Şanlıurfa

Peygamberler Şehri Şanlıurfa, GençYolcu sitesi ekibinden bir grup arkadışımız ile 3 günlük ŞanlıURFA gezimizi sizlerle paylaşacağız, Yazımızda ŞanlıUrfa’nın tarihi, turistlik yerleri, Hanları, Çarşıları, Konakları, ve Kültürü’nü hakkında video, fotoğraf bilgiler sunacağız. Şanlı Urfa’da rehberimizin bize söylemiş olduğu ilk söz ile başlıyalım. ”Peygamberler Şehrine Hoşgeldiniz. Bu şehire herkes gelemez, Sizleri çağırmışlar…”  Öncelikle Balıkgöl’den başlıyalım ve burda o kadar çok, çocuk turist rehberi varki, hemen yanınıza gelerek abi sana tarihi anlatıyım mı derler ve birde eklerler hangi dilde istersiniz diye 🙂 ve bize ilk soran   İrfan adlı Turist rehberine anlat bakalım dedik ve şimdi ondan dinleyelim…

TARİH

Urfa Kur’an, İncil ve Tonah (Eski ahit/Tevrat)’ta geçen İbrahim peygamberin, doğum yeri olarak kabul edilir ve anısına Camii de bulunmaktadır. Ayrıca Peygamber Eyüp’ün de (İncil ve Eski ahitte Job) doğum yeri olarak kabul edilir. Urfa kent merkezinin altında bugünkü Balıklıgöl’ün kuzeyinde yapılan bir keşif sonucu, Urfa kent merkezi tarihinin MÖ. 9500’e Çanak-Çömleksiz Neolitik Döneme kadar uzandığı görülmüştür.

11.500 yıllık tarihi süreç içerisinde Ebla, Akkad, Sümer, Babil, Hitit, Hurri-Mitanni, Arami, Asur, Pers, Makedonya, Roma, Bizans gibi uygarlıkların egemenlikleri altında yaşamıştır. Urfa, 1094 yılında Selçuklu hakimiyetine girmiştir. 1098’de Haçlı Edessa Kontluğu, daha sonra Eyyubi, Memluk, Türkmen aşiretleri, Timur devleti, Akkoyunlular, Dulkadir beyliği, Safeviler ve en son da 1516’da Osmanlı sınırları içine katılmıştır. Önceleri Rakka Eyaleti sınırları içerisinde yer alan Urfa, 1876’da Halep Vilayetine bağlanmış, 1916’da ise bağımsız bir sancak olmuştur.

Şanlıurfa (eski adı: Urfa), Türkiye Cumhuriyetinin Güneydoğu Anadolu bölgesinde doğuda Mardin, batıda Gaziantep, kuzeyde Adıyaman, kuzeybatıda Diyarbakır illeri ve güneyde Suriye sınırı ile çevrelenmiş bir sınır ilidir. Şehrin eski isimleri Ur, Urhoy, Urhei, Orhei, Orhayi, Ruhai, Ruhha, Ar-Ruha, Reha ve Edessa’dır. Kurtuluş savaşında gösterdiği başarıların hatırasından dolayı 1984 yılından sonra Şanlı ünvanını almıştır.

2010 yılı Tüik verilerine göre, merkez ilçeyle birlikte 11 ilçe, 15 belediye ve 1146 köy vardır. Ortalama yükseltisi 518 metre olan Şanlıurfa 18,584 (D.İ.E. 1997) kilometrekarelik yüzölçümü ile Türkiye’ nin 7. büyük ilidir. Şanlıurfa merkezinde ve ilçelerinde Türk, Kürt, Arap, Zaza, Çerkez, Afgan ve Ermeni kökenli insanlar yaşamaktadır.

Şanlıurfa’nın ilçeleri ise şunlardır: Merkez, Akçakale, Birecik, Bozova, Ceylanpınar, Halfeti, Harran, Hilvan, Siverek, Suruç, Viranşehir. 1919 yılında, önce İngilizlerin, daha sonra Fransızların işgaline uğrayan Urfa, 11 Nisan 1920’de Urfalı milisler tarafından işgalden kurtarılmış; Urfa milletvekili Osman Doğan ve 17 arkadaşının, Kurtuluş Savaşında gösterdiği kahramanlıktan dolayıUrfa ili adının “Şanlıurfa” olarak değiştirilmesine ilişkin kanun teklifi TBMM tarafından 6 Aralık 1984 tarihinde kabul edilerek kanunlaşmıştır.

Neden Şanlı ünvanı verildi?

1919 yılında, önce İngilizlerin, daha sonra Fransızların işgaline uğrayan Urfa, 11 Nisan 1920’de Urfalı milisler tarafından işgalden kurtarılmış; Urfa milletvekili Osman Doğan ve 17 arkadaşının, Kurtuluş Savaşında gösterdiği kahramanlıktan dolayı Urfa ili adının “Şanlıurfa” olarak değiştirilmesine ilişkin kanun teklifi TBMM tarafından 6 Aralık 1984 tarihinde kabul edilerek kanunlaşmıştır.

BALIKLIGÖL VE AYN-ZELİHA GÖLÜ

Balıklıgöl ve Ayn-Zeliha Gölü Halil İbrahim Peygamber, devrin zalim hükümdarı Nemrut ve puta tabanlarla mücadele eder. Putları kırıp parçalayarak halkı tek tanrıya inanmaya çağırır. Bu başkaldırıya karşı Nemrut, İbrahim Peygamberi büyük bir odun yığınında yakmak ister. İbrahim Peygamber ateş üzerine düşer düşmez, ateşin yerinde berrak bir göl belirir. Yanan odunlar balığa dönüşür. Göle Halil-ür Rahman Gölü (Balıklı göl) denilir. Yanındaki göl ise (Ayn-Zeliha) İbrahim Peygamberin sevgilisi ve Nemrut’un evlatlığı Zeliha’nın gözyaşlarından oluşur.

URFA KALESİ

Urfa Kalesi Kentin güneybatı kesiminde, Halil-ür Rahman ve Ayn-ı Zeliha göllerinin güneyindeki Damlacık dağının kuzey eteğinde bulunan tepe üzerindedir. Doğu, batı ve güney tarafı kayadan oyma derin savunma hendeği ile çevrili, kuzey tarafı ise sarp kayalıktır. 814 yılında (Abbasiler Dönemi) şehir sularının yeniden inşa edilmesi sırasında kalenin de Seleukoslar dönemine ait eski kalıntılar üzerine yeniden inşa edildiği kuvvetle muhtemeldir.

Güneydeki kayadan oyma hendeğin M.S. III. yüzyıla ait kaya mezarlarının üzerine yapıldığı kesilmiş kaya mezarlarından anlaşılmaktadır. (Romalılar tarafından yaptırılan İç kale zamanla genişlemiştir. İç kale 25 burçludur. Kalede Bizans ve İslam dönemine ilişkin kalıntılar bulunmaktadır.

Surları M.S. 812 yılında Hıristiyanların, Arap akınlarına karşı kenti korumak amacıyla yaptırdığı bilinmektedir. Dış kale ise Haçlılar zamanında büyütülerek restore edilmiştir) diyenler de vardır. Kale üzerindeki Korinth başlıklı iki sütunun arası 14 m. olup yükseklikleri 17.25 ve çapları 4.60 metredir.

Doğudaki sütunun kente bakan yüzünün 3 metre yukarısında Estrangela türündeki Süryanice kitabede: “Ben askeri komutan Barş[AMAŞ] (Güneşin Oğlu)’nın oğlu AFTUHA. Bu sütunu ve üzerindeki heykeli başbakan MA’NU kızı, [kral MA’NU] eşi, hanımefendim ve [velinimetim] kraliçe ŞALMETH için yaptım.” yazılıdır. Kitabede adı geçen Edessa kralı II. MA’NU (240-242)’dur. Saltanat tarihleri dikkate alınırsa, bu sütunların 814 yılındaki surlar ve kalenin esas inşa tarihinden önce buraya birer anıt sütun arak dikildikleri ortaya çıkar.

Hz. İbrahim’in Doğduğu Mağara Ve Mevlid-i Halil Cami (Merkez)

Hz. İbrahim, Mevlid-i Halil Cami avlusunun güneyinde bulunan mağarada doğmuştur. Hz. İbrahim 7 yaşına kadar bu mağarada yaşamıştır. Rivayete göre devrin hükümdarı Nemrut, bir rüya görür. Sabah rüyasında gördüklerini müneccimlerine anlatır. Müneccimlerin “Bu yıl doğacak bir çocuk senin saltanatına son verecektir” demesi üzerine Nemrut, halkına emir salarak o yıl doğacak bütün erkek çocukların öldürülmesini ister. Sarayın putçusu Azer’in hanımı bu mağarada gizlice Hz. İbrahim’i dünyaya getirir. Hz. İbrahim 7 yaşına kadar bu mağarada yaşamıştır.

Hz. İbrahim’in doğduğu mağaranın içerisinde bulunan suyun, şifalı olduğuna ve bir çok hastalığı iyileştirdiğine inanılır. Bu mağaranın yanına Osmanlı Döneminde Hz. İbrahim’in hatırasına Mevlid-i Halil adı verilen küçük bir cami yaptırmıştır. İbrahim peygamberin makamını ziyaret etmeye gelen binlerce kişiye bu camii küçük gelmeye başlamıştır. Bu caminin yanına ı 986 yılında çevreyle uyumsuz, makamları gölgeleyen, doğal görünüme engel olan yeni bir cami yapılmıştır. Çifte minaresi, oransız kubbesi ve genel görünümü ile estetik olmayan bu cami bulunduğu alanın doğal yapısına da uyumlu değildir. Hz.İbrahim’in doğduğu kabul edilen mağaranın giriş kapısı üzerinde 1808 tarihli bir kitabe bulunmaktadır.

Aslında onarım kitabesi olup, Seyyid Muhammed El Mesud tarafından onarıldığı yazılıdır. Caminin kapısı üzerindeki bir başka onarım kitabesinde de 1852 yılında Mahmut oğlu Mahmut Ağa tarafından onarıldığı yazılıdır. Bu kitabelerin yanı sıra avlunun güneydoğusundaki odalardan birinde 1855 tarihinde Ahmet Bican Paşa tarafından ve Derviş Musa isimli bir kişi tarafından onarıldığını belirten yazılar bulunmaktadır.

EYYÛB PEYGAMBER MAKAMI VE KUYUSU

Eyyûb Peygamber Makamı ve Kuyusu Eyyûb Peygamber’in hastalık çektiği mağara ve kutsal suyunda yıkanarak şifa bulduğu kuyu, Urfa şehir merkezinin Eyyûb Peygamber semtinde yer almaktadır. Sabrın sembolü Eyyûb Peygamber bu mağarada 7 yıl şiddetli bir hastalık çekmiştir. M.S. 460 yılında Piskopos Nona tarafından Eyyûb Peygamber Kuyusu’nun cüzzamlı hastaları iyileştirdiğinin keşfedilmesi üzerine buraya bir cüzzam hastanesi yapılmış ve hastalar bu kuyunun suyu ile yıkattırılarak sağlıklarına kavuşmuşlardır.

Hz. İsa’nın yüzünü silerek resmini çıkardığı ve Urfa Kralı’na gönderdiği mucizevi mendili bir hırsız tarafından çalınarak ” Eyyûb Peygamber Kuyusu”na atılmıştır. Bu olay, 1145 yılında Urfa’yı alan İslam komutanı İmadeddin Zengi’ye Süryani kilisesinin reisi Basil Bar Şumana tarafından şu şekilde anlatılmıştır. “-Urfa’yı ziyarete gelenlerden birisi Hz. İsa’nın mendilini çalar ve cebine koyar. Kosmas manastırında geceleyen ziyaretçinin cebindeki bu mendil karanlıkta ışık ve nur saçmaya başlar.

Yanmaktan korkan mendil hırsızı, mendili “Eyyûb Peygamber Kuyusu’na atar. Kuyudan güneş misali bir ışık çıkar, kuyunun içini dışını aydınlatır. Böylece mendil bulunarak kuyudan çıkarılır ve manastırdaki yerine iade edilir.” Halk arasında bu olay Ulu Camideki iki kuyu için de anlatılmaktadır.

HARRAN KONİK EVLER

M.Ö.II. bin ba şlarına ait Kültepe ve Mari tabletlerine Harran adına ilk kez rastlanmıştır. Bu tabletlerde ” Har-ra-na ” veya ” Ha-ra-na ” şeklinde geçer. Kuzey Suriye’de bulunan Ebla tabletlerinde ise, Harran’dan ” Ha-ra-an ” olarak bahsedilir. Harran adı , Sümerce ve Akadça ” Seyahat- Kervan ” anlamı na gelen ” Ha-ra-nu ” dan gelmektedir. Harran, Asur ve Keldani dillerinde ” Yol “, Arapça’da sıcaklık anlamına gelen ” harr ” kelimesinden sıcak anlamına gelir. Harran, tarihin en eski dönemlerinden beri büyük bir ticaret şehri: Ay, Güneş ve Gezegenlerin kutsal say ı ldığı eski Mezopotamya putperestliğinin, Sabiliğin en önemli merkezidir. Harran, tarih boyunca Babil, Keldani, Asur, Hitit, Med, Pers ve İ skender Krallığının yönetiminde kalmıştır.

Daha sonra ise, sırayla Roma, Bizans, Emeviler, Abbâsiler, Hamdâniler, Nûmeyriler, Selçuklular, Zengiler, Eyyûbiler Memluklar ve Osmanlıların yönetimine girmiştir Ayrıca dünyanın bilim merkezlerinden (atina,mardin şanlıurfa v.s) biridir. Dünyanın ilk üniversitesi buradadır. Şanlıurfa’daki Harran Üniversitesi de adını bu ilçeden almıştır. İslâmiyet’ten önce tıp, astronomi, fizik, matematik öğretimi; Eski Yunanca ve Süryanice eserlerin tercüme edilmesi ve pozitif bilimlerdeki çalışmalarla tanınmıştır.

Harran’da yeti şen dünyaca ünlü bilginler şunlardır: Sabit bin Kurra, İbn Teymiyye, Bettâni el-Harrâni. Harran, 1260 yı lında Moğolların istilasına uğramış ve o dönemdeki harap şekliyle günümüze gelmiştir. 1987 yı lında ilçe haline getirilmiştir. 76 köyü olan ilçenin 2000 yılı nüfus sayımına göre nüfusu 13.428’dir. Suriye sınırına yakın olan bir ilçedir. Şanlıurfa’ya 44 kilometre uzaktadır. Türkiye’nin en verimli toprağı bu ilçededir. Şanlıurfa’nın eski evlerinden olan Harran Evleri, Şanlıurfa’nın ve Türkiye’nin turistik bakımdan en ilgi çeken yerlerinden biridir.

SIRA GECESİ

Genellikle kış gecelerinde, birbirine yakın yaş grubundaki gençlerin veya orta yaşlardaki arkadaş gruplarının, her hafta bir başka arkadaşın evinde olmak üzere, haftada bir akşam, belirli bir niteliğe ve düzene göre sıra ile yaptıkları toplantılara Şanlıurfa’da “sıra gecesi” denmektedir. Kısaca; “sıra gecesi” bir arkadaş grubunun haftada bir olmak üzere bir araya geldikleri toplantılardır..  “Sıra gecesi” bir halk mektebidir, eğitim ve öğretim müessesesidir, arkadaşlıkların dostluklara dönüştüğü, dayanışma ve yardımlaşmanın, hoş sohbetin, müziğin, edebiyatın harman olduğu gecelerdir…

Sıra Gecesinin Baş Yemeği “ÇİĞKÖFTE”

Sıra gecelerinde yemek olarak “çiğköfte” yapılır, nadiren diğer yemekli sıra geceleri de vardır. Diğer bir ifade ile “Çiğköfte” sıra gecelerinin değişmez yemeğidir diyebiliriz. Sırada sohbet veya müzik faslı biterken köfteyi yoğuracak kişi ve ona yardımcı olacaklar köfte yoğurmak üzere kalkarlar. Daha önce bulguru, eti, isodu (kırmızı pul biberi) ve diğer malzemelerin hazırlanmıştır.

Köfteyi yoğuracak olan, elini güzelce yıkayarak işe başlar. Köfte kıvamına geleceği sırada, sofra serilmeye başlanır. Köfte ile beraber yenilecek has (marul), beyaz lahana, salatalık, turp, nane, pırpırım (semizotu) ve Urfa’da yetişen hardal, kuzukulağı, suyarpızı, tuzik pendik ve tere gibi dere otlarından mevsimine göre bulunanlar sofraya dizilir. Ayran ve ekmek de sofraya konulduktan sonra hazır olan çiğköfte herkese bir tabak olacak şekilde servis yapılır…

ŞILLIK TATLISI..

Sıra gecelerinde çiğköfteden sonra kadayıf, şıllık, katmer, baklava veya daş ekmeği, küncülü akkıt, palıza, şıre gibi mahalli tatlılardan herhangi biri ikram edilebilir. Sıra sahibinin hanımı maharetli ise, bu tatlılar evde hazırlanır, yoksa çarşıdan alınır.

Şanlıurfa Mutfağı

Çorbalar: Ayran Şorbası, Hamurlu, Pıt Pıt, Sarı Şorba

Yemekler: Çağala Aşı, Pakla Aşı, Hıttı Bastırması, Soğan Tavası, Su Kabağı, Bütün Balcan, Sarımsak Aşı, Kaburga, İsot Çömleği, Bamya Çömleği, Acır Annaziği, Tatlı Bamya, Erik Tavası, Lolaz Dürmüğü, Saca Basma, Döğmeç, Ekmek Aşı, Kenger Aşı, Semsek, Has (Marul) Dolması, Mimbar, Acır Bastırması, Soğan Tavası, Ağzı Açık, Ağzı Yumuk, Pendirli Ekmek, Elma Aşı, Masluka, Lebeni, Boranı

Pilavlar: Kuzu Pilav, Meyhane Pilavı, Pilavı, Baklalı Bulgur Köftesi, Aya Köftesi, Köfteli Erik, Tiritli İçi, Duvaklı Pilav, Üzlemeli Firikli Pilav, Ciğerli Bulgur Pilavı, Mığrıbi Pilav

Köfteler: Basma Lıklıkı Köfte, Dolmalı Köfte, Köfte, Yuvalak, Kıyma, Yumurtalı Köfte, Mercimekli Köfte, Frenkli Köfte, Yağlı Köfte, Etli Köfte (Çiğköfte).

Kebaplar: Kıyma Kebabı, Etli Kebabı, Patatesli Kebap, Haş Haş Kebabı, Kemeli Kebap, Tike Kebabı, Kazan Kebabı, Tepsi Kebabı, Kemeli Tas Kebabı, Balcanlı Kebap, Soğanlı Kebap, Müftehi Tas Kebabı, Frenkli (Domatesli) Kebap,, Ciğer Kebabı.

Salata ve Cacıklar: Kemeli cacık, bostana, zeytun bostanası, koruk salatası, pencer cacığı

Tatlılar: Peynirli Kadayıf, Katmer, Daş Ekmeği, Aşır Aşı, Palıza, fakir şıllığı, şıllık, Haside, Küncülü Akıt, Kuymak, Zingil, Zerde, Kadı Beyni, Peynirli Helva, Un Bulamacı, Palıza

Urfalılara iki şeyi zor beğendirisiniz biri müzik diğeri yemek ve tatlılardır.

Tükenmeyecek bir şehir: Şanlıurfa

Urfa, nev-i şahsına münhasır bir şehir. İnsanı özgür bırakan bir havaya sahip. İnsanî bir yüzü var, yabancılara açık ve en sessiz olduğu zaman dilimlerinde bile gülümsüyor herkese. Kim bilir, belki de bu yüzden peygamberler şehridir, kim bilir belki de bu yüzden pek çok medeniyete ve dine ev sahipliği yapmıştır…

İnsanların yüzlerinden hiç eksik olmayan tebessüm… Dükkânlarının önünde bir yandan tütünlerini sarıp bir yandan kaçak çaylarını içen esnaf… Hemen her sokak ve çarşıda alıcısını bekleyen isot… Çiğköftelik eti döven tokmağın sesi, fırınlardan gelen lahmacun kokusu, sarının tonlarına bürünmüş yapılar… ‘Kürtçe, Türkçe, İngilizce üç dilde şehrin tarihi anlatılır’ diyen çocuklar… Ve elbette peygamberler… Tüm bunlar bir tek yeri işaret eder: Şanlıurfa’yı…

Dokusu hep böyle samimi ve sıcak bu asırlık şehrin, en rahat gezilebileceği mevsimdeyiz. Bu yüzden; işaretleri dikkate alıp soluğu, Pronto Tour’un düzenlediği bir seferle Urfa’da alıyoruz. Urfa, ikiye bölünmüş bir şehir. Tarihi Urfa’nın dışında şekillenen yerleşim yerleri Yeni Urfa olarak anılıyor. Eski Urfa çarşıların etrafında şekillenirken Yeni Urfa ise yüksek katlı ve lüks binalardan oluşuyor. Yeni-eski ayrımı aslında şehrin ekonomik ve sosyolojik durumu hakkında bilgi veriyor. Eski Urfa’da daha çok küçük işletmeden gelir sağlayan aileler oturuyor. Yeni Urfa’da ise gelir seviyesi ve eğitim durumu yüksek aileler.

İkindi, zikir vakti

Şehir hakkında asıl izlenimler ise Eski Urfa’yı gezmeye başlamamızla oluşuyor. Rotada Halepli Bahçe var. Urfa’daki Grek kültürüne şahit olmak isteyenler buraya uğramalı. Urfa’da kurulan Edessa Krallığı’ndan kalma. Halepli Bahçe’ye biraz uzaklıktaki Balıklıgöl ise semavi dinler için önemli bir yer. Nedenini okul harçlığı için rehberlik yapan küçük Mehmet’ten dinleyelim: “Hz. İbrahim, putlara inanmadığı için Nemrut tarafından ateşe atılmış. Allah ateşe; ‘Ey ateş serin ol!’ demiş. Ateş bunun üzerine su olmuş. Ateş içine atılan odunlar balığa dönüşmüş ve Balıklıgöl oluşmuş. Bir de Ayn-ı Zeliha Gölü var. Nemrut’un kızı Zeliha, Hz. İbrahim ateşe atılınca ağlamış ve onun gözyaşlarından bu göl meydana gelmiş.”

Küçük Mehmet, hikâyeyi ezberlemiş takılmadan anlatıyor. Sadece o değil, onun yaşındaki pek çok küçük çocuk Balıklıgöl ve Ayn-ı Zeliha gölünün oluşma hikâyesini turistlere anlatıp okul harçlığı çıkarmak için yarışıyor. Bu da, geziyi renklendiriyor. Ayn-ı Zeliha ve Balıklıgöl’ün etrafı Urfa’dan beklenmeyecek bir yeşilliğe sahip. Göllerin etrafı gezi esnasında oturup dinlenebileceğiniz çay bahçeleri ile donatmışlar. Bu bahçelerden birinde oturup çaylarımızı içtikten sonra yürüyerek Urfa Kalesi’ne çıkıyoruz.

Kalenin Abbasiler döneminde yapıldığı sanılıyor. Kale Urfa’ya hâkim bir tepede olduğu için panoramik bir görüntü sunuyor. Şimdi de sırada kalenin hemen aşağısındaki Halilürrahman Camii var. Vakit ikindi. Ezan okunuyor. Camiyi ezan vaktinde geziyoruz ki, cami cemaatinin her namazdan sonra gerçekleştirdiği zikri duymak istiyoruz. Halilürrahman Camii, Bizans döneminde yapılan Meryem Ana Kilisesi üzerine Eyyubiler tarafından 13. yy’da inşâ edilmiş. Yalnız camiyi asıl önemli kılan, Hz. İbrahim’in doğduğu mağaranın burada olması.

Menengiç molası

Urfa gezilecekse eğer, çarşılarına muhakkak bir gün ayırmalı. Şehrin orta yerinde birbirini saran pek çok çarşı var. Bakırcılar çarşısı, isotçular çarşısı, tesbihçiler çarşısı ve dahası… Esnafların yüzü oldukça mütebessim. Alışveriş yapsan da yapmasan da kapısından girenin her sualine cevap veriyor. İkramda bulunmak için özel bir çaba sarf ediyorlar üstelik. Çarşılar fabrikalaşmaya inat el emeği göz nuru üretim yapılması bakımından da önemli.

Dar bir sokakta konuşlanmış bakırcılar çarşısında bakırların üzerine vurulan çekiç sesleri insanı modern dünyadan koparıyor. Çarşının orta yerinde tütün sanat 87 yaşındaki Mehmet amca bunun kanıtı. Tezgahının önünde müşteri yoksa, kendini Kur’a-ı Kerîm okumaya veriyor. Sonra Gümrük Han’a doğru yol alıyoruz. Gümrük Han, menengiç kahvesi eşliğinde ağaçların ve han duvarlarının gölgesinde sohbet etmek isteyenler için uğranılası bir mekan.

Güneydoğu’nun saklı cenneti: Halfeti

Halfeti, görenleri şaşırtacak bir güzelliğe sahip. Bir kıyı kentini anımsatıyor ilk bakışta. İnsan kendini burada Akdeniz’de bir yerdeymiş gibi hissedebilir. Fırat’ın suladığı havza üzerinde duruyor. Evler birbirine benziyor, yollar Arnavut kaldırımlı… Sokaklarda gün boyu gezdikten sonra öğle yemeği için havza kenarındaki restoranlardan birine gidebilir, meşhur şaput balığından yiyebilirsiniz. Urfa’ya 2 saat uzaklıktaki siyah gülleriyle ünlü bu ilçede vapur gezisi de yapılabilir. Böylece, Birecik Baraj suları altında kalan Savaşan Köyü’nü görebilirsiniz. Köyün bir kısmı suyun üstünde, bir kısmı da altında.

Dünyanın ilk tapınağı Göbeklitepe de Urfa’da bulunuyor. Göbeklitepe höyüğü, Cilalıtaş Devri’nden kalma bir mabet. 1963 yılında arazinin sahibi Mahmut Kızıl tarafından fark edilmiş. 1995 yılında da Alman Arkeoloji Enstitüsü ve Şanlıurfa Müze Müdürlüğü işbirliğinde Klaus Schmidt burada kazılara başlamış. Kazılar sonucunda üzerine hayvan figürleri çizilmiş devasa büyüklükte taşlara ulaşılmış.

İlk İslam üniversitesi

Hz. Lut, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Yakup, Hz. Yusuf, Hz. Eyüp, Hz. Şuayp, Hz. Musa, Hz. Elyasa gibi pek çok peygambere ev sahipliği yapan şehirde görülebilecek başka bir yerde, şehrin merkezine 45 dakika uzaklıktaki Harran. Harran’da Anadolu’nun ilk camii Ulu Cami ve ilk İslam üniversitesi Harran Üniversitesi’nin kalıntılarını görebilirsiniz, ama uzaktan. Çünkü cami ve üniversitenin kalıntıları koruma altında, etrafı tellerle çevrili.

Bu yazımızı okuyan 2.339. takipçimizsiniz.

gencyolcular

Genç Yolcu 2005 yılında #BirlikteKeşfedelim sloganıyla Gezi • Kültür • Sanat alanında yayın hayatına başlamıştır. İletişim: bilgi@gencyolcu.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir