Türk sineması ‘kasaba’ya geri döndü

Atıf Yılmaz’ın 1950’de başlattığı ‘kasaba filmi’ anlayışı uzun bir aradan sonra Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu, Çağan Irmak gibi yönetmenlerin filmleriyle yeniden hatırlandı. Son yıllardaki Kasaba filmlerindeki artış, ‘Sinema geleneğimizi kasaba filmleri üstüne mi kuruyoruz?’ sorusunu akla getiriyor. Atilla Dorsay, Nedim Hazar, Alin Taşçiyan ve Seyfi Teoman gelişmeleri değerlendirdi.

Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu, Reha Erdem, Ahmet Uluçay, Çağan Irmak, Yüksel Aksu ve Zeki Ökten gibi usta yönetmenlerden en güzel örneklerini izlediğimiz ‘kasaba filmleri’nin sayısı her geçen yıl daha da artıyor. Yeni dönemin pek çok yönetmeni, tıpkı 1960’ların Yeşilçam’ında olduğu gibi, hikâyesini, kasabada yaşanan insan ilişkileriyle anlatmayı tercih ediyor. Yönetmenliğini ve senaristliğini Seyfi Teoman’ın üstlendiği Tatil Kitabı, kasaba filmlerinin son halkası; keza Özcan Alper’in Sonbahar’ı da… Genç yönetmen Seyfi Teoman’ın 12 Eylül’de gösterime giren filmi, bugüne kadar -aralarında ‘en iyi film’ ödülünün de bulunduğu- toplam 6 ödül aldı.

1950’lerde Atıf Yılmaz’ın başlattığı kasaba/taşra filmi anlayışı, uzun bir sessizliğin ardından Nuri Bilge Ceylan’ın 1997 yılında çektiği ‘Kasaba’ isimli filmle hatırlanmış, Semih Kaplanoğlu’nun 2001 yılındaki ‘Herkes Kendi Evinde’ filmiyle de yerini pekiştirmişti. Günümüzün genç yönetmenlerinden Çağan Irmak’ın 2005 yılındaki Babam ve Oğlum filmi; gişe, hâsılat ve ödül rekoru kırınca, konusu kasabada geçen, insan ilişkilerini kasabadaki yaşam üzerinden anlatan filmler büyük ilgi görmeye başladı. Altın Portakal Film Festivali’nin geçen yılki en iyi film ödülünü Semih Kaplanoğlu’nun Yumurta’sının alması ise, sinema eleştirmeninden sinemaseverine kadar herkesin kasaba konulu filmlerden bu yılki beklentisini artırıyor.

Kasaba filmlerindeki bu artışla birlikte akıllara ‘Sinema geleneğimizi kasaba/taşra filmleri üstüne mi kuruyoruz?’ sorusu geliyor. Konuyu, ‘Kasaba filmleri, Türk sinemasının referansı olabilir mi? Türk sinemasının referansı ne olabilir?’ sorularıyla tartışmaya açmak da mümkün. Atilla Dorsay, M. Nedim Hazar ve Alin Taşçiyan ile Seyfi Teoman kasaba/taşra filmleri’ndeki gelişmeleri değerlendirdi.

Konuyu sosyolojik olarak araştırmak ve bunun adını koymak lazım!

Atilla Dorsay (Sabah Gazetesi Sinema Eleştirmeni): Atıf Yılmaz, 1950’li yıllarda Türk Sineması’ndaki kasaba filmlerini başlatan adamdır. Atıf Yılmaz’ın 60’lardaki filmleri genelde Doğu’ya eğilirdi. Ama 1970 ve 80’lerin filmlerinde çıkış noktası Necati Cumalı’nın hikâyeleri ve romanları olduğu için, hep Ege gerçeği anlatılmıştır. E şimdi bakıyoruz yine Ege. Kasabaların Doğu’dan Batı’ya kaymasının sebebi, Ege’nin her şeye rağmen büyük kente daha yakın olmasıdır. Yani sinemacılar, hem büyük kentin kendini tekrar eden dekorundan kurtulup kasabaya açılalım, hem de küçük burjuvazinin sorunlarını da bir ölçüde koruyalım istiyor. Köy romanlarının modasının geçmesi, bu sinema alanına olan ilgiyi bitirmişti. Ama şimdilerde, bir ölçüde köy; ama daha çok kasaba filmlerine dönüş başladı. Atıf Yılmaz kasabayı genelde komedi çerçevesinde ele alsa da, yeni yönetmenler varoluşçu (Egzistansiyalist) felsefe içinde ele alıyorlar. Taşrada hayat, taşrada zaman, taşrada tatminsizlik, taşra hayatıyla şehir hayatının karşılaştırması, şehirden taşraya gelen insan ne bulur, ne bulmaz; bu bence de ilginç bir girişim. Büyük kent halkının; özellikle de aydınının, bir kaçış olarak gördüğü, zaman zaman veyahut temelli sığındığı, bu yerlerde bizim gözlemleyemediğimiz, farkına varamadığımız bir dinamizm mi var? Konuyu sosyolojik olarak araştırmak ve bunun adını koymak lazım… Çünkü hakikaten, Yumurta gibi son yılların bütün başarılı filmleri kasaba ortamında geçiyor. Altın Portakal ve sonrasında da bu yönde pek çok film izlemeye devam edeceğiz. Kasaba filmlerinin sürüp sürmeyeceğini bilemem ama buna bilimsel olarak yaklaşmak gerekiyor. Ben yine de, gelecek her şeye rağmen kentlerde, diyorum.

Yönetmenlerin yerelden evrensele gitmek için buldukları bir çözüm

Alin Taşçıyan (Star Gazetesi Sinema Eleştirmeni): Küçük bir kasaba içinde geçen filmlerin sinemamızda daha fazla sayıda ve daha iyi nitelikte yer almasını ben iki nedene bağlıyorum. Birincisi, yönetmenler doğup büyüdükleri topraklara dönüyorlar. Büyük şehirde kendilerini kaybettiklerini düşündükleri değerleri, bağları bulmak için bir tür toprağa dönüş filmi niteliği taşıyor bunlar. Bu bağlamda da, kasabada yaşıyor olmanın insan hayatını nasıl etkilediğini; küçük, dar ve herkesin birbirini tanıdığı geniş aile tarzı bir yaşam biçimini ele alarak bireyin ruh halini irdeliyorlar. İkincisi de, kasabayı mikrokozmoz gibi algılamak ve insanlığın genel olarak bütün çatışmalarını bir kasaba ortamı içinde yansıtmak. Bu küçük Türkiye de olabilir, küçük dünya, küçük evren de olabilir. Her şeyi mekân olarak derli toplu, sinematografi için avantajlar sağlayan biçimde bir kasabaya getirmek, bence de akıllıca bir çözüm. Yerelden evrensele gitme aşaması için yönetmenlerin buldukları bir çözüm diye görüyorum kasaba filmlerini.

Devlet, köy filmleriyle ‘illüzyon Anadolu’su oluşturmuştu!

M. Nedim Hazar (Zaman Gazetesi Sinema Eleştirmeni): Kasaba filmleri hakkında olumlu düşünüyorum; ama bu, şu anlama gelmiyor: Türk sineması kendi değerlerini, kendi kültürel kökenlerini, kendi kültürel kodlarını çözmek üzere hamle yapıyor; böyle bir şey yok, bu belki ileride olur. Bu, çok ciddi bir kuramsal tartışmadan sonra ortaya çıkar. 1960’lı yıllarda köy filmleri vardı; devletin resmi ideolojisiyle kendine göre bir köy gerçekliği oluşturmaya çalıştığı filmler… Şehirli gibi selam veren, şehirli gibi davranan, aslında kendisi olmayan illüzyon Anadolu’su oluşturmuşlardı. O başarılı olmayınca Anadolu sinemaya küsmüştü. Sinema şehirli elitlerin zevki olarak devam etti uzun bir süre. Özellikle Babam ve Oğlum’dan sonra kasaba filmlerine olan eğilim arttı. Bu, bir damar arayışıdır ve gayet normal seyrinde görüyorum her şeyi. Bu furya aşılacaktır. Bir taraftan seyirci kendini yetiştirecektir, diğer taraftan sinemacılar deneme-yanılmalarla bir şeyler bulmaya çalışacaklardır. Yeni dönem kasaba filmlerine baktığımızda karakterlerin biraz daha sahicileşmiş olduğunu görüyoruz. Amatör oyuncu kullanmaları çok akılcı bir tercih mesela… Bu, hem yıpranmamışlık hem de orijinaline bağlı kalmak adına önemli. Ama Tatil Kitabı’nı gişe için görüyorum. Derinlikli, katmanlı bir çalışmadan ziyade ticarî bir zekâyla yoğrulmuş.

Kasaba filmlerine olan ilgiyi Babam ve Oğlum’a bağlamak sinik bir yaklaşım!

Seyfi Teoman (Tatil Kitabı’nın yönetmeni): Türk sinemasının referansı kasaba filmleri, demek bana çok iddialı bir tespit gibi geliyor. Hem içinde bulunduğum hem de devam etmekte olan bir dönem olduğu için bunun tespitini yapmam çok zor. Bu daha çok sinema eleştirmenlerinin isimlendireceği bir şey. Bunun bir gelenek haline gelmesi için çok daha köklü, çok daha uzun süreli olması ve üzerinden biraz vakit geçmesi lazım. Ama öyle bir eğilim olduğu görülüyor. Bu eğilimi Babam ve Oğlum’un başarısına bağlamak bence sinik bir yaklaşım. Doğru yaklaşım bunun sosyolojik temellerini aramaktan geçiyor. Bana, sen neden kasabada geçen bir film çektin diye sorarsanız, bu benim kişisel tarihimle ilişkili. Ben 14 yaşıma kadar Kayseri’de yaşadım. Bir şekilde kendimi anlatarak başlıyorum her şeye… Türkiye’nin toplumsal ruh halini anlamak için işe; şehirleşme, taşralılaşma eskizinden bakmak bir anlamda ufuk açıcı.

 45. Altın Portakal Film Festivali’ndeki ‘kasaba filmleri’

 * Semih Kaplanoğlu: Süt

* Hüseyin Karabey: Gitmek

* Cemal Şan: Dilber’in Sekiz Günü

* Yeşim Ustaoğlu: Pandora’nın Kutusu

* Derviş Zaim: Nokta

* Ben Hopkins: Pazar

Zaman Gazetsi Haberi

Bu yazımızı okuyan 1.557. takipçimizsiniz.

gencyolcular

Genç Yolcu 2005 yılında #BirlikteKeşfedelim sloganıyla Gezi • Kültür • Sanat alanında yayın hayatına başlamıştır. İletişim: bilgi@gencyolcu.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir