OSMANLIYI YÜCELTEN RESULULLAH SEVGİSİDİR…

Gönüller sultanı Fahr-i Kainat Efendimiz (s.a.v.) üstlendiği misyonu¸ vahiyle yoğrulan üstün ahlak ve davranışları ve ortaya koyduğu mükemmel aksiyonu itibariyle bütün beşeriyet için en güzel örnek (Üsve-i Hasene) dir.

Gönüller sultanı Fahr-i Kainat Efendimiz (s.a.v.) üstlendiği misyonu¸ vahiyle yoğrulan üstün ahlak ve davranışları ve ortaya koyduğu mükemmel aksiyonu itibariyle bütün beşeriyet için en güzel örnek (Üsve-i Hasene) dir. Onun sünnetine hakkiyle ittiba edenler gerek çevrelerinde ve gerekse vefatlarından sonra rahmetle yadedilecek hayırlı işler başarırken¸ peşin hükümlülük ve nefisperestlikle ona düşman olanlar ise hiçbir iz ve eser bırakmadan silinip gitmişlerdir. O öylesine donatılmıştır ki yaratılan her varlığın gerçekleştirebileceği her hususa hizmet eder. Onurlu ve erdemli kulluk tavrı ile cemiyet hayatının yapıcı ve aslî bir ferdi olduğu gibi mahşer hesabının dehşetli gününde bütün peygamberlerin bile şefaat kaynağı olacaktır. Bu bakımdan merhum Kâmil Miras bir şiirinde şöyle der:
Sana ey Şah-ı rasül uymayanın bitmez işi
Ebu Leheb gibi “Tebbet” olur serzenişi
İşte Orta Asya’dan Anadolu’ya göçüp Söğüt’te karar kılarken Osmanlıyı aşiretten devlete taşıyan ve altı asır bütün dünyaya medeniyet bahşeden mümtaz özelliği Resulullaha(s.a.v.) olan engin bağlılık ve sevgisidir. Nitekim daha genç bir bahadır iken misafir olduğu Şeyh Edebali Hazretlerinin evinde asılı Kuranı Kerim’e olan saygısından ayağını uzatıp yatmayan devletin kurucusu Osman Gazi¸ oğlu Orhan Gazi’ye amaçlarını”Gâyemiz kuru bir cihangirlik değil¸ i’lâ-yı kelimetullah’dır.” diye özetler. İstanbul’un fetih aşamasında Bizans asillerinden Hıristiyan Notaraş batının duygularını şu cümle ile dile getiriyordu: “İstanbul’da Kardinal şapkası görmektense Türklerin sarığını görmeyi tercih ederim.”
Resulü Âlişan Efendimizin görevlendirildiği hayat nizamı özgür irade¸ iman ve ihsan örgüsünü esas aldığı için fıtriyata uygun ve açıktır. Bunda eziklik¸ eğilme¸ cehalet ve dünya sarhoşluğu yoktur. Karanlıkta ve zulüm altında kalan beşeriyet vahyi; çok müşfik bir el ve ışık olarak görüp tanımışlardır. Efendimizin çok önem verdiği ilim hikmetle iç içedir. Alimlere¸ nebilerin varisleri payesi verildiği gibi¸ fazilet ve ahlakî erdemler olmadan ilim düşünülmemiştir. İslâm alimlerinin nefsi ve dünyevî ihtiraslardan uzak olarak her konuda çığır açacak çalışmalar yapması insana verilen değerde yatar. İşte Osmanlı ihramın tepesinde olan hükümdarından sokaktaki insanına kadar bu maya ile yoğrulmaya çalıştığı için güven ve itibar kaynağı olmuştur. Osman Gazi’nin babası Ertuğrul Gazi daha küçük yaşlardan itibaren oğlunu Evlad-ı Resul olan Şeyh Edebali Ocağına teslim ettiği gibi vasiyetnamesinde “Bana karşı gel ama¸ ona karşı gelme” diye edep ve kemalatla donatmıştır. Böylece Osmancık; Akca Koca¸ Konur Alp¸ Abdurrahman Gazi ve Turgut Alp gibi erenlerle sık sık bir arada yetişerek hem Resulü Ekrem (s.a.v.) sevgisi ile dolmuş hem de pratik ve kalıcı eğitim almıştır. Osmanlı Sultanları¸ hakkı söyleyen¸ istikametten ayrılmayan ve eğri olanları doğrulayan seçkin ulemaya değer vererek Resulü Ekrem’in sünnetini yaşattılar.
Yıldırım Bâyezid¸ Molla Fenârî’nin ikazını dikkate alarak Niğbolu Zaferine şükür için Ulu Camiyi yaptırdığı gibi cemaatle namaza da devam etmeğe başladı. Yıldırım’ın saray imamlığını yapan Süleyman Çelebi Resulü Ekrem (s.a.v.) aşkını gönüllere nakşeden Mevlid eserini Çekirge semtinde bulunan Yoğurtçular Tekkesinde kaleme aldı. II. Murad Han Hacı Bayrami Velî Hazretlerinin bağlısı olarak o derece Kuran’a ve sünnete bağlı idi ki taht¸ mânevî hayatına zarar verir endişesi ile Manisa’ya tekkeye çekilmek ister ama hocaları izin vermez.
Varalım bir iki gün zikredelim Mevlayı
Bize mi ısmarladılar şu yalan dünyayı?
der divanında. Peygamberimizin¸ fetih müjdesi ile dolup taşan ve gece yarısına kadar proje çalışmaları yapan Fatih¸ Avnî mahlası ile kaleme aldığı bir şiirinde şöyle sesleniyordu:
Yoktur zulme rızamız adle biz mailleriz
Gözleriz Hakkın rızasın emrine kailleriz.
Bu yüzden birbirinden değerli vakıf eserleri meydana getirdiği gibi Efendimizin sancaktarı ve İstanbul’umuzun medar-ı iftiharı Eba Eyyubel Ensarî Hazretlerinin de kabirlerini hocası Akşemseddin’in işareti üzerine külliye ile donatmıştır. Dokuzuncu Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim Mısır’ın fethi ve Hicaz idaresinin Osmanlıya bağlanmasının sadık rüya ile de tevsik edilmesi üzerine1 Napolyon’un geçmeği başaramadığı Tih Çölünü 13 günde aşan Yavuz¸ Topkapı Sarayındaki Emanet-i Mukaddese bölümünü şereflendiren Peygamberimize ait eşyaları getirmiş ve Halifeliği devralmıştır. İçinde bulundukları hükümdarlığı bırakarak Hacca gitmeleri mümkün olmadığı için Kâbe ve ravza aşkı ile yanıp tutuşan Osmanlı Padişahları bu özlemlerini mukaddes yerlere çeşitli hizmet götürmek ve çok zengin vakıflar kurmak suretiyle bir nebze gidermeye çalışmışlardır. Allah’a hamdolsun I99I yılındaki Umre ziyaretim sırasında Osmanlı hizmetlerini araştırıp uzun bir yazı konusu yapmıştım. İşte bu cümleden olarak üç ayların girmesi ile yola koyulan ve Mukaddes topraklara hediye ve hizmet kervanını Sürre Alayı geleneğini Yavuz Sultan Selim başlattığı gibi Kahire’de Melik Müeyyed camisindeki Hutbe sırasında hükümdarların “Hâkimü’l- Harameyni’ş-Şerifeyn” (Mekke ve Medine’nin Hâkimi) şeklinde anılmasına müdahale ederek: “Yok¸ yok¸ bilakis Hâdimü’l-Haremeyni’ş-Şerifeyn” (Mekke ve Medinenin hizmetkârı) şekline ağlayarak çevirmiştir. Mescid-i Nebevi’ye yakın mihrab da Yavuz Sultan Selim’in eseridir. Kanuni Sultan Süleyman ise ellili yıllara kadar mevcut olup sonradan ortadan kaldırılan dört imama ait makamları¸ Zemzem kuyusu ağzının yükseltilmesi ve üç metre genişliğinde mermer ağız ve havuz yapılması¸ Kâbe revaklarındaki 892 adet sütunun Mimar Mehmed Ağa tarafından planın tatbik ettirilerek yenilenmesi¸ ahşap olan kemerlerin kârgire çevrilmesi¸ 500 kubbe ve I9 kapı yapılması¸ Kâbe Kapısı¸ Sarı Taştan ve mermer kaplı bilumum yerlerin inşaası¸ Süleymaniye Medresesi ve minaresi¸ Babüsselamdan Mescid-i Nebevi’ye girişte birinci Mihrab¸ Kâbe’nin mermer kaplanması2¸ tavanının tamiri¸ Altınoluk¸ Medine’ye güney taraftan su getirilmesi¸ Medinenin surla çevrilmesi işlemlerini yaptırmıştır.
Sultan I. Ahmed Kâbe revaklarını çembere alırken Kabe’ye som altından bir kuşak ve Ravza için altı bin altını bulan zümrüt askı yaptırmıştır. Ravza-i Mutahhare için III. Murad’ın yeşil ve yaldızlı camdan¸ III. Mustafa’nın som zümrüt askısı¸ III. Selim’in yumurta şeklindeki askısı¸ II. Mahmud’un deve kuşu yumurtası şeklindeki askısı bilinmektedir. Sultan IV.Murad sel tahribatı ile yarılan Kâbe’yi I629 yılında Hz İbrahim’in oturttuğu seviyeye kadar indirip yeniden inşa etti. Bir altının 2OO kuruş olduğu dönemde Sultan II. Abdülhamid Han Mekke ve Medine’de kütüphane kurarak 37.752 kuruş sarfederek iki kütüphane kurdu. İslâm aleminin bütün kütüphane kataloklarını tanzim etti. Mekke¸ Medine¸ Arafat ve Ravza’nın içme suyu tesislerine yine aynı hükümdar el atmıştır. Yine Ravza-i Mutahhareye o zamana kadar yapılmayan 313.739 kuruş yani takriben beş bin altın masrafla büyük tamirat¸ nakkaş¸ yıkık kapıların yeniden yapılması ve Babüsselam Kapısından Bab-ı Cibril’e kadar kıble duvarındaki muazzam ayet ve esmaül Hüsnanın İznik Çinileri ile bir arada işlenmesi Sultan Abdülhamid’in Peygamberimizi ne kadar sevdiğinin en güzel örneğidir. Yine cennetmekân’ın Mekke’de Bilâl’i Habeşi Caddesi üzerinde ve yan tarafındaki musluklardan zemzem akan beş katlı misafirhane-i Hümayun binası vardır ki3 her yıl asker ve sivil yüksek kademedeki zevattan yüz kişiyi Hacca göndererek burada misafir edip masraflarını kendisi karşılamıştır. Resulü Ekrem (s.a.v.) Efendimizin doğum gününde her yıl İstanbul’daki bütün askeri yemeklere kuzu ve helva ilave ettirirdi. Hicaz Demiryolu da mukaddes topraklara gidişi kolaylaştırdığı gibi İslâm âlemini yekvücut hale getirmenin ve kalkındırmanın en akıllıca yoludur. Bu hat o zamanki en uzun hattın iki katı boyunda ve dünya birincisiydi. Bunun Medine’ye varan son beş kilometresinde Peygamberimize olan üstün muhabbetinden dolayı ses çıkarmaması için rayların altına keçe döşetmiştir.4 Ne yazık ki işletmeye açılışından 6 ay sonra kabına sığmayan şer güçler Sultan Abdülhamid’i tahttan almışlardır. Medine’deki Mahkeme binası¸ Kemerli tren köprüsü¸ İstasyon ve Hamidiye camii onun eseridir. Telgraf hatlarını da 30000 km ye çıkararak Medine’yi Ortadoğu’nun her tarafına ve İstanbul’a bağlamıştır.

Bu yazımızı okuyan 1.581. takipçimizsiniz.

Hulusi Gümüşsay

Malatya Darendeli , neyzen

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir