reuters’ın yaptığı "dünyada son 10 yılda en çok atıf almış ilk yüzde 1 bilim insanı" listesine girdi. Kurucusu olduğu KuzeyDoğa Derneği’yle Kars-Ardahan-Iğdır bölgesinde yaban hayatının envanterinin çıkarılması, kuş göç yollarının belirlenmesi, Türkiye’nin ilk akbaba lokantası gibi projelerin arkasındaki isim. Eğer bir gün Türkiye’de BBC’nin Hayat belgeselinin benzeri çekilecek olursa, en büyük teşekkür ona gidecektir. (Yazı: Berkan Özyer)

79: Süryaniler
Eve dönüş

Mardin ve civarında süryanilerin 1970’lerde nüfusu 50 bin civarındaydı. 80 ve 90’larda devlet ile PKK baskısı arasında kalıp ağırlıkla İskandinav ülkelerine göç etmeleriyle sayı 3 bine kadar düştü. Ama taraf olmadıkları bir savaşın çilesini çok çeken Süryaniler, artık peyderpey eve dönüyor. Eski evleri yaşanamayacak durumda olduğundan, göçtükleri köylerin yanı başında villalardan oluşan yeni köyler inşa ediyorlar. Mor Eşayo, Mor Kuryakus gibi Süryani kiliseleri onarılarak 30 yıl sonra yeniden ibadete açılıyor. "Eskiden devletle PKK terörü arasında sıkışmıştık. Bilhassa, devletin otoritesi yoktu buralarda, sadece gizli güçleri vardı. Ama artık eskiye göre çok daha yaşanabilir. Yaşlılar önden geliyor, çocuklarını da şimdilik yazları getirerek beyin olarak buralara hazırlıyorlar. Avrupa görmüş gençlerin Midyat’a adapte olması kolay değil" diyor Midyat Süryani Kültür Derneği Başkanı Yuhanna Aktaş. Süryaniler dönmekle kalmıyor, Midyat’tan başlayarak Mardin’in havasını da değiştiriyor. (Yazı: Murat Yalnız)

78: Yelkencilik
Rüzgâr eken yelken biçiyor

Dünyanın bilinen en eski teknelerinin toprak altından çıkarıldığı bir ülkede (İstanbul – Marmaray, Yenikapı kazısı) ömrümüz "üç tarafımız denizlerle çevrili ama faydalanamıyoruz" serzenişiyle geçiyordu. Şimdi yelken sporuna artan ilgi iç rahatlatacak cinsten. 2007’de 3500 civarında olan lisanslı sporcu sayısı 2010’da yaklaşık 8500’e yükseldi. Bunların 1900’ü kadın. Bu spor sadece şirket logosunu kocaman yelkende Boğaz’da süzülürken görmekten hoşlanan sponsor şirketlerin merakını çekmekle kalmadı, uluslararası yarışlar da Türkiye’yi fark etti. Volvo Dünya Gençler Yelken Şampiyonası bu yıl ilk kez İstanbul’da gerçekleşti. (Yazı: Kürşad Oğuz)

77: Simay Bülbül
Bu isimler çok moda

"İlk bakışta hiç türk gibi değil, farklı bir havası var. Çok yaratıcı, kaliteli, bohem bir tarza sahip. Ama aynı zamanda feminen, başkaldıran ve romantik de." İşte Simay Bülbül’ün tasarladığı elbiseleri elinize alınca hissedebilecekleriniz tam da bunlar. Tasarımcılarımızı geç bulduk, erken kaybetmeyelim; çünkü Bülbül, son dönemde adından en fazla bahsettirenlere bir örnek. Türkiye’den önce İngiltere’de kendi defilesini yapmış bir isim. Ayrıca ülkenin ilk deri tasarım butiğini de o açtı. Geçen ay yapılan son Moda Haftası’nın en büyüleyici defilelerinden biri de yine aynı ismin imzasını taşıyordu. Tabii sadece o değil. Özgür Masur, Özlem Kaya, Niyazi Erdoğan… Onlar da bahsedilmesi gereken diğer isimler ve bu modacılar Türklerin önümüzdeki yıllarda tasarımda dünyaya açılan kapıları olabilir. Onları izlemeye devam edin, bu isimler çok moda. (Yazı: Melis Özpınar)

76: Cemaatlerde değişim
Biat kültürü zayıflıyor

Çok değil sekiz yıl önce islami cemaat ve tarikatlar birbiriyle çok uğraşırdı. Dışa kapalı olduklarından medyada "falanca yayın filanca tarikatın dünyasına girdi" gibi manşetler ilgi uyandırırdı.
Cemaat ve tarikatların bugünü artık dünle kıyaslanmayacak halde. Bu dini yapılarda büyük değişim yaşanıyor. Süleymancılar, Menzilciler, Halvetiler, Cerrahiler, Kadiriler, Radikaller, Selefiler, Tefsirciler ve daha pek çok farklı fraksiyon mevcut. Yani yine çok çeşitliler. Ama başkalarını küçük görüp "en iyisi benim şeyhim, cemaatim" anlayışı değişiyor. Farklı gruplara, hatta dış dünyaya karşı ön yargılar törpülendi. Bu durum hayatın pek çok alanında görülüyor. En çarpıcı örneği de siyasette gözleniyor. Bir zamanlar, arabalarının ve iş yerlerinin camlarına "Hâkimiyet Allah’ındır" diye yazanlar, şimdi "Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir" etiketleri yapıştırabiliyor. Sandığa gidip oy kullanma hususunda en radikal gruplardan Hizbullah’ın avukatı ve aynı zamanda Mustazaf-Der Genel Başkanı Hüseyin Yılmaz, "Geçmişte oy verenler tekfir edilirdi; şimdi ise sandığa gitmeyenler" diyerek değişime gönderme yapıyor.

Dini gruplardaki hızlı değişimin pek çok nedeni var. Bir numaralı etken hiç kuşkusuz siyaset kanallarına dahil olmaları. Muhafazakâr bir partinin iktidar olmasıyla birçoğu kendini siyasi olarak ifade edebildiği bir ortamda buldu. İktidarın nimetlerinden faydalanınca da şiddetle karşı çıktıkları demokrasi ve düşünce özgürlüklerini savunmaya başladılar. Pek çoğu medyaya el attı. Yardım kuruluşları kurdu. Bunlar aracılığıyla gettolarından çıkmaya başladılar. Hem yurtiçinde hem de yurtdışında çok farklı kesimle iletişim kurmaları neticesinde hayatın kendi çevrelerinden ibaret olmadığını anladılar. Sisteme dâhil oldukça değişim kaçınılmaz hale geldi. Sonuçta "başkasının gözündeki çöp yerine kendi gözlerindeki mertekle" ilgilenmeye başladılar. Biat kültürü zayıflarken içe dönük sorgulama güçleniyor. (Yazı: Adem Demir)

75: Kelaynaklar
Kanatlı diplomasi…

Ortadoğu’da sadece birecik (Urfa) ve Suriye’de görülen ve tüm dünyada nesilleri tehlike altındaki kelaynakların Türkiye’deki sayısı yıllar süren çalışmalar sonunda 100’lere çıktı. Suriye’de ilk kez 2002’de tamamen yabani koşullarda üreyen kelaynakların sayısıysa yok olma sınırındaydı. Doğa Derneği ve Çevre Bakanlığı Doğa Koruma, Milli Parklar Genel Müdürlüğü ortak çalışmaları sonucunda, 16 Haziran 2010’da, Birecik’teki kelaynak üretme istasyonundan dört erişkin ve iki yavru kelaynak Suriye’deki yabani kelaynak popülasyonunu desteklemek üzere gönderildi. Kelaynakların Ortadoğu’daki iki kolonisi arasındaki ortaklık da; Suriye, Türkiye diplomasisinin kelaynak ortaklığı da ilham verici. (Yazı: Onur Burçak Belli)

74: Türk bankaları
Dünyaya kriz tesellisi…

Bankacılık kesiminde yaşanan ve sistemin güçlenmesiyle sonuçlanan yeniden yapılanma Türkiye ekonomisinin son sekiz yılına damga vurdu. Küresel krize girilirken Türkiye, özellikle gelişmiş ülkelere göre daha rahat bir konumdaydı. Bankacılık kesimini etkileyen 2001 krizinden sonra alınan önlemler, yenilenen denetim mekanizmaları ve sermaye katkıları, sektörü çok güçlü bir hale getirdi. 2002 ile 2008 yılları arasında Türk bankacılık kesimi sermaye yeterliliği açısından dünyanın en güçlü bankacılık sistemi haline geldi; denetim sistemi dünyanın en iyilerinden birisi oldu. Yakın geçmişte atlattığı kriz nedeniyle kriz yönetimini öğrendi. Sonuçta 2008’den başlayarak girilen küresel krizin Türk bankacılık kesimi üzerinde fazlaca bir etkisi olmadı. Hatta tam tersine Türk bankaları, Hazine’nin azalan borçlanma talebi nedeniyle, kaynaklarını daha fazla kredi vermeye ayırarak daha yüksek kârlar elde etmeyi başardı. Türkiye’nin özellikle bireysel kredi ve gayrimenkul kredisi alanındaki potansiyeli dikkate alındığında bankaların bu konuda gidecek daha çok yolu olduğunu söylememiz mümkün. Son sekiz yıldaki toparlanma Türk bankalarını yabancı ortak arayışından yurtdışında banka satın alma ya da bankalara ortak olma arayışına kadar getirmiş görünüyor. (Yazı: Mahfi Eğilmez)
(Eğilmez, eski Hazine müsteşarı.)

72: Kadıköy-Kartal ve Tüp Geçit
13 milyon saate bedel…

İstanbul’daki yoğun trafiğiyle ünlü Kadıköy-Kartal hattında yolculuk 29 dakikaya iniyor. İbrahimağa İstasyonu’nda Marmaray ile birleşecek bu metro hattı yaklaşık 22. km. 2012’de tamamlandığında İstanbullular, Kartal’dan Üsküdar’a 35, Taksim’e 55 ve Olimpiyat Stadı’na (ta Halkalı’ya!) 89 dakikada varabilecek. Yani, şehir yaşamında sağlanacak zaman tasarrufu yılda yaklaşık 13 milyon saat olabilir. (Yazı: Selin Pişkiner)

71: Depo’da kültür ve sanat
Sanatın ihtiyacı bol ses ve eleştiri…

Kültür kurumları ve vakıflar son dönemde, özel girişimlerin de desteğiyle daha demokratik alanlar yaratıyor. Örneğin Tophane’deki Tütün Deposu’nda bulunan Depo. Kâr amacı gütmeyen Anadolu Kültür’ün girişimiyle kurulan Depo, kültür kurumları ve sanatçı kolektifleri için bir platform. Burada düzenlenen pek çok toplantıda insanlar eleştirel bir ortamda sanatın yakıcı meselelerini konuşuyor. Akademi’de okuyan, yenilikçi fikirleri olan bir genç misiniz? Danışma kurulunun onay verdiği etkinlikler için Depo herkese açık bir platform. Türkiye’den ve Güney Kafkaslar, Ortadoğu ve Balkan ülkelerinden sanatçıların işlerine ve etkinliklerine ev sahipliği yapmaya öncelik vermişler. Açık Şehir İstanbul, Uluslararası Rotterdam Mimarlık Bienali’ndeki parçaları biraraya getiriyor, mimarlar, şehir plancıları, sanatçılar ve aktivistlerden gelen eleştirel proje ve konumlarla bir tartışma açıyordu. Avrupa Sosyal Forumu çerçevesinde ‘radikal estetik’ üzerine konferanslar burada düzenlendi. İstanbul, Kartal’da kendilerine bir kumaş parçası verilen onlarca kadının becerilerini, hayallerini, umutlarını ve hüsranlarını ifade ettikleri kumaş parçalarının birleşiminden oluşan, Mathilde ter Heijne’in Temmuz’da Depo’da sergilenen (25 metre uzunluğundaki) ‘Yılan’ projesi de unutulmamalı. Ferhat Kentel, Cengiz Aktar gibi isimlerin katıldığı sempozyumlar, belgesel festivali Documentarist’in etkinlikleri ve yeni isim yapmaya başlayan genç sanatçıların güç birliği yaptığı, meselelere farklı bakışlar getiren sergiler. Markalaşmadan, kurumsallaşmadan, büyük paralar peşinde koşmadan icra edilen eleştirel sanat. Bizi demokratik ve çoksesli, radikal bir gelecek için umutlandırıyor. (Yazı: Kaya Genç)

70: Alternatif enerji
Rüzgâr ve güneş üretmek

Ekonomisi 1 trilyon tl’ye ulaşan türkiye’nin kısa vadede en büyük sıkıntısı elektrik olacak. KuruluTermik, doğalgaz, hidroelektrik ve rüzgâr santrallerinin kurulu gücü 47 bin MW civarında. Büyüyen Türkiye yenilenebilir enerji kaynaklarından daha fazla yararlanmalı. Rüzgâr ve güneşte potansiyel sağlam; ama şimdiye kadar ancak 85 firma 113 projeyi tamamlayabildi ve kaynaklardan sadece yaklaşık 2000 MW’lık elektrik üretilebiliyor. Hükümet yenilenebilir lisansların önündeki engeli henüz kaldırabildi. Buradan gelen enerjinin katlanarak artması bekleniyor. Ancak ilk yatırım maliyetini düşürmek için (her 1 MW için 3 milyon dolar harcanmalı) AR-GE’ye önem verilmeli. (Yazı: Mustafa Alkan)

69: Sigara yasağı
Türk gibi hayır demek

Sigara yasağının üzerinden bir yıldan fazla geçtiği için artık "Osmanlı’nın yasağı üç gün sürer" diyen kalmadı. Bu yıl, Türkiye’de son 12 yılın en az sigara tüketimi gerçekleşti; bir yılda tütün tüketimi yüzde 22 oranında azaldı. Hastanelere sigarayla ilgili hastalıklar konusunda başvuranların sayısı azaldı. Türkiye’de sigara içme oranının Avrupa ortalamasına kadar düşeceğini ve Avrupa’daki "Türk gibi sigara içmek" deyiminin bir gün tarihe karışacağını söylemek artık mümkün. (Yazı: Mustafa Azizoğlu)

68: Çağdaş sanat
İyi sanat para eder

Sanatçıların motivasyonu artıyor. herkesin krizi konuştuğu dönemlerde Türkiye çağdaş sanat piyasası atağa geçti. Burhan Doğançay’ın Mavi Senfoni isimli tablosu geçen yıl 2,2 milyon TL’ye alıcı bulunca, bu motivasyon zirve yaptı ve resim piyasası topyekûn yükseldi. burcu ayaz

67: Karakulak
Yaban hayatının simgesi

Türkiye’deki varlığı ilk defa 1957’de ölü bulunan bireyle resmileşen Karakulak (Caracal caracal) Türklerin daha Orta Asya’dayken adını koyduğu bir kedi türü. Dünya’da Afrika’dan Hindistan’a kadar yayılan karakulak, aslında Türkiye yaban hayatının tanıtımında simge olabilecek bir kedi türü. Yine de yaşadığı bölgelerde bile yerel halk onu "vaşak" ile karıştırıyor. Bern Üniversitesi öğrencisi Batur Avgan, 1996’da Antalya Termesos Milli Parkı’nda canlı yakalanan bir bireyin yaban hayatına geri salınması için bir kampanya başlatmasının ardından aralıklarla Türkiye’de karakulak üzerine arazi çalışmaları gerçekleştirdi. İlk defa 2002’de bu önemli hayvanı kendi doğal ortamında fotoğraflayan Avgan’ın Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü ile birlikte karakulaklar üzerine yürüttüğü araştırma, bu simge türün davranışları konusunda bugün Türkiye’de halen devam eden tek çalışma. Yurtdışında yaşamasına rağmen yılın çoğunu Antalya arazilerinde karakulakların peşinde geçiren Avgan’ın, bu kocaman siyah kulaklı kedi Türkiye’de hak ettiği yuvayı kazanana kadar durmayacağı besbelli. (Yazı: Onur Burçak Belli)

66: Petrolsüzlük
Olmayanın verdiği umut

Petrol var mı, yok mu orası net değil ama Türkiye’de hâlâ petrol bulunamaması epey umut verici. Açıklayayım! Denetim ve danışmanlık firması Deloitte’un son "Küresel Ekonomik Görünüm" raporunda, BRIC’in B’si Brezilya "riskli ülke." Zira enflasyon hedeflenenin üzerinde gerçekleşiyor. Rusya’nın ise "enerji sektörüne fazla bağımlı olması" riskli bulunuyor. Zengin Araplardan söz etmiyorum bile. Ortak paydaları bol petrol ve doğal gaz. Bizde yok. Ama 88 yıllık Cumhuriyet her şeye rağmen iyi iş çıkarıyor. En son İngiltere Başbakanı David Cameron, "Türkiye’nin 2050’de Avrupa’nın en büyük ikinci ekonomisi olacağını" savundu. Petrol ve gaz zengini komşulardan milyonlarca turist, yüz binlerce göçmen geliyor. Çünkü bu ülke neredeyse sıfırdan 1 trilyon liraya dayanan milli geliriyle özgün bir ekonomik ve toplumsal model sunuyor. Petrol olsa yapabilir miydik? (Norveç ya da Kanada’ya gelince; petrolleri var ama altında uzun uzun yatacakları bir güneşleri yok, çalışmaya ve tutumlu olmaya mecburlar.) (Yazı: Selçuk Tepeli)

65: Orta sınıf anne faşizminin törpülenmesi
"Yüce anne" eve geç gel

Türkiye, kadınları toplumsal ve kamusal hayattan dışladığı ölçüde, kadının evine kapatılmasının gerekçesi olarak anneliği söylem düzeyinde yüceltmiştir. Ancak bu "yüce anne" figürü, üst ve alt sınıflarda bir yansıma bulmamış, üst sınıf kadınları anneliği önemsememiş, alt sınıf kadınları da bu söylemsel yüceliği iktisap edecek olanağa sahip olamamıştır. Bu durumda "yüce anne" orta sınıf kadınlarının malı olmuş, onlar da bu koridoru bir kimlik olanağı olarak kullanmaya pek hevesli davranmıştır. "Çocuğunun üzerine titreyen anne" figürü, diğer insanlara nazaran bir öncelik vermekte, bu da orta sınıf anneleri diğerlerine karşı bir cins faşizme yöneltmekteydi. Fakat son on yıldır dünyada ve Türkiye’de yaşanan ekonomik ve sosyal gelişmeler hem anneliği daha az değerli kılmakta hem de orta sınıf Türk anneleri kendilerini kanıtlayacak başka kanallar bulabilmektedir. Bu da bizi, kaldırımda bir pusetin ayağımızın üstünden geçmesinden kurtaracak gibi gözüküyor. (Yazı: Mehmet Ali Kılıçbay)

64: Havacılık ve uzay sanayii
İstikbal sonunda göklerde

türk havacılık ve uzay sanayii (TUSAŞ) hava ve uzay araçlarının tasarımını, geliştirilmesini, imalatını ve bütünleştirilmesini üstleniyor. TÜBİTAK Uzay teknolojileri ise elektronik bilgi teknolojileri ve bunlarla temasta olan alanlarda araştırma geliştirme yürütüyor.

8 Avrupa ülkesinin işbirliği ile gerçekleştirilen, TUSAŞ’ın gövde, motor tasarımı ve imalatında yer aldığı, devasa A- 4000 askeri nakliye uçaklarından Türkiye 2021’e kadar 10 adet edinecek. Öte yandan kendi tasarımları "HÜRKUŞ" adlı eğitim uçağını 2011 yılında uçurmayı, 2012 yılında da Heron’a alternatif istihbarat amaçlı insansız hava aracı Anka’nın üretimine geçmeyi planlıyorlar.

TÜBİTAK Uzay ise tasarladığı yer gözlem uydusu RASAT’ı 29 Ekim’de uzaya gönderecek. RASAT’tan elde e-
dilecek uydu görüntüleri şehir bölge planlama, tarım, afet izleme gibi amaçlarla kullanılabilecek. Uzaya çıkacağımız günler belki de yaklaşıyor. (Yazı: Kemal Pehlivanoğlu)

63: İNSEV
Slikozise karşı omuz omuza

bazen en yakıcı sorunlar en yakınımızdadır, ama uğraşmak ağır gelir. Yakın dönemde Türkiye’nin gündemine oturan, ölümcül slikozis hastalığına yakalanan kot kumlama işçilerinin varlığı İnsan Sağlığı ve Eğitim Vakfı’nın (İNSEV) katkılarıyla ortaya çıktı. Vakıf, işçilerin ve ailelerinin mücadelesinde baştan itibaren yanlarındaydı. 1998’de bir kısmı sağlık çalışanı olan küçük bir arkadaş grubu tarafından kurulan vakıf, İstanbul’un dezavantajlı bölgelerine götürdüğü sağlık ve eğitim hizmetlerinin yanı sıra, slikozis meselesinde mücadelesine devam ediyor. Pek kimse görmek istemese de. (Yazı Yenal Bilgici)

Üste çıkıyoruz…

62: Türk dizileri
Hemen burun kıvırma!

ıvan turgenyev’in "babalar ve oğullar" kitabında okudum, deyip eski model katı babasından ürkmüş küçük bir erkek çocuğunun ağzından "Büyükler görmek istediğinde vardım, istemediğinde yok. O yüzden onları oldukları gibi gördüm" gibi bir çocukluk tarifi savursam kaç kişi yadırgardı? Ünlü Rus yazarla ilgisi yok, Türk dizileriyle var. Okumayan bir toplumun kendini iyi, kötü izleyerek anlama çabasını görmek için Türk dizilerine biraz vakit ayırın. Her sonbaharla birlikte edebiyat destekli melodramlarda kalitenin giderek arttığını, polisiyelerin her geçen yıl biraz daha olgunlaştığını fark edebilirsiniz. (Yazı: Selçuk Tepeli)

60: Yerel gazeteler
Yeni Adana halen yazıyooor!

Türkiye’de hak ettikleri ehemmiyeti hiç göremediler belki ama türlü zorluklara karşın habercilik bayrağını da elden düşürmeyenleri var. 1918’de Adana’nın işgali üzerine Ahmet Remzi Yüreğir’in yayınlamaya başladığı, Cumhuriyet’in ilk yerel gazetelerinden Yeni Adana 25 Aralık’ta 92 yaşına basacak. 1922’de Türkiye’nin ikinci yerel gazetesi olarak Mehmet Emin tarafından kurulan Antalya Gazetesi ise, uzun yıllar boyunca Antalya’nın ilk kadın gazetecisi N. Sevgi Taner’in çabalarıyla bugüne değin ayakta kaldı. Geçen yıl 85 yaşında vefat eden Taner, gazetesinin kendinden önce hayata veda etmemesini sağlamanın onuruyla toprağa verildi; Antalya Gazetesi ise günlük 1700 satış rakamıyla soluk alıp vermeye devam ediyor. Bugün Türkiye’de yerel gazetelerin sayısı 1000’e yakın. Samsun, İzmir, Bursa, Zonguldak, Konya, Balıkesir, Adana, Ankara, Antalya yerel gazeteciliğin lokomotifiyken, en az yerel gazete Bingöl, Bayburt, Şırnak, Muş ve Tunceli illerinde. Ulusal medyanın çok tartışıldığı ve artık ideolojik olarak bile tekelleştiği bir dönemde, çeşitliliğin en önemli harcı yine yerel gazeteler. Sivas Hakikat, Yeni Sakarya, Konya Merhaba, Karadeniz Taka, Öz Diyarbakır ve adını anamadığımız yüzlercesi. Nice yıllara. (Yazı: Murat Yalnız)

59: Organ nakli merkezleri
Dünyayı eğitiyorlar

Pek çok ülkeden doktor, organ naklinde uzmanlaşmak için Ege Üniversitesi Organ Nakli Merkezi’ne geliyor. Zira 1994’ten beri karaciğer, 1998’den bu yana da kalp nakli yapan ve samimi çabalarıyla hastalara hayat veren başarılı ekipler burada. Merkezde bugüne dek 150’ye yakın kalp ve iki akciğer nakli gerçekleştirildi. Prof. Dr. Mustafa Özbaran liderliğindeki kadro ayrıca kalp bekleyen hastaları hayatta tutan yapay kalp destek ünitesini takan tek ekip. Çekirdek kadroda (fotoğrafta soldan sağa) Doç. Dr. Tahir Yağdı, Prof. Dr. Özbaran, Doç. Dr. Çağatay Engin ve Prof. Dr. Sanem Nalbantgil yer alıyor.

Karaciğer naklinde en başarılı ekiplerden biri ise İzmir Kent Hastanesi’nde çalışıyor. Zaten onlar da Ege Üniversitesi’nden transfer oldu. 2009’da en çok karaciğer nakli gerçekleştiren ekipse Malatya’daki İnönü Üniversitesi’nden. Antalya Medical Park Hastanesi de böbrek naklinde rekora koşuyor. )Yazı: Ayçin Noyan)

58: Türk girişimciler
Nairobi-Mombasa seferlerimiz başlamıştır

Türkiye ekonomisi iyileştikçe girişimcilerin özgüveni de artıyor. Hazine verilerine göre 3 binden fazla Türk şirketi beş kıtada onlarca ülkede 17,5 milyar dolarlık yatırım yaptı ama Tarsuslu Mehmet Emin Gök, Kenya’da otobüs işletmeye başlayarak, Türk girişimciliğinde özgün bir yer elde etti. Gök’ün Horizon Turizm’i Kenya’nın ilk ‘lüks’ otobüs işletmesi. Başkent Nairobi ile liman kenti Mombasa arasında işleyen, Bursalı ustalarca sağdan akan trafiğe göre kaporta değişikliği yapılmış, klimalı ve ikram servisli otobüsler ülkede taşımacılık hizmetlerinin kaderini değiştirdi. Hiç değilse Kenyalı otobüs işletmeleri artık müşterilerine sütlü çay ikram ediyor örneğin. (Yazı: Mustafa Alkan)

57: Peyote Müzik
Müzikte kahramanlık iyidir

Beyoğlu’nun kendi kültürünü yaratabilmiş ender kahramanlarından biri de Nevizade’deki Peyote Bar’dır. Mekân onlarca gruba adını duyurma fırsatı yarattı. Ardından 2008’de barın sahipleri (Feridun Koç, Alpaslan Osmanoğlu, Barış Uygur) bir de plak şirketi kurdu. Yayınlanan altı albümün ilki, barı en fazla dolduran Replikas’ınkiydi. Uzun süre plak şirketi arayan deneysel rock müzik gruplarının albümlerini yayınlarken akıllarında kâr etmek pek yok. Bar gelirleri, potansiyel yeni albümlere gidiyor. İnanmıyorsanız, ortaklara sorabilirsiniz; her daim binanın en üst katında bulmak mümkün. (Yazı: Berkan Özyer)

55: Burak Göktürk
Dehasıyla Google’ı dize getirdi

stanford üniversitesi’nde yüksek lisansını ve doktorasını bitirdikten sonra Burak Göktürk, 2006’da kurduğu internet sitesini dört yılda büyük bir değere taşıdı. Like.com adlı moda ve alışveriş sitesinde, görsel arama ve yapay zekâ teknolojisi sayesinde, görsel öğeler, çevrimiçi ortamda aranabiliyor. Böylece, ünlülerin beğendiğiniz kıyafet ve aksesuarlarına ulaşıp dilediğinizi satın alabiliyorsunuz. Göktürk, yöneticiliğini sürdürmek kaydıyla sitesini kendisi kadar etkili bir uygulama geliştiremeyen dev arama motoru Google’a 100 milyon dolara sattı. (Yazı: Kemal Pehlivanoğlu)

54: İdefix
Dijital yayının öncüsü

Amazon’un Kindle’ı çıkarmasıyla dünyayı saran e-kitap çılgınlığından Türkiye, idefix.com sayesinde uzak kalmadı. Türkiye’de dijital yayıncılık sürecini başlatan online alışveriş sitesi idefix’in Nisan’da açtığı e-kitap dükkanında şu an toplam 562 e-kitap bulunuyor ve bu sayının 2011’e kadar 2 bine ulaşması bekleniyor. Türkiye’de şimdilik 60’tan fazla yayınevinin dijital yayıncılığa geçmesini sağlayan idefix’in sıradaki yeni projeleri de Türk kültür dünyasına önemli katkılar sağlayacak gibi. (Yazı: Metin Under)

53: Seferihisar
Daha çok yaşamak için: Daha sakin yaşayın

İyi şeyler bu kadar nadir ve nadide olduğu için billur cam şişe duygusu yaratıyor: Kırılmasın diye içimiz titriyor. Seferihisar’da da öyle. Bir şey olacak diye ödü kopuyor insanın adını anarken. Orkinos semirtme çiftlikleri kıyıları ele geçirecek, birileri oradaki hayatın tatlı mizacını bozacak, kötü adamlar gelip, ellerinde hırsın ve arsızlığın kırbacı ile "yavaş şehir", rahvan ve mahmur Seferihisar’a "Koş!" diye emredecek… Böyle şeyler geçiyor insanın kalbinden.

Ama Türkiye’nin Cittaslow (Sakin Şehir) ağına dahil tek ilçesi Seferihisar aklı başında, zarif ve maceraperest bir şövalye gibi direniyor. Belediye Başkanı Tunç Soyer’in yaptıklarıyla bir ilçe, ülkenin geri kalanının keşmekeşine inat daha tatlı bir hayat kuruyor. Büyüme, semirme, öfkelenme ve acele etme fiillerinin yerine daha iyi bir hayat için tek bir dize koyuyor:
"Ben tam kendime göre
Ben tam dünyaya göre
(…)
Benim dengemi bozmayınız!" *

Ama umudun her zaman yardıma ihtiyacı var. Bu sebeple, "Arkadaş bu memlekette bir şey de güzel kalsın" diye bir derdiniz varsa 25 Eylül’deki "yüzme eylemine" siz de katılın derim. Tam Seferihisar’a göre bir eylem, ne dersiniz? Tam iyi insanlara göre…
* Turgut Uyar
(Yazı: Ece Temelkuran, gazeteci ve yazar.)

52: Motion Films
Yabancı sinemacılara yerel imkânlar

Biri Türk girişimcilerin heyecan verici projelerinden mi bahsetti? Motion Films bu girişimci ruhun en başarılı örneklerinden biri. Pek çok ulusal televizyonda çalışan Seçil Avunya ile Tuba Güvelioğlu (ABD’deyken Spielberg’ün Azınlık Raporu, Tim Burton’ın Maymunlar Cehennemi gibi filmlerin prodüksiyonunda görev almıştı) 2005’te Motion Films’i kurdular. Yurtdışındaki dev stüdyoların, film şirketlerinin Türkiye’de yapacakları çekimler için gereksinim duydukları prodüksiyon hizmetini karşılıyorlar. The Bachelorette, Martha Stewart Show, Meltem Cumbul’lu Bollywood filmi Tell Me Okhudaa gibi projelerin Türkiye prodüksiyonunda imzaları var. (Yazı: Kaya Genç)

51: Mikrokredi
Küçük güzeldir

Bangladeşli Muhammed Yunus geliştirdiği mikrokredi sistemiyle binlerce yoksul insanın hayatını değiştirerek Nobel Barış Ödülü’nü aldı. 2003’te aynı proje Diyarbakır’da hayata geçti ve kefilsiz, teminatsız yoksul kadınlara kredi sağlandı. Bugüne dek 49 ildeki 67 şubede, 39 bin kişiye 63 milyondan fazla kredi verildi. Türkiye’de İsrafı Önleme Vakfı tarafından yürütülen projede kredilerin geri dönüş oranı yüzde 100. Mikrokredi sayesinde bugün kuaför zincirine sahip olan da var, konfeksiyon atölyesi kuran da. (Yazı: Semin Gümüşel Güner)

50: Cüneyt Çakır
Annesinin ligini aştı

eleştiri oklarından kurtulamayan Türk futbol hakemliğinin yüz akı, aynı za-manda bir umut ışığı olabilir. 34 yaşındaki Cüneyt Çakır, 2001’de Süper Lig’de maç yönetmeye başladıktan beş yıl sonra FIFA kokartı taktı, başarılarından dolayı geçen Kasım’da en üst kategori olan ‘premier’e yükseltildi. UEFA Avrupa Ligi’nde Fulham-Hamburg yarı final maçı dahil önemli karşılaşmalar yönetti. Şampiyonlar Ligi’ndeki Gent-Dinamo Kiev maçına verildi, Hollanda-ABD milli maçına çıktı. Futbol takımlarımızın nal topladığı Avrupa’da bir hakemimizin yolu açık. (Yazı: Kürşad Oğuz)

49: Çocuk kitapları
İyi eğitim iyi kitapla başlar

Eğitimin öneminden sürekli dem vurulan bir ülkede üzerinde neredeyse hiç düşünülmeyen bir sektördü; kısa zaman öncesine kadar… Rakamlar net olmasa da, hem yayıncıların hem de anne-babaların kabul ettiği gerçek şu: Çocuk kitapları son birkaç yılda gözle görülür biçimde çoğaldı, gelişti; çocuk kitapları yayımlayan yayınevlerinin sayısı katlanarak arttı. Bu alanda Türkiye Yayıncılar Birliği’ne kayıtlı 80 civarında yayınevi var. Milli Eğitim Bakanlığı’nın basıp ücretsiz dağıttığı kitapların dı-şında, Türkiye’de 2009’da 60 milyon civarında çocuk kitabı yayımlandı. Yayın sektörünün toplam yıllık baskı adedinin 155 milyon olduğu düşünülürse, çocuk ve gençlik kitaplarının artık epey yüksek bir orana sahip olduğu söylenebilir. Peki bu kitaplar ne kadar "kitap"? Çokluk kaliteyi getirmiyor elbette ama büyüyen rekabetin de işe yaradığı ortada. Artık daha çok yayınevi, pedagog ve psikolog danışmanlarla çalışıyor; yıllardır çevrilmemiş Avrupalı, Amerikalı yazarlara ait kitaplar çevriliyor; baskı kalitesi ve görsellik artıyor. Daha da önemlisi Türk çocuk kitapları yazarları çoğalıyor. (Yazı: Kürşad Oğuz)

48: Leyla Çalışkan
İlk dev

Asık yüzlü gündeme inat, Dünya Basketbol Şampiyonası vesilesiyle "bu ülkede güzel şeyler de oluyor" dedirten bir hikâye kesti yolumuzu. Hidayet başta olmak üzere daha pek çok basketbol dâhisini keşfedip yetiştiren efsane koç Leyla Çalışkan’ın hikâyesi.

Leyla Çalışkan, Adana’da Kemal Çalışkan olarak doğdu. Amerikalı annesini küçük yaşta kaybedip Türk babası tarafından bir aileye evlatlık verilmiş evlilik dışı bir çocuktu. Yatılı okudu, spor eğitmeni oldu. Okul okul gezip basketbola yeteneği olan çocukları bulup yetiştirdi. Lakin onun hayatını sıra dışı kılan başka bir şey vardı: En başından beri içinde bir kadın yaşıyordu. 22 yaşında ameliyatla kadın olma kararı aldığında çevresi tarafından hor görüldü, dışlandı, işinden oldu. Yine de olan biten her şeye ve herkese inat, Eczacıbaşı ve Efes Pilsen altyapıyı ona teslim etti. Bugün hâlâ tüm Anadolu’yu dolaşıp genç yetenekleri bulan Leyla hanım basketbol camiasının onu hep sevgiyle karşıladığını söylüyor. Türkiye gibi ayrımcılığın artık gündelik hayatın bir parçası haline geldiği, kendimizi sıklıkla "bizden misin, onlardan mı" sorusuyla köşeye sıkışmış bulduğumuz bir ülkede, sanki bundan umut dolu hikâye yok gibi. (Yazı: Melisa Kesmez)

47: Yeni Cami Hünkâr Kasrı
Europa Nostra Ödülü’nü hak etti

İstanbul camilerindeki kasırlardan en muhteşemi, 1663’te inşa edilen yeni Cami Hünkâr Kasrı’ydı. Mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait Kasır’ı, İstanbul Ticaret Odası restore ettirdi. Mimar Hatice Karakaya başkanlığında, 40 kişilik ekibin çalışması sonucunda bu unutulmaya yüz tutmuş eşsiz eser gün yüzüne çıkartıldı. En başarılı restorasyon çalışması olarak gösterilen Kasır, 9 milyon TL harcanarak 5 yılda bitirildi. Avrupa Kültürel Miras Kuruluşları Federasyonu’nunca "Europa Nostra Ödülü’ne" layık görülen Kasır, 10 binden fazla İznik Çinisi, Edirnekâri denen ahşap üzeri renkli kalem işleri, sedef kakmalı kündekâri kapıları, rengârenk vitraylı camları, ahşap oyma saçak altı süslemeleriyle göz kamaştırıyor. Bundan sonra da müze olarak hizmet verecek. (Yazı: Adem Demir)

46: Ultramaraton
Sporun saf hali

Atacama çölü, gobi çölü, büyük sahra… dünyanın en kuru, en soğuk, en zorlu coğrafyalarında, bedenlerinin sınırlarını sonuna kadar zorlayarak koşan sporcuların yolu 9-17 Ekim’de Türkiye’ye düşecek. Tarihi Likya Yolu’nda ultramaraton (42 km’lik normal maratonu aşan dayanıklılık yarışları) koşacaklar. Yiyeceklerini sırtlarında taşıyacak ve dışarıda, çadırlarda uyuyacaklar. Rota deniz seviyesi ile 800 metrelik dağlık bölge hattında iniş çıkışlar içeriyor. Kumsal, toprak yol, kayalık patikalar, dik yamaçlar parkura dahil. Saf sporla tanışmaya az kaldı. (Yazı: Yenal Bilgici)

43: Onur Ünsal
Hızla parlıyor

Murat Taşkent’in kaleme aldığı ve Oyun Atölyesi’nin sahneye koyduğu "Azrail’in Gözyaşları" Onur Ünsal’ın ilk profesyonel tiyatro oyunuydu. İncelikli ve abartısız Azrail yorumu, genç oyuncunun kumaşının kalitesiyle ilgili ilk fikri verdi. Atıf Yılmaz’ın 2005 yapımı son işi "Eğreti Gelin" Uysal’ın da ilk uzun metrajlı sinema filmiydi ve büyük ustanın dokunuşu yirmi yaşındaki Ünsal’ı parlattı. Sonrasında Şaşkın, Pazar – Bir Ticaret Masalı, Devrim Arabaları ve Pandora’nın Kutusu gibi filmlerde rol aldı. Gençliği ve kalıplara sıkışıp kalmayan oyunculuğu umutlandırıyor. (Yazı: Bahar Kader)

42: Siren Yayınları
Bastıklarının takibindeyiz

Yayınevlerinin kendilerine bir cemaat oluşturduğu günleri geride bıraktık. Bir zamanlar bazı okurlar Ayrıntı, Metis, İletişim gibi yayınevleri ne basarsa bassın heyecanla satın alırdı. Genç insanların (Sanem Sirer ve Erol Aydın) sürüklediği gencecik bir yayıneviyse eski heyecanı yeniden yarattı. Birbirleriyle arkadaş kitaplardan oluşan özenli bir seçki (Dave Eggers, Jonathan Safran Foer, Joyce Carol Oates vs.), iyi kapak tasarımı ve sağlam çevirilerle, Siren kendi kitlesini yaratıyor. Bugüne kadar bastıkları yazarların bir bölümünün New Yorker’ın 40 yaş altındaki en iyi 20 yazar listesine girdiğini de bir kenara not edin. (Yazı: Yenal Bilgici)

41: PTT’nin dirilişi
Özelleştirmeden de oluyormuş

Atsan atılmıyor satsan satılmıyordu. Son ‘T’sinin (yani Telekom’un) yaklaşık 10 milyar dolara satılmasının ardından ‘özelleştirilemeyen,’ kanserleşmiş KİT’ler arasındaydı. Yaklaşık 4 bin şubesi ve 50 bin çalışanı ile kapatılmak için de çok büyüktü. Üstelik anayasal olarak evrensel posta hizmetini sunmakla yükümlüydü. Çaresizce modernleştirildi. Yaklaşık 120 milyon lira harcanarak teknoloji posta hizmetlerine taşındı. Bütün şubeleri online hale getirildi. Hizmetleri çeşitlendirildi. Bugün 23 banka, 18 sosyal güvenlik kuruluşu, TEDAŞ, 35 belediye, 21 telekomünikasyon şirketi, 7 sigorta firması ve 27 KİT PTT’den hizmet alıyor. Bu yıl itibariyle lojistik hizmetler de vermeye başladı. İşleri büyüdü; 1,5 milyar lira ciro, 200 milyon lira kâra ulaştı. Logosu, şube tasarımı ve Cemil İpekçi imzalı kıyafetleriyle imajını da yeniledi. Hasta denen KİT’lerin biraz yatırım ve vizyonla özelleştirilmeden de ayağa kaldırılabileceğinin en iyi örneği oldu. (Yazı: Mustafa Alkan)

40: İznik’in meyve bahçeleri
Bereketli topraklar üzerinde

benim gibi istanbul’dan yola çıkanlar yalova’da feribottan inip tepeleri aştıktan sonra Orhangazi’den sola döner ve bu ülkenin hiçbir zaman aç kalmayacağını düşünerek rahatlayabilirler. Yemyeşil bir meyve ve sebze denizine nazır olan İznik Gölü boyunca gördükleriniz öylesine güven verir ki, en temel derdimiz olan karın doyurmanın lafı bile olmaz. İznik ovasında yaşayan 50 bin kişinin çoğu, hemen her gün sabahtan akşama kadar (tarımda çok nadirdir) buraları çekip çevirir. Türkiye 30 milyon tonluk sebze üretimiyle dünyada ilk dörtteyse; biber, domates ve taze fasulyede dünya üçüncüsü; incir ve kirazda birinciysek; yerküredeki 140 çeşit bağ-bahçe türünün 80’den fazlası varsa, sebepler arasında İznik ve Karacabey ovaları; yani topraktan yılda 3,5 milyar dolara yakın değer çıkaran Bursa’nın ( öteki verimli düzlükleri de dahil) düzlükleri başlarda geliyor. Türkiye’de bu yolda daha çok ova bulunuyor. (Yazı: Selçuk Tepeli)

39: Aydın Boysan
Her dem taze

Doksanını devirmek üzere. muhabbeti tam gaz sürüyor. Artık bir gelenek haline geldi; ne zaman ondan laf açılsa "Sofrasına otursam, o anlatsa ben dinlesem" demeden olmaz! Ama mesele sadece inceliklerini herkesten iyi bildiği rakı adabı değil; Aydın Boysan, otuzundan sonra yabancı dil öğrendi; altmışından sonra yazmaya başladı. Şimdi yüzlerce gazete ve dergi yazısından ayrı, otuzu aşkın kitabı var. Umudumuz Aydın Boysan gibi yaşamak ve onun gibi yaşlanmak. Tabii onunla aynı dalga boyundaki eski tüfek arkadaşlarını da unutmayalım. Hayrettin Karaca, Tarık Minkâri ve Muazzez İlmiye Çığ ile televizyona çektiği sohbet programının adı Giderayak’tı. Yaşlandıkça tatlılaştılar belli ki. (Yazı: Yenal Bilgici)

38: Bölgesel ticaret
Komşularla kazan kazan

Yüzde 195 = Türkiye’nin dış ticaretindeki toplam artış
(2000-2009 )
Yüzde 445 = 7 sınır komşusu ile dış ticaret hacmindeki artış (2000-2009)

37: Duvar yazıları
Sokakta okunabilir imzalar

15-16 yaşlarında spreyle "nick"imizi olur olmadık duvarlara yazmayı maharet sanıyorduk. Fakat zamanla insan biraz seçici oluyor. Artık seçicilikle kalmayıp imza bırakmaya da gerek duymadan gelip geçenlere mesajlarını duvara nakşedenlerin sayısında artış var. Ayrıca Beyoğlu’nda yaygınlaşan stencil (duvar yüzeyine kartondan hazırlanan taslakların içine sprey boya sıkma), sprey ustalığına gerek duymaksızın hızla yapılabildiğinden insanların seslerini duyurabilmesi için önemli bir fırsat tanıyor. Artık "bunu yazan tosun"dan çok daha anlamlı şeyler var duvarlarda. (Berkan Özyer)

36: Ayşe Orhon
Çağdaş dans adımları

Ayşe Orhon, Türkiye’de yeni bir çağdaş dansçılar kuşağının en çalışkan ve yaratıcı temsilcilerinden. Arnhem DansAkademie’den mezun oldu ve Çağdaş Dans Sanatçıları Derneği’yle Beden İşlemsel Sanatlar Derneği’nin (AMBER) kurucularından biri. Türkiye’nin en ünlü çağdaş dans koreograflarından Aydın Teker’in aKabı, harS gibi dünya çapında başarı kazanan işlerindeki performansından sonra, koreografisi kendisine ait olan Tekrar Edebilir Misin? ve Hava, geldi. Ayşe Orhon’u seyrederken izleyiciler bir sonraki anı, neyin gelmekte olduğunu merak ediyor. Yeni eseri ÇOK, 0090 Festivali kapsamında Belçika’nın Anvers kentinde Aralık ayında ilk kez gösterilecek. (Yazı: Kaya Genç)

35: Sermaye Piyasası Kurulu
Sıra dışı değişim

Sermaye piyasalarında bir Ekim’de yeni bir dönem başlıyor. Borsada sığ hisselere yönelik yeni düzenlemeler devreye giriyor. Aynı gün, manipülasyon yaptıkları gerekçesiyle işlem yasağı getirilenler afla piyasalara geri dönüyor. SPK Başkanı Vedat Akgiray’ın göreve başlamasıyla uzun süredir raflarda bekleyen projeler bir bir hayata geçirildi ve SPK kurumsal yapısı büyük bir değişim geçirdi. Sayısız tebliğle piyasaların büyük bir atılım gerçekleştirmesi hedeflendi. Kurum, halka ve medyaya daha açık bir yapıya kavuştu. Alınan kararlar piyasa oyuncularının bazıları tarafından çok "radikal ve sıradışı" olarak tanımlansa da yeni uygulamalar yolda. (Yazı: Kerim Karakaya)
(Karakaya, Bloomberg HT’de editör.)

34: Düşler Akademisi
Engel olmayın…

engelli ve sosyal dezavantajlı gençler için sanat, kişisel gelişim, spor ve eğitim atölyelerinde ücretsiz eğitim fırsatı yaratan Düşler Akademisi, 2008’den bu yana 500 mezun verdi; 2010-2011 döneminde de yüzlerce yeni katılımcıya ulaşmayı hedefliyor. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı ile Türkiye Vodafone Vakfı tarafından desteklenen kurum dans, tiyatro, müzik, resim, yaz sanat kampı gibi alanlarda engelli gençlerin topluma kazandırılmalarında önemli rol oynuyor. (Yazı: Metin Under)

32: Fenerbahçe Acıbadem Bayan Voleybol Takımı
Dipten gelen dalga…

her ne kadar takımı avrupa ikinciliğine taşıyan antrenör Jan de Brandt ile yollarını bu sezonun sonunda ayırsa da Fenerbahçe Acıbadem Bayan Voleybol Takımı Türk sporu için umut kaynağı. Acıbadem Sağlık Grubu sponsorluğunda yenilenen, altyapının önemini kavrayan ve Avrupa’da şampiyonluğu hedefleyen takımın varlığı diğer branşlar için model oluşturuyor. 2003 yılına kadar kulübe ek maliyet yaratmaması için bilinçli olarak ikinci ligde tutulan takımın bugün geldiği noktanın açıklaması basit: Kurumsallaşma ve takım oyunu. (Yazı: Bahar Kader)

31: ODTÜ Teknokent
Ankara’nın taşı toprağı teknoloji…

Ankara, sanıldığının tersine büyük bir endüstri kenti. Dinamik bir kurumun, ODTÜ Teknokent’in katkılarıyla, zaten lider olduğu bacasız sanayi alanındaki konumunu pekiştirip genel sanayi üretiminde de İstanbul’un hemen ardından ikinciliğe çıkması an meselesi. Biraz açalım. Teknokent, gelişimini tamamlamış, güçlü ve etkin bir bilgisayar donanımına sahip, bilimsel ve teknik düzeyi yüksek bir üniversite ile yeni ve ileri teknolojiyle mal ve hizmet üretmek isteyen sanayi kuruluşlarının birarada bulunduğu, ar-ge ve üretim merkezine deniyor. ODTÜ yerleşkesi içindeki Teknokent, Ankara’nın ana genişleme ekseni olan batı koridorunda 110 hektarlık bir alanı kaplamakta. Burada yazılım evleri, araştırma laboratuarları, prototip üretim merkezleri gibi birimler var. Ayrıca Ankara OSTİM Organize Sanayi Bölgesi’nde, inovasyonu geliştirmeyi hedefleyen 5500 m2’lik bir ODTÜ Teknokent Kuluçka Merkezi de mevcut. Hedef sektörler, elektronik, yazılım, iletişim, ileri malzemeler, enerji, otomotiv, kimya, biyoteknoloji ve çevre. (Yazı: Mehmet Ali Kılıçbay)

30: Su kabı
Merhamet sokağı…

Bu yaz bir şey değişti, fark ettiniz mi? kapı önlerine, kaldırım kenarlarına bırakılmış içi her daim su dolu kaplar. Sokak hayvanları sıcakta hayatta kalabilsinler diye merhamet sahibi insanlar o kapları hep dolu tuttular. Çünkü onlar bu yıl her zamankinden (başta Facebook olmak üzere internette de) daha örgütlüydü. Yaralı ve sakat hayvanları sahiplendiren Barınak Gönüllüleri Derneği gibi oluşumlar sokakların umudu olmaya devam ediyor. (Yazı: Burcu Ayaz)

29: Milli Kütüphane
Ödünç el yazması…

Günde 2 bin kişinin kapısından girdiği Milli Kütüphane tam anlamıyla milli bir servet. Zira kütüphanede yer alan üç milyon materyal gün geçtikçe çoğalıyor. Burayı önemli kılan yalnızca kitap da değil. Kasetler, plaklar, afişler, haritalar ve hatta tablolar… Üstüne üstlük artık kütüphane koleksiyonundaki yazma ve nadide eserler de kişi ve kuruluşlara ödünç olarak verilebilecek. burcu ayaz

28: Dil birliği
Ulus yaratan televizyon…

Ulus, etnik veya dinsel bir birlik değil, özü itibariyle bir dil çevresinde inşa edilen siyasal, sosyal ve ekonomik bir yapılanmadır. Ulus, farklı kökenlerden gelen ama aynı siyasal birimi (ülkeyi) paylaşan insanların tek tipleşmeleri olarak değil, aynı iletişim hattını kullanabilir hale gelmeleriyle oluşur. Batı Avrupa’daki bütün modern uluslar bir dilin çevresinde oluşmuşlardır. Türkçe, Türk ulusunu oluşturmakta şimdiye kadar çok başarılı bir kanal olarak kullanılamadı. Eğitim sistemindeki büyük aksamalar, iletişim ve ulaşım olanaklarının yetersizliği, ulusal pazarın kurulmasının gecikmesi ve çok sayıda yerel toplumsallığın varlığını sürdürmesi, Türkiye’de dillerin ve şivelerin çoğulluğunun sürmesine yol açtı, bu da uluslaşmayı çok geciktirdi. Ancak Türkiye’nin hayatına 1968’de giren fakat yaygınlaşması son 20 yıldan bu yana ivme kazanan televizyon, hiçbir amaçlı kurumun yapamadığını yapıyor, yani hem Türkçeyi yaygınlaştırıyor hem de şiveleri, dolayısıyla yerellikleri ortadan kaldırıyor ve Türkiye Cumhuriyeti ulusu, bu şekilde şimdiye kadar hiç olmadık bir boyutta biçimlenme sürecine giriyor. (Yazı: Mehmet Ali Kılıçbay)

27: Arslanköy Kadın Tiyatro Grubu
Kadınlar turnede…

istanbul ve ankara’nın dışına bakmayı akıl edenler için, Toroslar’ın eteğindeki Arslanköy Kasabası’nın cesur ve üretken kadınları, memleket tiyatrosunun ahval ve şeraiti hakkında yeni bir şeyler söylüyor. Bu kadınlar Mersin’e 52 kilometre uzaklıktaki bu dağ kasabasında dokuz yıl önce bir tiyatro topluluğu kurdu. Tarlalardan geldiler ve oynadılar. Kendileri yazarak; kostümlerini kendileri dikerek, civar köylerde turneye çıkarak, okul bahçelerine ve kamyon kasalarına tiyatro sahnesi kurarak oynamaya da devam ediyorlar. Onların her yeni oyunu Türk tiyatrosunun imkânları açısından yeni bir umut. (Yazı: Yenal Bilgici)

26: Kutlukhan Perker
Okyanus ötesi çizerimiz…

Yetenek kararlılıkla işlendiğinde ortaya Kutlukhan Perker çıkıyor. 2001’de başlayan New York çıkarmasında, The New York Times, The New Yorker, Wall Street Journal, Mad, Heavy Metal ve The Progressive gibi saygın kurumlarda çizimleri yayımlandı. Yetinmedi. "Air" serisi prestijli Will Eisner Award’a aday gösterildi. Society of Illustrators’un (Amerika’da kurulan İllüstratörler Birliği) tek Türk üyesi ve DC Comics’in yan kuruluşu Vertigo’dan yayınlanan Cario’nun illüstratörü. Amerika’da yayınlanan işlerinin yanı sıra Habertürk gazetesine ve Lemanyak’a çiziyor. Yazıyor, çiziyor ve dünyalar kuruyor. Daha ne olsun! (Yazı: Bahar Kader)

24: Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Nöroşirurji ekibi
Türkiye’nin beyin takımları…

İyi bir beyin cerrahisi ekibinin talibi çok olur. Ancak onlar bugüne dek özel hastanelerden gelen tüm teklifleri reddetti. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Nöroşirurji Polikliniği’ndeki beyin cerrahisi ekibi en az 15 yıldır yola devam ediyor. Ekibin lideri Op. Dr. Halil Toplamaoğlu "tüm kesimlere hizmet edebilmek için özel kuruluşlara gitmiyoruz" diyor. Yılda iki binin üzerinde ameliyata giren ekibin çekirdek kadrosunda (fotoğrafta en önde) Op. Dr. Toplamaoğlu, (soldan) Op. Dr. Bekir Tuğcu, Op. Dr. Ali Ender Ofluoğlu, Op. Dr. Murad Asiltürk, Op. Dr. Bülent Demirgil, Op. Dr. Hasan Burak Gündüz ve Op. Dr. Özden Erhan Sofuoğlu yer alıyor.

Siirt Devlet Hastanesi’nin beyin cerrahları ise hastalarını diğer illere sevk etmemekle övünüyor. En zor ameliyatları üstlenen ekip Op. Dr. Ahmet Gürhan Gürçay, Op. Dr. Mehmet Bülent Önal ve Op. Dr. Emine Vural’dan oluşuyor. (Yazı: Ayçin Noyan)

23: Beti Minkin
Kavılca, zeyrek ve kırmızı buğday…

Kars’ta, yok olmaya yüz tutmuş dünyanın en eski buğday türlerinden kavılca Yer Gök Anadolu Derneği’nin başkanı Beti Minkin’in girişimleri sayesinde kentin yedi köyünde organik olarak üretiliyor. Bu sayede zeyrek ve kırmızı buğday gibi eski tahıllar da yeniden hayat buldu. Minkin bu girişimiyle çevreci faaliyetleri ödüllendiren uluslararası One World Award 2010’un finalistleri arasına girdi. (Yazı: Ayçin Noyan)

22: Esenboğa Havalimanı
Ankara’nın en güzel yanı…

Yahya Kemal, "ankara’nın en güzel yanı, istanbul’a dönüşüdür" demişti ama ankara’dan ya da ankara’ya fark etmez; artık yolculuğun en güzel yanlarından biri de Esenboğa Havalimanı. Ekim 2006’da hizmete açılan havalimanı başkente yeni bir soluk getirdi. Çevreye duyarlılık, kalite, güvenlik, ticari alanlar ile operasyon akıcılığı gibi kriterleri olan Avrupa Uluslararası Havalimanları Konseyi Yarışması’nda, 5-10 milyon yolcu kategorisinde 2009’un "En İyi Havalimanı" seçildi. TAV Havalimanları Holding’in işlettiği havalimanın mimarları ise Ercan Çoban, Suzan Esirgen, Süleyman Bayrak, Ahmet Yertutan. Seyahatleri ve uçuşları kolaylaştıracak her adım bize umut verir. (Yazı: Melis Özpınar)

19: Yenikapı Mevlevihanesi
"Kültürümüzün en yüksek tarafı"

Ahmet Hamdi Tanpınar, Mevleviliğin tarihine ilişkin şunu söyler: "Tarikat olarak Mevlevîliği esas çizgileriyle Sultan Veled kurar. Fakat teşrîfatı, nezaketi, terbiyesi, sülûkunun ve âyininin erkânı tıpkı musikîsi gibi daha sonraki zamanın, Osmanlı devrinin ve biraz da İstanbul’undur. Ve şüphesiz ki kültürümüzün en yüksek tarafıdır." İstanbul’da yüzyıllar içinde Mevlevîliğin şekillendiği mevlevîhaneler, 1925’te tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla işlevlerini yitirmişti. İçlerinden yalnızca Galata Mevlevîhanesi, günümüzde de devam ettirdiği müze statüsüne kavuşturularak devletin koruması altına alınabilmiştir. Mimari özellikleri açısından en mütevazısı olan Üsküdar Mevlevîhanesi ayakta kalabilmiş, buna karşılık Yenikapı, Kasımpaşa ve Eyüp’teki Bahariye Mevlevîhaneleri -birkaç kalıntı dışında- ortadan kalkmıştı. Günümüzde Yenikapı Mevlevîhanesi ile Bahariye Mevlevîhanesi özgün biçimlerine sadık kalınarak ihya edilmiş bulunmaktadır. (Yazı: M. Baha Tanman)
(Prof. Dr. Tanman, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü.)

18: Baksı Müzesi
Köye farklı bir soluk…

"Neden olmasın," bazı durumlarda "neden"den daha iyi bir sorudur. Ressam Hüsamettin Koçan bu soruyu böyle sorduğu için, Bayburt’un 45 km dışında, Çoruh Vadisi’ne bakan 80 hanelik Bayraktar Köyü’nde artık bir müze var. Adını Kırgız Türkçesi’nde "şaman" anlamına gelen "Baksı"dan alan ve bu sene tamamen hizmete açılan müze (yapımına 10 yıl önce başlanmıştı) yöneticilerinin ifadesiyle, "Bayburt-Bayraktar köyüne yaşam soluğunu sanatla yeniden kazandırmayı" amaçlıyor. Bu kapsamda müzede geniş bir halk resimleri koleksiyonu, yerel el sanatlarını yansıtan özgün örnekler, yöresel bir Bayburt evi ve çağdaş sanat eserleri bulunuyor. (Yazı: Can Özelgün)

17: Münevver Ateş
Bir hemşire yeter…

Okula atanan öğretmenin çabalarıyla hayatı değişen öğrenciler, yeni koçları sayesinde şampiyon olan takımlar ve benzer başarı hikâyelerinin filmlere özgü olduğunu düşünüyorsanız, işte size vekil hemşire Münevver Ateş’in öyküsü: Bilecik’in yaş ortalaması 50’nin üzerinde seyreden 280 nüfuslu Selim köyünde sağlık sorunları tükenmek bilmiyordu. Genç hemşire köy halkını önce sporla tanıştırdı, sonra onlarla spor yaptı ve köyde sağlık kampanyaları başlattı. "Günde en az 10 iğne yaparken yürüyüşe başladıktan sonra bu sayı 3’e düştü" diyor Münevver hemşire. Köyde sigarayı bırakanların, düzenli spor yapanların sayısı her gün artıyor. Neticede genç hemşireden sonra Selim, daha sağlıklı ve sporcu bir köye dönüştü. Bu mikro örnekteki gibi spor yapma imkânına kavuştukça toplumların sağlığı da iyileşiyor. Bu açıdan 2005’te İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce başlatılan ve bugün büyük küçük ülkedeki tüm belediyelere yayılan açık hava spor parkları önemli bir adım. Örneğin kardiyolog Dr. Deniz Şener, hastalarının yüzde 10’unun bu aletleri kullandığını ve kalp ve damar sağlığı açısından büyük fayda gördüklerini belirtiyor. (Yazı: Aslı Ortakmaç)

16: Doğu’da yükseköğrenim
El birliğiyle üniversite modeli…

Doğu ve güneydoğudaki tüm üniversitelerin umut vaat ettiğini söylemek güç. Ama bazıları şimdiden batıdaki rakiplerini zorlamaya başladı. Örneğin Ardahan Üniversitesi. Ardahan ÖSS’de başarısız iller listesine girince, rektör Ramazan Korkmaz şehirde eğitim seferberliği başlattı. Tayin edilen öğretmenlerin hiç gelmemesi ya da kısa sürede Ardahan’dan ayrılması yüzünden ilk ve orta öğrenim öğrencilerinin eğitimi eksik kalıyordu. Bunun üzerine üniversitede Atatürk Üniversitesi işbirliğiyle ortak master programları açıldı. Amaç, öğretmenlerin en azından master boyunca ilde kalmaları için geçerli bir sebep üretmek. Şırnak Üniversitesi ise kurulduğu günlerdeki 1.350 m2’lik kampüs alanını kısa sürede 300 bin m2’ye çıkardı. Ayrıca, Şırnak doğumlu ve ekonomik durumu iyi olmayan kız öğrencilere en az 300 TL’lik burs veriliyor. Bitlis Eren Üniversitesi ise başta Eren Vakfı ve Bitlisli işadamlarının oluşturduğu Bitlis Eğitim ve Tanıtım Vakfı desteğiyle vakıf üniversitesi kalitesi ve özeniyle yönetilen bir devlet üniversitesi olma iddiasında. (Yazı: Aslı Ortakmaç)

15: Genç yazarlar
Yazmak zor zanaat…

Newsweek Türkiye’nin önde gelen edebiyat otoritelerinin katkısıyla hazırladığı 40 yaşın altında 20 yazar sıralaması Türkiye edebiyatının önünün açık olduğunu gösterdi. Alfabetik sırayla, Ahmet Büke’den Aslı Tohumcu’ya, Ayhan Geçgin’den Ece Temelkuran’a, Elif Şafak’a, Emrah Serbes’ten Ersan Üldes, Faruk Duman, Hakan Bıçakçı, Hakan Günday, Karin Karakaşlı, Kaya Genç, Murat Menteş, Murat Yalçın, Murat Uyurkulak, Onur Caymaz, Orçun Türkay, Pınar Öğünç, Sema Kaygusuz ve Şebnem İşigüzel’e bu ülke için umut veren kalemler yaşıyor aramızda. (Yazı: Yenal Bilgici)

14: THY
Yüksekten uçuyor…

Uçak sayısı 10 yılda 2,5 kat artarak 133’e yükseldi.
THY’nin filosu Avrupa’nın en gençleri arasında. Filonun yaş ortalaması 6,2.
Uçuş noktalarını son beş yılda yüzde 50 arttırarak 158’e çıkardı.
Yolcu sayısı 7 yılda 2,5 kat artarak 25.1 milyona (2009 sonu) ulaştı.
Yolcu sayısında Avrupa’da 4. sırada.
Star Alliance üyeliği ve 158 uçuş noktası sayesinde İstanbul’u dünyanın aktarma

1
Bu yazımızı okuyan 2.748. takipçimizsiniz.

gencyolcular

Genç Yolcu 2005 yılında #BirlikteKeşfedelim sloganıyla Gezi • Kültür • Sanat alanında yayın hayatına başlamıştır. İletişim: bilgi@gencyolcu.com

One thought on “Türkiye’de umut veren 100 şey

  • 17 Aralık 2011 tarihinde, saat 15:48
    Permalink

    merhaba,
    öncelikle kolay gelsin. uzun süredir bir okuma çalışmam için aradığım bir yazıydı sadece sizin sitenizde bulabidim ancak sadece 84 tanesine ulaşabildim. acaba geriye kalan 14 başlığı nasıl öğrenebilirim?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir