İstanbul’un Fethi ve Fatih

"6 Nisan 1453 Cuma günü namaz sonrası 300.000 asker ve 120 parça donanmadan meydana gelen fetih ordusu ile karadan ve denizden kuşatılan ve bilhassa Molla Güranî ve Akşemseddin hazretlerinin her defasında Genç Cihangir’e moral ve müjde verdiği ilk "Kızıl Elma" İstanbul¸ 29 Mayıs Salı günü ele geçirildi." Dünyaya nizam vermek için çalışıp gayret gösteren milletimiz; göklerin ve yerlerin hâkimi adına kılıcını eline alarak¸ Mehmediyle serhadden serhade gaza-cihad-İla y-ı Kelimetullâh aşkıyla coşmuş; mührünü tarihe¸ suya¸ kıtalara vurarak birbirine kaynaştırmış¸ gittiği her yere adalet ve irfan akıtmıştır. 200’ün üstünde devlet kurup muhteşem zaferlere imzasını atmıştır. Bu zaferlerin en önemlilerinden biri de hiç şüphesiz dünya imparatorluğunun şahdamarı olan İstanbul ve onun fethidir. Öyle ki¸ bu Kutlu Belde’nin (Belde-i Tayyibe) fethi ebediyen Türk ve İslâm’ın merkezi olması yanında cihanşümul bir devletin temelleri daha sağlam atılmıştır.

İki Cihan Güneşi’nin fethi müjdesiyle yıkanıp durulanan dünya adasının merkezi; Bizans’ın elinde kan kaybedip can çekişiyordu. Onu Müslüman bir Türk beldesi yapıp ayağa kaldıracak fatihler fatihini bekliyordu.

Gülenin yanında ağlayanın bile mutlu olduğu evliyalar ve ni’mel-ceyişler (güzel askerler) beldesi; 21 yaşındaki Genç Mehmed’in rüyalarına girip¸ düşlerini süslüyordu.

Gece uyuyamıyor¸ gündüz oturamıyor¸ her nefeste İstanbul’u soluyordu. Nifak diyarı haline getirilmiş İstanbul daha fazla Köhne Bizans’ın elinde kalamazdı.

Üstelik babası İkinci Murat; Genç Cihangir’e; "İstanbul’u al¸ gül-zâr (gül bahçesi) yap diyerek" vasiyette etmişti. Genç Cihangir; ikinci kez tahta geçtikten sonra Peygamberimizin; "Kostantiniye elbette fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne büyük kumandan¸ onun askerleri ne güzel askerlerdir" emri yanında bayraktarı olan Hz. Halid bin Zeyd Eba Eyyüb’el Ensarî hazretlerinin kalbindeki volkan gibi tutuşup daha sonra şehadet şerbetini içerken söylediği:

"Benim naçiz cesedimi İstanbul’un içine kadar götürün. Götürebildiğiniz yere kadar götürün. Arkadan gelecek fetih ordularının tevhid ve tekbir seslerini¸ kılıç şakırtılarını duymak istiyorum." sözleri ile mesrur ve kendinden geçmiş bir şekilde hazırlıklara başlıyordu.

Sabaha kadar Kur’an önünde ayakta durup¸ el bağlayan¸ dua edip ağlayan ve "Bizim mesleğimiz Allah yolu ve maksadımız Allah’ın dinini yaymaktır. Yoksa kuru bir kavga ve cihangirlik davası değildir." diyen Osman Gazi’nin cihangir¸ nüktedan¸ şair torunu ona layık olurcasına bu emaneti yerine getirmek için fethe Rumeli (Boğazkesen) Hisarı’nın inşaatıyla başlıyordu.

Boğazın en dar yerinde¸ Yıldırım Bayezid’in yaptırdığı Anadolu Hisarı’nın tam karşısına isabet eden Rumeli Hisarı’nın inşaatı akıllara durgunluk verecek şekilde (132) gün gibi kısa bir sürede bitiriliyordu.

Hisarın inşaatını protesto etmek için gönderilen Bizans elçilerine Genç Cihangir’in verdiği şu cevap¸ "Ya ben İstanbul’u alırım¸ ya da İstanbul beni" sözü kadar muhteşem ve cihangiranedir: "Gidiniz imparatorunuza söyleyiniz. Benim kudretimin yettiği yerlere imparatorunuzun ümidi ve emeli dahi yetişemez."

Genç Cihangir’de dedeleri Osman Gazi’nin insaf ve adaleti¸ Orhan Gazi’nin tedbir¸ basiret¸ zekâ ve inceliği¸ Birinci Murat Hüdavendigâr’ın iman ve cihad ruhu¸ Yıldırım Bayezid’in kararlılığı ve cengâverliği¸ babası İkinci Murad’ın ilmi¸ sanatseverliği ve tasavvuf aşkı bir araya gelmişti.

İstanbul daha önce yirmi sekiz defa kuşatılmasına rağmen alınamamasının en önemli nedenlerinden birisi de surları yıkacak olan topların olmamasıdır. Bu yüzden İstanbul bir türlü düşürülememiştir.

Bütün bunları yakından bilen Fatih; İstanbul’un çok sağlam olan çift katlı surlarını yıkmanın ancak top ile mümkün olacağını düşünerek¸ o tarihe kadar görülmeyen sayı ve çapta topların dökülmesi için Muslihiddin¸ Saruca Paşa ile Macar Urban’ı görevlendirdi.

Urban geçim sıkıntısı çeken¸ ücret konusunda İmparator Kostantin ile anlaşamadığı için Bizans’tan kaçarak Osmanlı hizmetine girmiş bir dökümcüydü.

Urban¸ "balistik" hesapları bilmediği için bu hesapları bizzat Fatih yapmıştır. O zamana kadar dünyada eşi yapılamayan üç adet "Şahi" ve 127 tane de diğer toplardan döktürüldü.

Şahi toplarını yüz manda çekebiliyordu. Topların taşınması için elli çift manda ile 700 asker kullanıldı. İki ayda Edirne’den İstanbul önlerine getirilen toplar; 6 Nisan 1453 günü surları dövmeye başladı.

Gelibolu tersanelerinde yapılan gemilerin de İstanbul önlerine gelmesine ve topların surlarda geniş delikler açmasına rağmen İstanbul bir türlü düşürülemiyordu. Tam bu sıralarda 4 Ceneviz ve bir Rum gemisinin donanmadan sıyrılıp Haliç’e girmesi¸ atını denize sürüp emirler veren başta Fatih olmak üzere¸ devlet ileri gelenlerinin ve askerlerin moralini epeyce bozmuştu.

Molla Güranî ve Akşemseddin tarafından moral verilip desteklenen Fatih¸ kuşatmayı daha da şiddetlendirmesine rağmen yine de bir netice alamamıştı.

İstanbul’u ele geçirmenin kestirme yolunun Haliç’i ele geçirmekte gören Genç Cihangir; Ceneviz gemilerinin Haliç’e girmesinin ertesi günü dâhiliğini bir kez daha göstererek 72 parçalık gemisini karadan yürüterek Haliç’e indirtti. Aslında bu olay akıllara durgunluk verecek şekilde azametli bir işti.

Türk gemilerinde fenerler¸ kandiller¸ mumlar¸ çıralar yakılmış¸ muhteşem bir şehrayin (Mum donanması) meydana getirilmişti. Davul¸ trampet¸ boru sesleri ve tekbir sedâları göğe yükseliyordu. Bizanslılar ümidini neredeyse tamamen kaybetmişti.

6 Nisan 1453 Cuma günü namaz sonrası 300.000 asker ve 120 parça donanmadan meydana gelen fetih ordusu ile karadan ve denizden kuşatılan ve bilhassa Molla Güranî ve Akşemseddin hazretlerinin her defasında Genç Cihangir’e moral ve müjde verdiği ilk "Kızıl Elma" İstanbul¸ 29 Mayıs Salı günü ele geçirildi.

Fatihler fatihi yanında manev3i hocaları Akşemseddin¸ Molla Güranî ve Molla Hüsrev olduğu halde İstanbul’a girdi. Doğruca Ayasofya’ya giderek şükür secdesine vardı. Ayasofya’yı fetih timsali olarak camiye çevirdi.

Patriği yerinde bırakan Fatih; kendisine 50 gün mukavemet eden ve birçok Müslümanların şehit edilmesine sebep olan Bizanslılara can¸ mal ve din hürriyetini vererek¸ yıkılan ve yakılan İstanbul’un imarına çalıştı. Molla Gürani’nin ilim ve irfan pınarından kana kana içen¸ Akşemseddin hazretlerinin tasavvuf deryasında pişerek benliğini eriten Cihangir; fetihten sonra da boş durmamıştır.

Tahtını harp meydanı ile ilim ve irfan meydanı arasında kurarak her iki âlemi de kucaklamaya çalışmıştır. İstanbul başta olmak üzere ülkeyi kültür çeşmeleriyle donatmış¸ oluklarından¸ ilim ve irfan akıtmıştır.

Gördüğü büyük işlerle hem kendini hem de zamanı aşan¸ kılıçla icadı yan yana yürüten Fatih; Peygamberler Peygamberinin tebşir ettiği dünya imparatorluğunun şahdamarı İstanbul’u bütün ganimetlerin içinde "firûze bir yüzük taşı gibi" parmağında taşıyarak¸ servetimiz ve gözbebeğimiz bu cennet köşesini biz torunlarının torunlarına bırakmıştır…

Yazı: Muammer YILMAZ

Kaynak: Somuncubaba

Bu yazımızı okuyan 1.116. takipçimizsiniz.

gencyolcular

Genç Yolcu 2005 yılında #BirlikteKeşfedelim sloganıyla Gezi • Kültür • Sanat alanında yayın hayatına başlamıştır. İletişim: bilgi@gencyolcu.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir