KARAMSAR ZAMANLARA ADANMIŞ HİKAYELER

Yeni bir yaşam… Yalnızlığın kollarında, mutluluğun peşinde geçirilen bir ömür…. Olmayacak duaya amin deme…. Noktasız virgülsüz, hatta ve hatta kelimesiz cümleler… İçimden geçen sessiz dualar…Dualarıma amin demekten usanmış dilim… Kendimi kendime hapsedişim… Kendimi hayata terk edişim, umudun beni ters yüz etmesi…. Amakı hayalim… Derin kuyum… Geçemedğim sabır kapıları, cevaplayamadığım imtihan kağıtları… Boş uzattığım kağıtlar tutulmayan ellerim…. Gökyüzünün yedi rengine hasret gözlerim…. Bakmaktan öte görmeyi bilmeyen nefsim….eritilmeye çalışılan benliğim, zevklerim….Hepiniz geride kalın artık yok sayıyorum yaşamı…. Hiçbir şey istemiyorum hatıralara dair…. Kapansın gözüm, hayat sana elveda…. Umut sana elveda…

Yürüyorum arkama bakmadan… Adımlarım kah hızlanıyor kah yavaşlıyor… Terden sırılsıklam oluyorum, susuzluğa hasretken elime geçen suyu yok ediyorum… Soğukta yanıyor ateşte donuyorum… Ellerime buz dolduruyorum, yüreğimin hasret ateşini söndürsün diye… Ne ateş sönüyor içimde ne buz kalıyor elimde…

Buzun eriyen damlalarından çölde gül bitiyor gül bülbüle ağlıyor bülbül güle küskün… Kkanım damarlarımdan çekiliyor her dakika yavaş yavaş… Saniyelerin hesabını yapıyorum bana ait olan kısmını saklamak için… Ne kadar idareli olmaya çalışsam da idare edemiyorum içinde bulunduğum durumu…Tam gül bülbüle kavuştu diye sevinirken bir yılanın karası ağzını açıyor bülbüle idam sehpası kuruluyor… Bülbül sessiz sedasız giderken yılanla yeni bir yaşama, gül eyvahlarda yaşıyor bülbülde duran saati… Gül ağlıyor çöl gülüyor hayatın umutla umutsuzluk arasında geçen çekişmesine…. Kazanan kimse olmuyor, herkes kaybediyor …. Herkes kayboluyor….

İyi ile kötü geceyle gündüz beyaz ile siyah ne kadar uzaksa birbirine bir o kadar yakınlar aynı zamanda kayıplar arasında… Tüm zıtlıkların yakın olması gibi bir cadı da yakın oluyor pamuk prenseslerden birine… Elma şekeri ile zehirlemiyor prensesi ama elma şekerinden gösterişli ondan daha zehirli cümlelerle vuruyor kızın kalbine kalbine… Paramparça olan kalpten akan kan damlaları cadının kahkahaları arasında yok olup gidiyor. Prensesin kalbi kanadıkça cadı eğlendikçe eğleniyor, o pis dişlerini göstere göstere kahkasını yedi mahalleden duyuruyor. Kalbi parçalanan prenses ne kadar çırpınsa da yaşama tutunmak için, gözlerinin feri sönüyor dakikalar sonra…. Gözkapakları yavaş yavaş kapanıyor, tüm yaşadıkları geçiyor gözlerinin önünden birer birer…. Pembe köşklü hayali gidiyor gözünün önünden ilk olarak, sonra umutları, sonra yaşadığı, ve yaşatılan acılar….. Onu çok önceden terk eden mutluluk…. Hiç gelmeyecek olan güçlü prens…. Olmadı diyor gücünü zorlayarak kelimeleri toparlamaya çalışırken… olmadı bana sahip çıkamadın sen benim prensim olamadın… cadıya kapıları açan beni benden alan benim prensim olamaz… olmadı….prenses yarı gülümser gözlerle hayata veda etti, cadı prensine kavuşmuş olmanın sevincini bir an önce yaşamak arzusuyla geriye döndü geçmişe döndü prensi bulduğu yere…..Ancak prens de can vermişti çoktan prensese yaptıklarının acısına dayanamayarak….

Bu yazımızı okuyan 987. takipçimizsiniz.

kerime küçük

Hayat hikâyem… Ben Konya’nın Beyşehir ilçesinin küçük bir kasabasında doğdum. Yedi kardeşten beşincisiyim ve ilme âşık tek çocuğum ailemde. Daha çocukluğumda bir tercih yapmak zorunda kaldım ya ilim ya ailem adına… Benim tercihim ilim adına oldu. Şimdi bazen pişman da olmuyor değilim bildiklerimden bir şeyler yapamadığım hayatıma uygulayamadığım, bilinenle yapılan arasında uçurumlar oluşmaya başladığı zaman, küçücük kasabamda hiçbir şeyden habersiz yaşamak acaba daha mı akıllıca bir iş olurdu diye düşündüğüm zamanlar da olmuyor değil… Bazen hasretlik de çok koyuyor… Bir garip gurbetlik yıllarca çektiğim yurt köşelerinde anamın dizinin dibinden uzak geçirilmiş ondört yıl… İşte bir garip gurbetlik… İlkokulu başarıyla bitirdim… Daha ilkokula gitmeden öğretmencilik oyunu oynadım okul bahçesinde… Daha çocukken hayran oldum bu mesleğe ve daha çocukken başladım kitap okumaya… Sınıfımın kitaplığında okumadığım kitap kalmamıştı ilkokul yıllarımda… Kemalettin Tuğcu en çok okuduğum yazardı bir de… Ve ilk defa Çalıkuşu’nu ilkokul 4 e giderken okumuştum sanırım… İlkokul dörtte babamızın kanserden vefatı üzerine anacağım benim hep doktor olmamı istedi… Babamın kanser olduğunu bile bile ameliyat eden doktorlara inat… Hastane köşelerinde yardıma muhtaç insanlara, bir gülümsemeye hasret kalanlara faydam olur düşüncesiyle hayallerinde kızı kerimesi doktor olmalıydı… Ama olmadı isyan bayraklarımı ilk defa evden ayrılmakla çekmiştim zaten… İkinci isyan bayrağımı ise orta 2 de verdiğim bir kararla ilahiyat okuma kararıyla çektim ve ben anamın hayallerine umuduna inat doktor olmadım olamadım… Ben ilahiyat hayranıydım… Gönül doktoru olmalıydım… Kalplere şifa olmalıydım. İnsan bedenen bir defa ölürdü ama ruhen imanen öldüğü zaman o ölünün hali bin beterdi…Ben kalp hastalarına deva olacaktım ben ilahiyatlı olacaktım…. Ve yıllar süren gurbetlik ve Marmara ilahiyat… Yeniden doğuş bir garip yaşam… Ölümle burun buruna geçirilen 2 yıl ve Rabbimin dünyadan nasibimi kesmediğini öğreniş ve sonrada yeniden sarılmak bir şeylere… Ve mezuniyet…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir