Şanlıurfa: Göbeklitepe, Taş Çağı’nın Elitleri

2018 Temmuz ayında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan Göbeklitepe, insanlık mirası kavramının anlamını en çok bulduğu yerlerden biri. Göbeklitepe bizim için hayret ile başlayan, hayranlığa dönüşen ve hayallerle devam eden bir hikâye. Son avcılar, üretime ve yerleşik hayata geçişi içeren büyük dönüşümün şafağında Göbeklitepe’de bir araya geldiler. Burada kültür ateşini yaktılar, günümüz medeniyetinin hikâyesini 12 bin yıl önce YAZMAYA başladılar.

Ziyaretçi merkezinin toprak sıvalı duvarlarının önünden geçip koruma çatısıyla kapatılan tepeciğe varıyorum. Yine Göbeklitepe’deyim. Daire şeklindeki ahşap yürüyüş yolunu adımlarken insan eliyle yapılmış, bilinen en eski inanç merkezini yukarıdan görebiliyorum. Aşağıda tamamen kazılmış dört tapınağın T başlı devasa dikilitaşları yükseliyor. Dikilitaşların üzerine işlenmiş göz alıcı kabartmalardaki yırtıcı hayvanlar, sürüngenler ve kuşlar beni büyülüyor. Bunların ne anlama geldiğini düşünmeden edemiyorum.
Sanki Taş Çağı avcılarının 12 bin yıl önce şişeye koyup denize bıraktığı mesaja erişmiş ve Göbeklitepe bulununca onlara kavuşmuşum; ancak yerlerini bilsem de dillerini anlayamıyorum. Başımı etrafımdaki ziyaretçilere çevirip hemen her yaştan ve milletten onlarca insanın da benim gibi gözlerini tapınaklardan alamadığını görünce gülümsüyorum. Sanki hepimiz bu mesajın yeryüzü denen bu mavi küre üzerindeki ortak hikâyemizin giriş bölümü olduğunun farkındayız.
Hikâyemiz 10 bin yıl önce Göbeklitepe’deki tapınakların üzerini elleriyle doldurarak kapatan ve bu sayede günümüze ulaşabilmesini sağlayan avcılarla başlıyor. Üzerini örttükleri tapınaklar toprak altında binlerce yıl uyuduktan sonra kırk yıl kadar önce gün yüzüne çıkmaya başlıyorlar. 1986’da Göbeklitepe’deki tarlasını süren Şavak Yıldız, iki heykel bularak bunları müzeye teslim ediyor. Benzerinin olmaması nedeniyle tanımlanamayan heykeller uzun süre depoda tutuluyor. Bir gün uçak biletlerini alıp evlerine dönmek üzere olan iki Alman arkeolog, Atatürk Barajı’nın suları altında kalmaktan kurtarılan Nevali Çori’den çıkanları müzeye teslim etmek için depoya giriyorlar.
Nevali Çori, 10 bin yıllık bir avcı-toplayıcı yerleşimi ve kuruluşu Göbeklitepe’nin üzerinin kapatılarak terk edildiği döneme denk geliyor. T başlı dikilitaşların olduğu bir tapınak burada ortaya çıkarılıyor. Kazılarda benzersiz heykeller ve totemler de bulununca Urfa’nın bilinen tarihi sarsacağına dair işaretler Nevali Çori’de beliriyor. Bu ekipte çalışan arkeologlar Şanlıurfa Arkeoloji ve Mozaik Müzesi deposundaki heykelleri fark edip bulundukları yer olan Göbeklitepe’yi incelemeye gidiyorlar. Bir süre sonra arkeologlardan Klaus Schmidt, vefatına kadar sürdüreceği kazılara başlıyor. Böylece Göbeklitepe 12 bin yıllık uykusundan uyanıyor. Büsbütün uyandığı günden beri de herkesi şaşırtıyor.
Her şeyden önce Göbeklitepe’nin yaşı insanı hayrete düşürüyor. Tapınakların en eskisi 12, en yenisi 10 bin yaşında. “Eski yapı” dendiğinde aklınıza gelen Mısır piramitlerini unutun! Onlar kendilerinden 7 bin yıl daha yaşlı Göbeklitepe’nin yanında çok genç kalıyorlar! Buradaki tapınakların -en azından en eskilerinin- yapıldığı dönemde belki de henüz ne hayvan evcilleştirilmiş ne yerleşik hayata geçilmiş ne de tarım yapılmıştı.
Göbeklitepe’yi inşa edenler, temsili resimlerini tarih kitaplarından bildiğimiz uzun saçlı, taş baltalı, ilkel olduğunu sandığımız avcı-toplayıcılar. Önce dikilitaşların üzerlerine obsidiyen ve çakıl taşları ile çeşitli hayvan figürleri, hatta soyut semboller işlemişler. Sonra 5-6 ton ağırlıkta ve 5,5 metreye varan uzunluktaki dikilitaşları civardaki taş ocaklarından taşımış ve ana kayadan şekillendirilmiş kaidenin tam ortasına dimdik yerleştirmişler. Ortak bir inanç etrafında bir araya gelmiş, inşası için örgütlenmiş avcılar, soyut ve teknik düşünme kapasiteleriyle hayranlık verici bir mimari oluşturmuşlar. Hâl böyle olunca birçok kişi tapınakları uzaylıların veya Atlantisvari çok gelişmiş bir medeniyetin yaptığını düşünüyor!
Göbeklitepe, Taş Çağı için beklenmedik büyüklüğe sahip. Yer altını tarayan radarlar ile 20 kadar yapı tespit edilmiş. Dördü karşımda duruyor ve her biri daire formunda. Her bir tapınağın merkezinde iki, etrafındaki alçak çevre duvarına yerleştirilmiş 10 kadar T başlı dikilitaş yer alıyor. Daha küçük ve kare şeklinde olan tapınaklar da var. Taşların neyi simgelediği sorusuna ipucu, D ismi verilen tapınaktan geliyor. Merkezdeki iki dikilitaşın yan yüzünde ince kollar, ön yüzünde uzun parmaklı eller var ve taşların stilize edilmiş insan olduğu anlaşılıyor. Diğer dikilitaşların yüzü merkezdeki iki dikilitaşa dönük, üzerlerine yırtıcı hayvan figürleri ve soyut semboller işlenmiş.
Belki de ortak hikâyemiz, söylendiği gibi gerçekten bu dikilitaşların üzerinde yazılı. Heyecan verici bir teze göre bu semboller hiyerogliflerin atası diyebileceğimiz bir yazı formu ve Taş Çağı insanının okuyabildiği bir hikâye anlatıyor. Bu hikâyenin sırlarını çözmek ve dünyaya anlatmak için de çalışmalar yapılıyor. Göbeklitepe’yi global bir ikon haline getirmek vizyonuyla, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı ile 20 yıllık bir iş birliğine imza atarak Göbeklitepe’nin ana sponsorluğunu üstlenen Doğuş Grubu; bu benzersiz merkezin iletişim, kazı, araştırma ve koruma çalışmalarını destekliyor. Bu iş birliğinin ilk adımı olan ziyaretçi merkezi de 2015 yılında tamamlanarak ziyarete açıldı.
Şu anda bu hikâyeyi ne tam okuyabiliyor ne de Göbeklitepe’nin tam olarak ne için inşa edildiğini bilebiliyoruz. Bizler günlük konuşmalarımızda bu yapılara -tamamen insan eliyle inşa edildiğini düşünerek- “tapınak” diyoruz ancak titizliği elden bırakmayan uzmanlar Göbeklitepe için “inanç merkezi” tanımını tercih ediyorlar. Buranın şölenlerin düzenlendiği sezonluk bir toplanma yeri olduğunu düşünüyorlar; zira oldukça fazla sayıda hayvan kemiği bulunmuş. Neden bir araya geldiklerine dair görüşler ise muhtelif. Düşman kabilelerin barış yapmak için ortak bir inanç etrafında buluşup şölenler düzenlediklerini söyleyenler var. Kimileri dikilitaşların avcıların atalarını sembolize ettiğini düşünüyor. Kimileri de sembolleri takımyıldızlarla ilişkilendiriyor.
Bu iddialara kesin cevabımız yok ama artık Göbeklitepe’nin üretime ve yerleşik hayata geçişin yaşandığı büyük dönüşüm çağının kilit noktası olduğunu söyleyebiliyoruz. Bizi günümüze kadar taşıyan en temel toplumsal değişimin bu coğrafyada filizlendiği görülüyor. Örneğin avcı toplulukların eşitlikçi olmasını beklerken Göbeklitepe ile daha Taş Çağı’nda sosyal katmanlaşmanın varlığı tartışılıyor. Dikilitaşlardaki kabartmaların ince işçiliğine bakılırsa bazı avcılar inşaatlar süresince taş ustalarına dönüşmüş.
Ayrıca belirli kişiler büyük bir işgücü gerektiren inşaatları kontrol etmiş ve denetlemiş olmalı. Peki bu özel görevlerin ortaya çıkışıyla beraber Göbeklitepe’de sosyal güç ve nüfuz elde etmek isteyen elitler ortaya çıkmış mıydı? Elitler dikilitaşlardaki korkutucu, koruyucu ve güç sembolü hayvan kabartmaları aracılığıyla toplumsal etki ve saygınlık elde etmeyi de amaçlamış mıydı? Göbeklitepe’de inşaatlar ve yeniden düzenlemeler sürekli devam etmiş. Acaba inşaat ve şölen faaliyetlerinde uzmanlaşan elitler nüfuz elde etmek için bu faliyetleri kalıcı hâle mi getirmişlerdi? Ve bunu yaparken doyurmak zorunda kalınan kalabalık işgücü nedeniyle tarımın keşfedilmesinin yolunu açmışlar mıydı? Bu bölge iki buğday türünün evcilleştirilip ekine dönüştüğü yer. Göbeklitepe insanlık tarihini sandığımızdan çok daha derinden etkileyecek önemdeki soruları sorduruyor.
Varlığıyla her şeyi bir de tersten düşünmemiz gerektiğini kaçınılmaz kılarak tarih yazımını kökten değiştiriyor. Böyle bakınca Göbeklitepe’nin 12 bin yıl öncesine ait bir hikâye değil; günümüzün bundan 12 bin yıl önce başlayan hikâyesi olduğunu anlıyoruz. Ve bu, bizim için hayret ile başlayan, hayranlığa dönüşen ve hayaller ile devam eden bir hikâye. Hayret ediyoruz çünkü Taş Çağı için daha önce düşünemediğimiz kavramları telaffuz etmeye başladık. Hayranlık duyuyoruz çünkü avcıların sanatı, organizasyon yeteneği ve soyut düşünme kapasitesi sıra dışı. Ve hayal ediyoruz çünkü bu hikâyede bilinmeyenler ve bilinemeyecekler kendimizden bir parça eklemek üzere bizi düşsel bir şölene davet ediyor. Göbeklitepe’yi ziyaret etmenin tam zamanı. Tabii Şanlıurfa Arkeoloji ve Mozaik Müzesi’ndeki dünyanın en zengin Taş Çağı koleksiyonunu gördükten sonra…
Kaynak: Yonca Eldener / Doğuş Grubu Arşivi
Bu yazımızı okuyan 1.530. takipçimizsiniz.

Uğur İvegener

1975 Bursa doğumlu. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Turizm Otelcilik Mezunu, Mesleği gereği seyahatleri çok sevmesi ile birlikte bu alanda yeni trendleri de yakın takip ediyor. Yurt içi ve yurt dışındaki tecrübe ve gözlemlerini paylaşıyor. Spor dünyasını özellikle Basketbol dünyasını yakından takip ediyor. Takımlarda ki oyuncu atmosferlerini, iç dünyalarını, stres içerisinde rekabet yönetimini merak ve keyifle takip eder. .Evli ve bir çocuk babası. İngilizce bilmekte, Kurumsal bir firmada Otel Yöneticisi olarak görev yapmakta.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir