Şenlik Meydanı SULTANAHMET

Sultanahmet, Bir Ucu Dünyevi Bir Ucu Semavi Bir Mıknatıs Gibi Herkesi Kendine Çekmeye Devam Ediyor. Şimdilerde Onun Ünlü Meydanına Gitmek İçin Bir Başka Gerekçeniz Daha Var: Ramazan Şenlikleri Başlıyor.

Sultanahmet Meydanı’nda dolaşırken yanına yalnızca tarih bilgisi değil, hayal gücü de almalı insan; çünkü İznik çinilerinden Eski Mısır hiyerogliflerine, Bizans mozaiklerinden Osmanlı türbelerine kadar her şey burada buluşmuş. Aslında öyle geniş bir alan değil Sultanahmet Meydanı. İstanbul kentinin büyüklüğünün yanında avuç içi kadar. Ama o avucun içinde saklananlar bütün insanlığı ilgilendiriyor. Bu nedenle buradaki gezime bir zamanlar Roma’ya giden yolun başlangıcı ve dünyanın merkezi olarak kabul edilen Milion Taşı’nın önünden başlıyorum. Bir yandan da, fıkralarıyla ünlü Nasrettin Hoca’yı düşünerek gülümsüyorum. Hani “Dünyanın ortası neresi?” diye soranlara ayağının bastığı noktayı göstermiş ve itiraz edenlere “İnanmıyorsan ölç!” demişti ya! Biraz ötede Alman Çeşmesi, suyunu yudumlayan küçücük çocukları sevindiriyor. Çeşme, Alman imparatoru II. Willhelm’in Osmanlı İmparatorluğu’nu ziyareti anısına yaptırılmış. 1901’de Almanya’dan parçalar hâlinde getirilip meydana yerleştirilmiş.

 3 Bin 500 Yıllık Abide

Bir turist rehberi olsaydım Dikilitaş’ı işaret ederek “Çok yaşlı bir arkadaşımla tanıştırmak istiyorum sizi!  O, yaklaşık 3 bin 500 yaşında. Eski Mısır’da Firavun III.Tutmosis’in zaferleri için dikilmişti. Sonra İstanbul’a taşınarak, 390 yılında, o zamanlar Hipodrom olan bu meydana dikildi.” diyebilirdim. Gözlerimi kapatıyorum. 1627 yıl önce yerde yatan Dikilitaş’ı ayağa kaldırmak için sarf edilen 32 günlük müthiş çabayı düşlüyorum; hesap, emek ve güç sınırlarının zorlandığı o son ânı…

Ardından Burmalı Sütun’u ve Örme Dikilitaş’ı  geçip Sultanahmet Külliyesi’ne gidiyorum. Camiye girdiğimde, üzerlerine gölgeler düşse de, nar çiçeği kırmızıları, çimen yeşilleri, menevişli beyazları ile 20 bini aşkın çininin duvarları bahçeye çevirdiğini görüyorum.

 Uygarlığın Katmanları

Kubbenin altı dua eden, namaz kılan insanlar ve sessiz bir hayranlıkla etrafına bakan turistlerle dolu. İstanbul’un 6  minareli tek selatin camisinin 260 penceresinden ışık yağıyor. Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa’yı anıyorum sevgiyle. Sonra yine gözlerimi kapatıyorum. A. Hamdi Tanpınar bir masada, Beş Şehir’in bir bölümünü yazıyor: “Sultanahmet’in içi bütün bir mavi bahar rüyasıdır. Pek az mimari, ışığı bu kadar lezzetle dokur.”

Sultanahmet Meydanı, uygarlığın katları üzerinde kurulu. Dehlizler, sarnıçlar, saray ve hipodrom temelleri gibi yapılarla dolu bir yer altı dünyası var onun. Mozaikler de bu dünyanın renkli birer parçası. Bizans dönemine ait Büyük Saray’ın döşemelerindeki mozaikler 1950’deki kazılarda ortaya çıkarılmış. Bugün Sultanahmet Külliyesi’nin arastasında, bir müzede sergileniyorlar. Arasta, Sultanahmet’teki en hareketli yerlerden biri. Anadolu motifleriyle süslü şık kolyeleri deneyen kadınlardan kuşlu İznik seramiklerini inceleyen Japonlara kadar çok sayıda insan dükkânlara girip çıkıyor. Küçük Ayasofya Caddesi de bir anlamda arastanın uzantısı gibi…

2016’da Türkiye’nin en çok gezilen müzesi Ayasofya olmuş. Bizans sanatının bu başyapıtı, kubbesi iki kez yıkılmış ve büyük depremler yaşamış olsa da, hâlâ görkemiyle baş döndürüyor. Hâlâ söylencelerini yaşatıyor; “Ağlayan Sütun”daki (Terleyen Sütun) deliğe parmaklarını sokarak dilekte bulunuyor insanlar. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u aldığında ilk Cuma namazını Ayasofya’da kılmıştı. Çapları 7,5 metre olan takım levhalara Allah’ın, Hz. Muhammed’in (s.a.v), dört halifenin, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in adlarını yazan Mustafa İzzet Efendi de burada yazı sanatı tarihine geçti. Ayasofya’nın içine giren ışığın, harfleri altınla yazılı bu nefti yeşil levhaların üzerine düştüğünü görüyorum. Yazıları bitirdiğinde diz çöküp dua eden büyük hattatı anıyor sanki ışık.

 Medusa’nın Gözlerinin İçine Bakmak

Ayasofya’dan çıkıyor, Soğukçeşme Sokağı’ndan geçiyor ve Yerebatan Sarnıcı’na iniyorum. Sarnıç 532’de yapıldığında, yanındaki Ayasofya hakkında yeni bir inanış doğurmuştu: “Büyük kilise, içinde gemilerin yüzdüğü bir sarnıcın üzerine yapılmış!” 336 mermer sütunun oluşturduğu hacmini 7 bin  kölenin sırtına borçlu olduğu söyleniyor. Bir sütun kaidesine yerleştirilmiş Medusa başının gözlerine bakarak çıkıyorum sarnıçtan. Bakışlarıyla beni taşa çevirir diye korkmadan! Ben çıkarken, bir gösteri için merdivenlerden aşağıya iniyor semazenler. Sultanahmet’te yer altı, yeryüzü ve gökyüzü; dünyevi ile semavi olan iç içe geçiyor.

Osmanlı Zamanındaki Şenlikler

Dikilitaş’ın önüne dönüyorum yeniden. Aslında adı İbrahim Paşa Sarayı olan, bugünün Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne doğru bakıyorum. Gözlerimi kapatıp yine hayal kuruyorum.  Sarayın balkonunda Sultan’ın silüetini görüyorum! Sultan, At Meydanı’nda ilerleyen şenlik alayını izliyor. Belli ki, bir şehzadenin sünneti ya da doğumu kutlanıyor. İşte kâsebazlar, kuşbazlar, gözbağcılar… İşte davulcular, zurnacılar… İşte hokkabazlar, cambazlar, güreşçiler… Sanki bir düğün şenliği için meydana inmiş biniciler ve okçular… Sanki Sultan III. Murad’ın oğlu III. Mehmed için yaptırdığı sünnet şenliğini anlatan Surname’nin sayfalarını çeviriyorum.  Nakkaş Osman’ın minyatürleri canlanmış, meydanda gösteri yapıyor…

Hayallerden sıyrılıp kendime geliyorum. İstanbul’a akşam çöküyor. Sultanahmet Meydanı ana baba gününe dönmüş. Çimenlerin üzerine kilimlerini yayan insanlar iftara hazırlanıyor. Upuzun masalarda, inananların sabrına armağan ve hayır olsun diye binlerce kişilik sofralar kurulmuş. Ezan okunup iftar topu da atılınca dualarla ele alınıyor kaşık çatallar.

 Akşam Etkinlikleri Başlıyor…

Kurulan sahnede tasavvuf müziği çalınıyor ve Mehter Takımı gösteriler yapıyor. Parkın havuzunda ışık oyunları başlıyor. Mahyaların altında bir şenliktir, bir cümbüştür gidiyor. Karagöz ve Hacivat hayal perdesinde boy gösteriyor.  Meydanda kurulan satış yerlerinde, baklavadan ahşap bastonlara, yaprak üzerine yapılmış resimlerden bakır vazolara kadar müthiş bir çeşitlilik var. Gül şerbetinden lokmaya kadar uzanan Osmanlı lezzetlerini burada kurulan “Asırlık Tatlar ve Sanatlar Çarşısı”nda tadabilirsiniz. Ramazanda Sultanahmet’e gidenler hem gün boyu cami ve türbelerde dinî vecibelerini yerine getiriyorlar, hem tarihî eserleri ziyaret ediyorlar, hem de akşam etkinliklerinde unutulmayacak bir gün yaşıyorlar. Üstelik bir gelen bir daha geliyor. Şenlik alanından ayrılırken başımı kaldırıp, iki minare arasına asılmış, kalbime işleyen o mahyayı okuyorum: “Hiç Kimse Kimsesiz Kalmasın.” Evet, benim dileğim de bu…

Kaynak:  Yazı: Akgün Akova Fotoğraf: Tolga İldun



Bu yazımızı okuyan 1.410. takipçimizsiniz.

Selim İlme

1989 İstanbul Beyoğlu doğumlu. İlk, Orta ve Lise eğitimini İstanbul'da tamamladı. Anadolu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencisi. Tekstil, İnşaat, Gıda ve Elektronik alanında çeşitli sektörlerde Yönetici olarak görev yapmıştır. Hobileri Seyehat, Tarih, Trekking,, Hayvanlar ve Teknolojidir. Evli ve 2 çocuk babası

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir