Ismarladığın Öküzü Getirdim

mustasim ile hulagü Bu yazımda sizlere ibret alınacak bir olayı paylaşmak istedim, Abbasiler zamanın da Tuslu Nâsır(üddin) adlı bir bilge’nin başından geçen bir olay. İskender Pala’nın da yıllar önce yazmış olduğu olayı onun kaleminden bir yazıyla sunuyorum.

Küllenmiş her düşüncenin, her duygunun içinde iyi yahut kötü, acı yahut tatlı, neşeli yahut hüzünlü elbette bir kor sıcaklığı vardır ki, eşelendikçe alevi ortaya çıkar. Bazan ısıtır bu alev, bazan yakar. Olumlu ya da olumsuz bütün hayaller, bütün idealler ve bütün arzular sonuca ulaşmadıkça, hedefini bulmadıkça elbette kül içinde saklanan kor gibi sıcak bekler. Küçük bir esinti, azıcık bir savrulma… Bir hatırlama… Küçük bir dokunuş… Hele içinizi bir yoklayın…

Zamanın hızlı akışı, feleğin hızla dönüşü içinde her şey bizim istediğimiz rengi göstermeyebilir, bizim istediğimiz biçimde tahakkuk etmeyebilir. Bağrımızı yırtmanın, yüreğimizi pârelemenin, ciğerimizi kan doldurmanın faydası da yoktur üstelik. Bu bir ayrı sınav biçimidir. Tesellisi hep ertelenen bir sınav…

Çoğu insan kendisinin, asıl bulunması gereken yerde olmadığını hisseder. Aslında belki tam da bulunması gereken yerde olduğunu hiç kabullenmek istemez. Çünki küllenen hayallerine alevlenmeyi bekleyen nice korlar gömmüştür. Bedel ödemeden, yüreğini tutuşturmadan, kendini yakmadan gelinebilecek mertebelerin elbette bir seviyesi vardır; ve bir de yolları çile ile yürünmüş ve kabullenilmiş makamları… Bütün korların küller içinde gül gül olduğu makamlar… Hayret makamı, aşk makamı, sükunet makamı, teslimiyet makamı…

İşinizde ve aşınızda, sevincinizde ve kıvancınızda, düşlerinizde ve görüşlerinizde tutuşmayı bekleyen korlar yurt tutmuşsa eğer, eskilerin düstur edindikleri şu beyti teselli babında vird edinmenizi tavsiye ederiz:

Ele girmezse eğer sevdiğimiz

Ne çare, eldekini sevmeliyiz

Erdem, işte bu asaleti gösterebilmek, kazaya rıza ile cevap verebilmektir. Hele bir düşünün, buraya ağlamaya mı gelmiştik, gülmeye mi; ölüyor muyuz, yoksa doğuyor mu?!..

mustasim ile hulagü

Resim: 
Mustasim ile Hulagü

Ismarladığın öküzü getirdim

Son Abbası halifesi Mu’tasım Billah (1242–1258) zamanında Tuslu Nâsır(üddin) adlı bir bilgin bir kitap yazarak halifeye takdim etti. Halife, nehir kenarında oturuyordu. Kitabı aldı, içinden bir yaprak koparıp attı. Sonra da Nasır’a,

– Bu sayfa kirlenmiş, yıkanması lazım, sonra sen bunu bana getireceğine, Tus’tan bir öküz getirseydin daha iyi ederdin, dedi. Bu sözlerden sonra halife kitabın tümünü suya attı. Nasırüddin, yıllarca emek verip yazdığı kitabının bir anda yok olmasına üzüldüyse de korkusundan bir şey söyleyemedi. Boynunu büküp huzurdan ayrılırken halife kendisine,

– Molla nereye gidiyorsun? diye sordu.

– Tuslu Nasır da şöyle cevap verdi:

– İstediğiniz öküzü getirmeye!

Nasırüddin Tusî, Bağdat’tan ayrılıp Hülagu Han’ın yanına gitti. Hülagu bu değerli bilgine büyük bir iltifat gösterdi. Nitekim 1258’de Hülagu Han Bağdat’ı alınca Abbasi halifesi de yakalanıp Hülagu’nun huzuruna getirilmişti. Hülagu ve Tuslu Nasır yan yana, altın ve gümüş tahtlar üzerinde oturuyorlardı. Nasır halifeyi görür görmez şöyle dedi:

– Ismarladığın öküzü getirdim, beğendin mi?

—————————————————————————-

Bu nükte ne kadar doğrudur bilinmez ama ateş olmayan yerden duman çıkmaz derler. Abbasiler devletinin son hükümdarı ve Bağdat Abbasilerinin son halifesi Mustasım Billah, 1221 yılında Bağdat’ta Babası Mustansır’dan olma, annesi Hajir’den doğma dünyaya gelir. 1242 yılında Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşlarda tahta oturur.

O zaman dünya, tarihi boyunca en karışık dönemlerinden birini yaşamakta, Moğol orduları bir çekirge gibi dünyayı istila etmektedir. Bu kritik dönemde tahta oturması gereken en son kişidir genç Mustasım. Devlet işlerine, siyasete pek merakı yoktur hükümdarın. Güvercin besler, kuş avlar, müzik dinler, hatta boş işlerle uğraşır. Evet, tarihi kaynaklar Mustasım hakkında bu tür bir ifadeyi kullanmaktan çekinmez:

“Mustasım Billah, liderlik vasfından yoksun, çocuk ruhlu biriydi. Zamanının tümünü faydasız ve boş işlerle geçirirdi.”

“Hükümdarımız, Moğollar!” diye kendisine sık sık hatırlatılmasına rağmen, “onlar bize dokunamaz, biz izin vermedikçe yanımıza yaklaşamaz,” diyerek çevresindekileri avutur. Dindar bir sunni olmasına rağmen, koyu bir Şia olan İbn Alkami’yi başveziri yaparak köşesine iyice çekilir. İbn Alkami, Mustasım kuklasının altında devleti istediği gibi yönetir. Hatta kaynaklar, İbn Alkami’yi, Hülagu’yu Bağdat’ı istila etmesi için teşvik etmekle ve onunla iş birliği yapmakla suçlarlar.

Bütun bunlar olur, günler böyle geçerken tarihler nihayet 1257-1258 yıllarını gösterir. Durum vahimdir. İç karışıklık, sunni-şii kavgaları bir yana Moğollar Bağdat kapılarına dayanmıştır. Mustasim Billah ise artık kırkına merdiven dayamıştır ve durumun vehametini sonunda idrak eder. Buna rağmen Hülagu Han’ın teslim isteğine sürekli red cevabı verir ve Bağdat istihkamlarını güçlendirmeye başlar.

Fakat artık çok geçtir. Olan olmuştur. Hülagu Han Bağdat’a girer, yakıp yıkar. Yaşlı, kadın çocuk demeden yüzbin kişiyi öldürür. Bazı kaynaklar ölü sayısını bir milyona, hatta iki milyona çıkarsa da bu ancak kesretten kinayedir. Kütüpaheneler yakılıp yıkılır, kitaplar nehre atılır. Hatta Dicle’nin, nehre atılan kitaplardan ötürü birkaç gün mürekkep aktığını söylerler.

Bağdat’a ölüm sessizliği hakim olur. Yenik Mustasım, Muzaffer Hülagu’nün karşısına çıkarılır. Bundan sonrası bir muammadır. Mustasim’in sonu hakkında onlarca farklı rivayet vardır. Örneğin, Hülagu, Mustasım’a “Senden istediğim hazinenin anahtarını keşke bana yollasaydın, şimdi bir işine yaramayacak der,” ve onu hazinesine kilitleyerek ölüme terkeder. (Yazının başındaki batı kaynaklı resim bu olayı temsil etmektedir)

Bir başka rivayette kılıçtan geçirilir. Diğer bir rivayet başka bir yere sürgün edilir. Rivayetlerden en meşhuru ve gerçeğe en yakın olanı da şudur:

Hülagu, Mustasım’a ne yapılması hakkında, yöneticileriyle yaptığı görüşmeden şöyle bir sonuç çıkar: Bir din büyüğünün yani halifenin kanının akıtılması uğursuzluk getirir. Olay kansız halledilmelidir.

Böylece Mustasım Billah, bir çuvalın içine konur ve moğol askerleri tarafından ölünceye dek çuval tekmelenir.

Mustasim’in kanı dökülmemesi gerektiğini söyleyen iki kişiden biri halifeyle geçinemediği için Bağdat’tan kaçan Nasirüddin Et Tusi’dir

Dünyanın gül bahçesinde hiç kimsenin akıl erdiremediği bir sırdır şu: “Kargalar her yerde serbest de bülbül kafeste tutsak.”  

Kaynak: Zaman Hafif Abdullah Hoca

Bu yazımızı okuyan 1.091. takipçimizsiniz.

gencyolcular

Genç Yolcu 2005 yılında #BirlikteKeşfedelim sloganıyla Gezi • Kültür • Sanat alanında yayın hayatına başlamıştır. İletişim: bilgi@gencyolcu.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir