Hendek Gazâsı

Peygamber efendimizin, müşriklerle hicretin 5. (M. 627) yılında yaptığı müdâfaa savaşı. Bu savaşta düşman ordusu, Mekke’de bulunan putperest müşriklerden, bâzı yahûdî ve diğer kabîlelerden meydana geldiği için hizipler, kabîleler topluluğu mânâsında “Ahzâb Gazâsı” denildiği gibi, Medîne’nin kuşatılması sebebiyle “Medîne Muhâsarası”, Medîne’nin etrâfına kazılan hendekten dolayı da “Hendek Gazâsı” denilmiştir. Hicretten sonra Mekkeli müşriklerle Medîne’de bulunan Müslümanlar arasında Bedr ve Uhud savaşlarından sonra üçüncü olarak Hendek Savaşı yapıldı. Medîne’de bulunan Nâdiroğulları (Benî –Nâdir) adındaki Yahûdî kabîlesi, Müslümanlarla yaptıkları anlaşmayı bozdu. Peygamber efendimize sûikast tertiplediler.Bu sebeple Benî Nâdir Kabîlesi Medîne’den çıkarıldı. Bu kabîlenin reisi, diğer bâzı kabîlelerin reisleriyle birleşerek Mekke’ye gidip, müşriklerle anlaştı. Bu anlaşmanın netîcesinde berâberce Medîne’de bulunan Müslümanların üzerine saldırmaya karar verdiler. Böylece 10.000 kişilik bir müttefik düşman ordusu toplandı. Ordunun idâresi Ebû Süfyân’a verildi. (Ebû Süfyân daha sonra Mekke’nin fethinde Müslüman oldu.)

Kültür tarihçilerimizden Dursun Gürlek ‘Tarih Müsahabeleri’ diyerek geçmiş zaman bağlarından ve bahçelerinden zengin bir demet sunuyor. Program; hayata, eski hayatlardan şablonlar ve kesitlerle renk katıyor. Hendek Gazasını aşağıdaki Programdan dinleyebilirsiniz. …
 

HENDEK SAVAŞI (Şevval 5 H./ Şubat 627 M.)

Mü’minler, müttefik düşman birliklerini gördüklerinde, “İşte Allah ve Rasûlünün bize vâdettiği şey budur. Allah ve Peygamber doğru söylemiştir” dediler. Bu, onların imân ve teslimiyetlerini artırmaktan başka bir şey yapmadı.” (el-Ahzâb Sûresi, 22) Bir taraftan karşı tarafa geçmeyi engelleyen derin ve uzun çukara”hendek” denir. Medine’yi savunmak üzere, çevresine hendek kazıldığı için bu savaşa, “Hendek Gazvesi” denildiği gibi, bir çok müşrik ve Yahûdî kabîlesi, Müslümanlara karşı birleştiği için” Ahzâb Harbi” de denilmiştir. “Ahzâb”, “hızb” kelimesinin çoğuludur. Hizb, aynı düşünce, inanç ve kanaatı paylaşan insan topluluğu demektir.

a) Yahûdîlerin Müşriklerle İşbirliği

Medine’den sürülen Benî Nadîr Yahûdîlerinin reisleri, Hayber’e sağınmışları. Müslümanlardan öc almak istiyorlardı. Başta Ahtaboğlu Huyey olmak üzere, 20 kadar Yahûdî lideri 70 kişilik bir hey’et ile Mekke’ye gittiler. -Müslümanlar gün geçtikçe kuvvetleniyor. Onlara kırşı birlikte hareket etmeliyiz. Biz savaş için hazırız. Medine’deki Benî Kurayzalı kardeşlerimiz de savaşta Müslümanları arkadan vuracak… diye müşriklere işbirliği teklif ettiler. Kendileri “ehl-i kitab” ve tek tanrı inancında oldukları halde, putperest müşriklere hoş görünmek için:

-“Sizin tuttuğunuz yol, (sizin dininiz) Müslümanlarınkinden daha doğru…”(227) dediler. Daha sonra Mekke dışındaki Gatafan, Esed, Kinâne, Süleym, Fezâre, Mürre, Eşca ve Eslem… gibi bedevi Arap kabileleriyle görüştüler. Hayber’in bir yıllık hurma mahsûlünü vermeği va’d ederek, onların da savaşa katılmalarını sağladılar.

Mekke’liler 300’ü atlı, 1500’ü develi 4000 kişilik bir kuvvet hazırladılar. Mekke dışındaki bedevî kabîlelerin katılmasıyla ordunun sayısı 10 bine ulaştı. Şimdiye kadar böyle bir kuvvet toplanmamıştı. Medine’yi basıp Müslümanlığı yok edeceklerdi. Ordunun başkomutanı Ebû Süfyân idi.

b) Medine Çevresine Hendek Kazılması

Rasûlullah (s.a.s.) Mekke’deki hazırlıkları, Kureyş ordusu henüz hareket etmeden haber aldı. Ashâbını toplayarak, bu korkunç saldırıya nasıl karşı koyacaklarını istişâre etti. Müzâkere sırasında, aslen İranlı olan Selmân (Selmân-ı Fârisî):

-Yâ Rasûlallah, İran’da düşman saldırısından korunmak için, şehrin etrâfına, hendek kazarlar. Biz de öyle yapalım, dedi. Esâsen Medine’nin üç tarafı, evlerin yüksek dış duvarları, yalçın kayalıklar ve sık hurmalıklarla çevrilmişti. Düşman saldırısına karşı, sadece kuzey yönü açıktı. Bu tarafa da, düşmanın geçemeyeceği derinlikte bir hendek kazılırsa, savunma kolaylaşırdı.

Arablarca bilinmeyen bu savunma şekli uygun görüldü. Saldırıya elverişli olan kuzey tarafda hendek kazılacak yer işâretlendi.

Rasûlullah (s.a.s.), ashâbını 10’ar kişilik gruplara ayırdı. Her grubun kazacağı kısmı belirledi. Mevsim kış, hava soğuktu. Esen rüzgâr, hendekte çalışanların ellerini ayaklarını âdeta donduruyordu. Medine’de kıtlık vardı. Müslümanlar üç gün bir şey yemeden aç çalıştılar.* Rasûlullah (s.a.s.) bile açlıktan karnı üzerine taş bağlamıştı.(228) Ashâbla birlikte Hz. Peygamber (s.a.s.) bizzât toprak kazıyor, açlığa, soğuğa, yorgunluğa karşı gayretlerini artırıcı sözler söylüyordu. Bir ara, sert bir kaya çıkmış, kimse parçalayamamıştı. Rasûlullah (s.a.s.) hendeğe indi, ilk vuruşta, kayanın üçte biri koptu. Hz. Rasûlullah (s.a.s.):

-Allâhü Ekber, bana Şam’ın anahtarları verildi. Şu anda Şam’ın kırmızı köşklerini görmekteyim, dedi. İkinci vuruşta kayanın yarısı daha koptu. Rasûlullah (s.a.s.):

-Allâhü Ekber, bana Fars ülkesinin anahtarları verildi. Şu anda, Kisrânın beyaz köşklerini görmekteyim, buyurdu. Üçüncü darbede kaya, tamâmen parçalandı. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):

-Allâhü Ekber, bana Yemenin anahtarları verildi. Şimdi ben San’a’a’nın kapılarını görüyorum, buyurarak bütün bu ülkelerin pek yakında Müslümanların olacağını müjdeledi.(229) Münâfıklar, Rasûlullah (s.a.s.)’in bu müjdelerini, hayal sayıyorlardı.

“Münafıklar ve kablerinde hastalık olanlar: Allah ve Rasûlü bize sâdece kuru vaadlerde bulundular, diyorlardı.” (Ahzâb Sûresi, 12)

Açlığa, soğuğa ve her türlü sıkıntıya rağmen, yaklaşık 5,5 km, uzunlukta bir atın karşıya sıçrayamayacağı genişlik ve derinlikte kazılan hendek, düşman gelmeden önce, iki hafta içinde tamamlandı.

c) Müşriklerin Medine’yi Kuşatması

Müşrikler, Medine önünde, şimdiye kadar benzerini görmedikleri derin bir hendekle karşılaşınca, şaşırdılar. Bir hamlede Medine’yi alt üst edip, Müslümanları yok edeceklerini hayâl etmişlerdi. Bunun kolay olmayacağını gördüler. Hendek boyunca, aşağı-yukarı ilerlediler, geçecek bir yer bulamadılar. Sonunda, Kureyşliler hendeğin batı kısmına, Bedevî kabîleler de doğu kısmına karargâh kurdular. Böylece Medine’yi kuşattılar. (Şevvâl 5 H./Şubat 627M.)

d) Sıkıntılı Günler

10 bin kişlik müşrik ordusu karşısında, Müslümanların sayısı 3 bin kadardı.Yalnızca 36 atları vardı. Önlerinde hendek, arkalarında ise Sel` Dağı bulunuyordu. Ancak Benî Kurayza anlaşmayı bozar da müşriklerle işbirliği yaparsa, Müslümanlar çok tehlikeli bir duruma düşeceklerdi. Bu takdirde, Müslümanlar Hendek önünde düşmanla uğraşırken, Yahûdîlerin Medine’yi basıp, kadınları ve çocukları kılıçtan geçirmeleri mümkündü.

Karşılıklı ok ve taşların atılmasıyla başlayan kuşatma, aralıksız 27 gün sürdü. Müslümanlar açlık ve sefâlet içinde, zor ve sıkıntılı günler geçirdiler. Savaşın en tehlikeli bir ânında, Benî Nadir Reisi Ahtab oğlu Huyey’in teşvikiyle Benî Kurayza Yahûdîleri de anlaşmayı bozup, müşriklerle işbirliğine başladılar. Rasûlullah (s.a.s.)’in nasihat için kendilerine gönderdiği Evs kabilesi Reisi Sa’d b. Muâz’ı dinlemediler. Düşmanlıklarını açıkça bildirdiler.

Müslümanlar, hendek önünde 10 bin kişilik müşrik ordusuna karşı durmağa çalışırken, bir yandan da, Medine’yi Yahûdîlerin baskınından korumak zorunda kaldılar. Böyle tehlikeli bir anda, münâfıklar da bozgunculuğa başladılar. Hem savaşı bıraktılar, hem de askerin mâneviyâtını sarsıcı propaganda yaptılar.(230)

Kuşatmanın uzayıp gitmesi, müşrikleri de usandırdı. Mevsim kış, havalar soğuktu. Esâsen onlar, böyle günlerce sürecek bir kuşatma için değil, bir kaç saatte sonuca ulaşılacak bir zafer için gelmişlerdi. İşi bir an önce bitirmek için bütün güçleriyle genel bir hücûma geçtiler. Bir taraftan Müslümanların üzerine ok yağmuru yağdırırken içlerinden (Dırâr, Cübeyre, Nevfel, Amr b. Abdivedd gibi) bir kaç tanesi de, elverişli bir yerden atlarıyla hendeği geçtiler. Bunların her biri, Araplar arasında bin kişiye denk sayılıyordu. En meşhûrları olan Amr b. Abdivedd mübâreze sonuda Hz. Ali tarafından öldürüldü; diğerleri kaçtılar. Nevfel kaçarken hendeğe düştü ve Hz. Ali’nin kılıcıyla can verdi.

Ertesi gün, savaşın en çetin günü oldu. Bir taraftan müşrikler, diğer taraftan Benî Kurayza Yahûdîleri hücûma geçtiler, aralıksız akşama kadar ok yağmurunu sürdürdüler. Rasûlullah (s.a.s.) ve Müslümanlar, o gün namaz kılmak için bile fırsat bulamadılar. Öğle, ikindi ve akşam namazlarını, yatsıdan önce, tek ezanla, tertip üzere kazâ ettiler.(231)

e) Harb Hiledir

Gatafan Kabilesinden Nuaym b. Mes’ûd, bu sırada müslüman olmuştu. Bundan kimsenin haberi yoktu. Rasûlullah (s.a.s.)’la gizlice görüşerek, müşriklerle Yahûdîlerin arasını açmak için izin istedi. Rasûlullah (s.a.s.):

-Harp hiledir*, yapabilirsen yap, buyurdu. Nuaym önce Benî Kurayza’ya gitti.

-Benim size olan dostluğumu bilirsiniz. Sizin için endişe ediyorum. Mekkeliler bu işten usandı, bırakıp giderlerse, Müslümanlar karşısında yapayalnız kalacaksınız. O zaman hâliniz nice olur? Onlardan bir kaç rehin isteyin, aksi halde yardım etmeyin… dedi. Sonra Ebû Süfyân’a geldi:

-Duydun mu, Benî Kurayza anlaşmayı bozduğuna pişman olmuş. Sizi bırakıp giderler diye, Müslümanlarla yeniden anlaşmaya başlamış. Sizden rehin alıp, onlara teslim etmeği vadetmiş, dedi. Ebû Süfyân esâsen Yahûdîlere pek güvenemiyordu. Ertesi gün, denemek için Yahûdîlerden yardım istedi. Yahûdîler hemen rehin istediler. Ebû Süfyân isteklerini kabûl etmeyince, her iki taraf da:

-Nuaym doğru söylemiş, dediler. Aralarında güven kalmadı. (232)

f) Rasûlullah (s.a.s.)’in Duâsı ve Kuşatmanın Sona Ermesi

Rasûlullah (s.a.s.), o sıkıntılı gün:

-Allah’ım, ey Kur’ân’ı indiren ve hesâbı tez gören Rabbım; Şu Arap kabîlelerini dağıt, topluluklarını boz, iradelerini sars. (233) diye duâ etti. Duâsı bitince, Rasûlullah (s.a.s.)’in yüzünde sevinç eseri görüldü. Rabb’ımın yardım va’dini size müjdelerim, buyurdu. İşte o akşam, âyet-i celîle ve hadis-i şerifte bildirilen “sabâ rüzgârı” esmeğe başladı.(234) Fırtına ve kasırga çadırları söküp uçurdu, yemek kazanları devrildi, ocaklar söndü, develer ve atlar birbirine karıştı. Müşriklerin ağızları, burunları, gözleri toz-toprakla doldu. Karargâhları alt üst oldu. Ortalığı dehşet kapladı. Neye uğradıklarını bilemediler.

Müşriklerin mâneviyâtı iyice bozulmuştu. İçlerine korku düştü. Uzun süren ve hiç bir sonuç alınamayan kuşatmadan usanıp bezmişlerdi. Ebû Süfyân:

-“Ben dönüyorum, siz de gelin, diyerek devesine bindi. Mekke’nin yolunu tuttu. Diğerleri de onu izlediler.

Panik pek âni ve şuursuzca olmuştu. Bu yüzden, müşrikler pek çok techizât, gıda maddesi ve eşyayı toplayamadan çekildiler. Sabah olunca, Müslümanlar düşmandan kalan eşyâyı ve sağa-sola dağılan develeri toplayıp ordugâhlarına getirdiler. Ebû Süfyân’ın Yahûdîlerden aldığı 20 deve yükü hurma da ele geçen ganimetler arasındaydı. Böylece, Müslümanlar hem kuşatmadan, hem de açlık sıkıntısından kurtuldular.

Kur’an-ı Kerîm’de bu durum şöle anlatılmaktadır:

“Ey inananlar, Allah’ın size olan nimetlerini hatırlayın. Üzerinize ordular gelmişti, Biz de onların üzerine rüzgâr ve sizin göremediğiniz ordular (Melekler) göndermiştik.” (el-Ahzâb Sûresi.9)

“Allah, kâfirleri hiçbir zafer elde edemeden, kin ve öfkeleriyle geri çevirdi. Savaşta mü’minlere Allah’ın yardımı yetti. Allah yegâne kuvvetli ve galib olandır.” (el-Ahzâb Sûresi, 25)

Bu savaşta, müşriklerden 4 kişi ölmüş, Müslümanlardan 5 kişi şehid düşmüştür. Savaştan sonra Rasûlullah (s.a.s.):

-“Bundan sonra sıra bizde. Müşrikler artık üzerimize gelemeyecek, biz onların üzerine gideceğiz.” buyurdu.(235) Gerçekten de öyle oldu.

———–

Düşmanın bu hazırlığını Peygamber efendimiz öğrenince, hemen Eshâb-ı kirâmı topladı, durumu görüştü, istişâre yaptı. Medîne’nin savunulmasında nasıl bir yol tâkib edileceği görüşüldü. Eshâb-ı kirâmdan Selmân-ı Fârisî; “Yâ Resûlallah! Bizim İran diyârında bir şehre düşman hücûm ettiği zaman, müdâfa için şehrin etrâfına hendek kazmak âdettir. Medîne’nin müdâfası için biz de hendek kazalım.” dedi. Selmân-ı Fârisî’nin bu teklifi beğenilip kabul edildi. Hendeğin kazılacağı yer tesbit edildi ve gerekli malzeme toplatıldı.

Ön tarafı açık olan Medîne’nin bir tarafı yalçın kayalı dağlarla çevrili, diğer tarafı da düşmanın geçmesine elverişli değildi. Düşmanın ön taraftan saldırma ihtimâli olduğu için hendeğin buraya kazılması kararlaştırıldı ve iş bölümü yapıldı. Sel Dağının eteği ordu merkezi olarak seçildi. Peygamber efedimiz de hendeğin kazılmasında çalıştı. Günlerce aç kaldıkları oldu. Bizzat Resûlullah efendimizin, açlığını bastırmak için mübârek karınlarına üç taş bağladıkları görüldü. Eshâb-ı kirâm hendek kazma esnâsında pekçok mûcizeye şâhid oldular. Bir avuç hurma, Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) duâsıyla o kadar arttı ki, hendek kazma işinde çalışan bütün Eshâbı doyurdu. Eshâb-ı kirâmdan Câbir, bir koyun kesip Resûlullah efendimizi yemeğe dâvet etmişti. Sevgili Peygamberimiz hendekte çalışan Eshâb-ı kirâmın hepsini yemeğe götürdü. O yemek Peygamberimizin mûcizesi olarak o kadar bereketli oldu ki, onar kişilik gruplar hâlinde yüzlerce kişi yediği hâlde bitmedi.

Hendek kazıldığı sırada hava soğuktu, sert bir şimal (kuzey) rüzgârı esiyordu. Kazma işi zorlaşıyordu. Hendekte çıkan büyük bir kayayı Resûlullah üç vuruşta parçaladı. İlk vuruşunda bir ışık yayıldı. Tekbir getirerek; “Şam’ın kırmızı köşklerini görüyorum!” buyurdu. İkinci vuruşta; “Kisrânın (İran’ın) köşklerini görüyorum!” buyurdu. Üçüncü vuruşta da yine etrâfa parlak bir ışık yayıldı ve tekbir getirerek; “San’a’nın kapılarını görüyorum, bana Yemen’in anahtarları verildi!” buyurdu. Böylece Eshâbın ilerde buraları fethedeceğini müjdeledi. Netîcede buyurduğu gibi oldu. İki hafta içinde hendek tamamlandı. Bir atın atlayamayacağı kadar geniş ve derindi. Eshâb-ı kirâm üç bin kişilik bir ordu hâlinde düşmanın geçme ihtimâli olan yerleri tuttular.

Ebû Süfyân idâresindeki düşman ordusu, birkaç kol hâlinde Medîne üzerine yürüdü. Medîne önüne geldiklerinde, karşılarında hendeği gördüler. Hendek, İslâm ordusuyla müttefik düşman ordusu arasında boydan boya uzanıyordu. Geçecek yer bulamayınca, karşı taraftan ok atarak harbe başladılar. İslâm ordusunda muhâcirlerin sancağı Zeyd bin Hârise’nin, Ensârın sancağı da Sa’d bin Ubâde’nin elindeydi. Hava oldukça soğuktu. Hendeği geçemeyeceğini anlayan düşman çeşitli yollar aradı. O sırada Müslümanlarla anlaşma hâlinde bulunan Medîne’deki Benî Kureyzâ Yahûdîleri, müşriklerin teklifi üzerine onlarla işbirliği yaparak Müslümanları arkadan vurmaya kalkıştılar. Savaşın en nâzik anları yaşanıyordu. Resûlullah efendimiz bu durumu öğrenince, Sa’d bin Muaz başkanlığında bir hey’eti Benî Kureyzâ Yahûdîlerine gönderdi. Bu işten vazgeçmedikleri takdirde, daha önce ihânet eden Benî Nâdir Yahûdîlerinin durumuna düşecekleri bildirildi ise de kabul etmediler. İslâm ordusu, bir taraftan hendek hattını koruyor, bir taraftan da Medîne içinde bulunan ve anlaşmayı bozan Benî Kureyzâ Yahûdîlerinin yapabileceği baskını devriyelerle önlemeye çalışıyordu.

Medîne kuşatması bu şekilde bir ay devâm etti. Eshâb-ı kirâm bütün güçlüklere rağmen çok büyük bir kahramanlık gösteriyordu. Bir aydan beri bekleyen düşman ordusu, bütün gücüyle şiddetli bir saldırıya geçti. Fakat hendeği ancak birkaç kişi geçebildi. Bunlardan birisi de şöhreti Arabistan’ı tutmuş olan Amr isimli azgın, kuvvetli bir düşman askeriydi. Müslümanlardan karşısına çıkacak birini istedi. Resûlullah efendimiz, hazret-i Ali’yi gönderdi, kendi zırhını giydirdi ve duâ etti. Bu vuruşma pek çetin oldu. İki taraf netîceyi heyecanla bekliyordu. Amr’ın ilk hamlesini hazret-i Ali atlattı, kalkanı parçalandı, başından da hafif yaralandı. Hazret-i Ali “Harb hîledir.” hadîs-i şerîfine uyarak, karşısındaki düşmana; “Hem kuvvetli bir pehlivan olduğunu söylüyor, karşında teke tek dövüşecek er istiyorsun hem de meydana birçok yardımcın ile geliyorsun. Bu ne korkaklık?” diye seslendi. Onun arkasına bakmasını fırsat bilip vurduğu bir kılıç darbesiyle Amr’ı öldürdü. İslâm askerlerinin tekbir sesleri yeri göğü inletti. Kâfirler üzüntülerinden ne yapacaklarını şaşırdılar. Döğüşmek için sırada bekleyen diğer düşman askerleri Amr’ın öldüğünü görünce kaçtılar.

Bu olaydan bir gün sonra savaş, daha da şiddetlendi. Bir taraftan müşrikler bir tarfatan da Medîne’de bulunan Benî Kureyzâ Yahûdîleri hücûma geçti. İslâm ordusunu akşama kadar ok yağmuruna tuttular. O gün Eshâb-ı kirâm hiç namaz kılamadılar, geceleyin hepsini cemâatle kazâ ettiler. Harp uzadıkça düşmanın durumu ağırlaşıyordu.

Bir ara, düşman ordusunda bulunan Gatafan kabîlesinden Nuaym ibni Mes’ûd adında biri karşıya geçerek Müslüman olduğunu, harbin bu nâzik durumunda Peygamberimize hizmet etmek istediğini bildirdi. Resûlullah efendimizin emriyle Benî Kureyzâ Yahûdîlerine gitti ve onlara; “Siz Medîne’de bulunduğunuz hâlde, anlaşmayı bozup müşriklere yardım ediyorsunuz. Müşrikler yenilip geri dönünce sizin hâliniz ne olacak? Hiç olmazsa müşrik ordusuna gidin içlerinde ileri gelen bir kısım kimseyi rehin olarak yanınıza alın ki, böyle bir durumda müşrik ordusu size yardımcı olsun.” dedi. Oradan ayrılıp hemen düşman ordusuna giden Nuaym, Ebû Süfyân’ın yanına varıp; “Benî Kureyzâ Yahûdîleri Müslümanlarla tekrar anlaşmışlar size yardım etmekten vazgeçmişler. Burada ise durum iyice güçleşti. Erzak bitti, asker zor durumda! Hattâ Benî Kureyzâ Yahûdîleri sizden bir kısım kimseyi rehin isteyip Müslümanlara teslim edeceklerini söylemişler. Eğer böyle bir şey teklif ederlerse kabul etmeyin. Size yazık olur.” dedi. Benî Kureyzâ Yahûdîleri rehîne isteyince Nuaym’ın dediklerinin doğruluğuna inanan Ebû Süfyân, Yahûdîlerin isteklerini kabul etmedi. Benî Kureyzâ Yahûdîleri de; “Nuaym’ın dediği doğru imiş.” diyerek müşriklere cephe aldılar. Hattâ Ebû Süfyân’ın birleşerek hücum yapmak isteğini de kabul etmediler. Araları açıldı.

Kuşatma uzadıkça müşriklerle müttefikleri, harb etmekten usandılar. İslâm ordusunun yılmadan yaptığı müdâfaa karşısında çâresiz kalıp perişan oldular. O sırada birden bire soğuk ve şiddetli bir fırtına çıktı. Düşmanın ordu merkezi alt üst oldu. Gece karanlığı basınca, rüzgârın şiddetiyle her şeyin darmadağın olduğunu gören düşman, dehşete kapıldı. Müşrik ordusunun başı Ebû Süfyân, daha fazla dayanamayıp çekilmeye karar verdi. “Ben geri dönüyorum.” diyerek Mekke’nin yolunu tuttu. Paniğe kapılan ordusu da her şeyini bırakarak savaş meydanını terk etti. Bütün güçleriyle her türlü zorluğa katlanarak Allah yolunda cihâd eden Eshâb-ı kirâma, Allahü teâlânın yardımı ulaştı ve düşmanları perişan oldu. Bu hâdise, Kur’ân-ı kerîm’de meâlen şöyle bildirilmektedir: “Ey îmân edenler! Allahü teâlânın üzerinizdeki nîmetlerini hatırlayınız. Hani size (Hendek Savaşında) ordular saldırmıştı da, biz onların üzerine bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz (meleklerden) ordular göndermiştik…” (Ahzâb sûresi: 9)

Peygamber efendimiz de bu zafer karşısında Allahü teâlâya hamd ve şükür ederek, Eshâbına; “Artık nöbet sizindir. Bundan sonra Kureyş sizin üzerinize gelemez.” buyurdu.

Hendek Gazâsında müşriklerden dört kişi öldü. Müslümanlardan beş kişi şehîd verildi. Peygamber efendimiz harp sâhasından Medîne’ye dönünce, silâhlarını çıkarmadan hemen savaşın en nâzik ânında ihânet eden Benî Kureyzâ Yahûdîlerinin üzerine hareket emri verdi (Bkz. Benî Kureyzâ).

Kuranda hendek savaşı

Kuranda hendek savaşı ile alakali tahmini 17 ayet geçiyor
33:9 –  Ey iman edenler! Allah’ın üzerinizdeki nimetini anın. Hani size ordular gelmişti de üzerlerine bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular salıvermiştik. Allah ne yaptığınızı görüyordu.

33:10 –  O zaman onlar, hem üstünüzden gelmişlerdi, hem aşağı tarafınızdan, ve o vakit gözler kaymış, yürekler gırtlaklara dayanmıştı. Siz Allah’a türlü türlü zanlarda bulunuyordunuz.

33:11 –  İşte burada müminler imtihan edilmiş ve şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı.

33:12 –  O vakit münâfıklar ve kalblerinde bir hastalık bulunanlar: “Allah ve Resulü bize bir aldanıştan başka bir vaad yapmamış.” diyorlardı.

33:13 –  O vakit bunlardan bir grup: “Ey Medine halkı! Sizin için duracak yer yok, hemen dönün.” diyorlardı. Yine onlardan bir kısmı da Peygamberden izin istiyor, evlerimiz gerçekten (düşmana) açıktır.” diyorlardı, halbuki açık değildi, sadece kaçmak istiyorlardı.

33:14 –  Eğer onların her tarafından üzerlerine girilse de sonra fitne çıkarmaları istenilse derhal onu yapacaklardı. Ama onunla da pek az duracaklardı.

33:15 –  Halbuki bundan önce Allah’a ahid vermişlerdi. Arkalarını dönmeyeceklerdi. Allah’a verilen ahid ise mesuliyetlidir, mutlaka sorulur.

33:16 –  De ki: “Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermez. Vereceğini var saydığınız takdirde de ancak pek az faydalandırılırsınız.”

33:17 –  De ki: “Eğer Allah size bir felâket diler veya bir rahmet muradederse, sizi Allah’tan saklamak kimin haddine?” Hem onlar kendilerine Allah’tan başka bir veli de bulamazlar, bir yardımcı da.

33:18 –  Şüphesiz Allah, içinizden o savsaklayanları ve kardeşlerine: “Bize gelin” diyenleri biliyor. Onlar harbe pek az geliyorlardı.

33:19 –  Size karşı kıskançlık ediyorlardı. Derken o korku hali gelince, gördün onları ki, ölümden baygınlık sarmış kimse gibi gözleri dönerek sana bakıyorlardı. O korku gidince, size keskin keskin diller sıyırdılar. Onlar hayra karşı kıskançlık ediyorlardı. İşte bunlar iman etmediler de Allah amellerini boşa çıkardı. Bu Allah’a göre önemsizdir.

33:20 –  Onlar ahzabı (düşman birliklerini) gitmedi sanıyorlardı. Eğer o birlikler bir daha gelecek olursa, çölde bedevi Araplar içinde yer alıp, sizin haberlerinizden (başınıza geleceklerden) sormayı isterler. Onlar içinizde kalacak olsalar da pek az harb ederler.

33:21 –  Şanım hakkı için muhakkak ki size Resullulah’da pek güzel bir örnek vardır. Allah’a ve son güne ümit besler olup da Allah’ı çok zikreden kimseler için.

33:22 –  Müminler, ahzabı (düşman birliklerini) gördükleri zaman: “İşte bu, Allah’ın ve Resulü’nün bize vaad ettiği şeydir. Allah ve Resulü doğru söyledi.” dediler. Bu onların imanını ve teslimiyetini artırmaktan başka bir şey yapmadı.

33:23 –  Müminlerdendir o erler ki Allah’a verdikleri ahde sadakat gösterdiler. Kimi adağını ödedi (canını verdi), kimi de beklemektedir. Onlar, ahidlerini hiç değiştirmediler.

33:24 –  Çünkü Allah sadıklara sadakatleriyle mükafat verecek, dilerse münafıklara da azab edecek veya tevbe nasib edecektir. Şüphe yok ki Allah çok bağışlayıcıdır. Çok merhamet edicidir.

33:25 –  Hem Allah kâfirleri herhangi bir hayra ulaşmadan hınçlarıyle defetti. Bu şekilde Allah, müminlere savaşta kâfi geldi. Allah çok güçlüdür, çok üstündür.

 

Nedenleri

Mekkeli Müşrikler Uhud Savaşı’nda kesin bir zafer  kazanamamışlardı. Ayrıca Uhud Savaşı’ndan sonra Müslümanlar, Medine’nin doğusuna  ve kuzeyine bazı seferler yaparak Mekke kervanlarının Mısır, Suriye ve Irak
yolunu kapattı.[1]

Hazırlıklar

Mekkeli Müşrikler kendi  birliklerinin yanı sıra, Ehabiş, Kinane ve Tihame kabilelerinden de paralı askerler aldılar. Bunların yanında Gatafan, Fezare, Beni Esed ve Necd kabilelerinde de para karşılığı askerler aldılar. Mekkeli Müşriklerin
harekete geçtiğini haber alan Müslümanlar, öncelikle savaş için strateji belirlediler. Buna göre açıkta savaşılmayacak, savunma savaşı verilecekti. Savunmayı kolaylaştırmak amacıyla Selman-ı Farisi’nin teklifiyle şehrin(Medine)
bazı stratejik yerlerine hendekler kazılmasına karar verildi.[2] Ayrıca kadın ve çocuklar da zarar görmemeleri için şehirdeki bazı kulelere yerleştirildiler.

Savaş

Sal dağında karargah kuran Müslümanlar, küçük gruplara ayrılarak hendeği korumaya ve muhtemel hendeği aşma girişimlerini engellemeye çalıştılar. Bir iki girişim dışında Müşrikler hendeğiaşmayı denemediler. Savaş karşılıklı ok atışlarıyla geçti.  Yiyecek  stoklarının tükenmesi ve kuşatmanın etkisiz kalması nedeniyle Müşrikler, Beni  Kurayza Yahudilerini savaşa katılmaları için razı ettiler. Buna göre, Muhammed’a  saldırmazlık sözü veren Beni Kurayzalılar, Müslümanları aradan vuracaklardı. Ancak durumu haber alan Muhammed, bazı ufak birlikleri bu yöne sevk etti. Bunu duyan Beni Kurayzalılar önemli bir girişimde bulunamadılar. Yalnızca bazı Yahudiler’in, ailelerin bulundukları kulelere başarısız saldırma girişimleri  oldu. Bunların birinde Muhammed’in halası Safiye, kuleye tırmanan bir Yahudi’nin  başını keserek diğer Yahudilerin önüne attı.[3]  Müşriklerin kuşatması 1 ay  kadar sürdü. Soğukların artması, hatta çıkan bir fırtınanın çadırlarını
dağıtması sebebiyle Müşrikler, kuşatmayı kaldırdılar..[4] Böylece Hendek Savaşı  Müşrikler için neticesiz kalmış oldu.

Hendek’teki siyasi hile

Hendek Savaşı sırasında Medineli Müslümanlara karşı oluşturulan Arap yarımadasının en büyük savaş koalisyonu öyle bir hile ile çökertildi. Bu yazı birkaç hafta önceden Cuma günü için planlanmıştı. Sanırım konu değişikliğine en çok Haber7 Yayın Koordinatörü Yaşar İliksiz Bey şaşırmış olmalı. Adetim olmadığı üzere dün sabah saatlerinde kendisine bugün için yazmayı düşündüğüm konudan söz etmiş “çok güzel yazı olur” cevabını almıştım. Eğer gündem değişmezse Cuma gününe inşaallah o konuyu yazacağım. Konu değişikliğine neden gerek duyulduğuna gelince. Yaşar Bey ile bugün için yazmayı düşündüğüm konudan söz ederken, henüz gündeme İsrail’in büyükelçimize yaptığı hakaretle ilgili haberler düşmemişti. Öfkemi tepeme çıkaran bu haberi akşam eve gidince televizyondan öğrendim. Öncelikle şunun altını çizelim: Kimse bu şanlı ve şerefli milletin büyükelçisine hakaret edemez. Ederse ne olur meselesi bu yazının konusu değil. Biz yazıya başlık olan konuya geçelim.

Ne zaman ülke ve dünya gündemi karışsa ve işler kördüğüme dönse, hemen elimi tarih kitaplarına atarım. Dünya denilen şu ihtiyar kürede şu an yaşayanlar bizleriz. Bundan önce ne milletler geldi geçti, nelerle karşılaştı insanoğlu. Bu nedenle, günümüzde karşılaştığımız olayları daha iyi anlamak ve sonuçlarını kestirebilmek için hadiselere biraz geriden bakmakta yarar vardır. Geçtiğimiz günlerde son 1 yıl içinde ikinci defa Martin Lings’in Hz. “Muhammed’in Hayatı” kitabını okuyup bitirdiğimde, sizlerle paylaşmayı düşündüğüm ilk hadise Hendek Savaşı günlerinde yaşanılan inanılmaz olaylar oldu. Bir kişinin bir milletin ve ülkenin kaderini nasıl değiştirebileceğinin çarpıcı 2 örneğini okuyacaksınız…
Medine’de kurulan site İslam devletini ortadan kaldırmak için Arap yarımadasında büyük ittifakların oluşturulduğu ve Müslümanlara karşı güçlü ordunun hazırlandığı günler. Müslümanlara şans veren yoktur. Nitekim Mekke’nin hazırladığı güçlü ordu, bölgedeki birçok kabilenin onların safına geçmesinde büyük etki yapar. Medine önlerine yaklaştıklarında 10 bini aşar Mekke ordusu…

Hz. Peygamberin aldığı istihbarat Mekke ordusunun 1 hafta sonra Medine önlerine ulaşacağı şeklindedir. Derhal savaş meclisini toplar ve konuyu sahabenin önde gelenleri ile istişare eder. Selmani Farisi’nin önerisi uygun bulunur ve Medine’yi savunmak için hendek kazılmasına karar verilir. Önlerinde en fazla 5-6 günlük vakit, kazılması gereken uzunluğu 5,5 km, derinliği 5 m, eni 9 m. olan hendek vardır. Önce destek sonra köstek… Fakat hendeği kazmak için gerekli malzemenin tedariki bile uzun zaman alacağından, o sırada daha önce yapılan anlaşma gereği kendileri ile sulh içinde bulunulan Medine içinde yerleşik Yahudi Kureyza kabilesinden kazma, kürek, çapa ve çıkan hafriyatı atmak için de sıkı hurma liflerinden örülmüş sağlam hurma sepetleri savaşın ardından yenileri verilmek üzere ödünç alınır.

Aslında bu yazının özeti de, Müslümanlara hendek kazması için malzeme veren Kureyza kabilesinin daha sonra yaptığı ihanet ve başlarına açtıkları feci sondur. Mekke ordusu Medeniye’ye ulaştığında hendeği görünce şaşırır ve geçilmesinin mümkün olmadığına karar verirler. Hendeğin bittiği noktada, şehrin doğusundan yapılacak saldırıları kale şeklindeki evleri ile koruyan Beni Kureyza yahudilerinin oturduğu bölge vardır. Ben Nadir kabilesinden Huyay, eğer izin verirse Kureyza kabilesinin Hz. Muhammed’le yaptığı anlaşmayı bozacak girişimde bulunmak için Mekke ordusunun komutanı Ebu Sufyan’dan izin ister ve derhal yola çıkar.

Beni Kureyzalılar Huyay’dan çekinirlerdi. Uğursuz bir adam olarak bilinirdi. Fakat ondan korkmalarının asıl nedeni karşı konulmaz etkileyici bir yönünün olmasıydı. Beni Kureyza’nın lideri Ka’b İbn Esed’in evine varıp kapısını çaldığında Ka’b ona kapıyı açmak istemez. Onun ne için geldiğini tahmin ettiğinden, “Muhammedle bir anlaşma yaptım ve onu bozmayacağım” der. İçeri girip de konuşalım deyince Ka’b yine reddeder. O kapıyı açarsa bir yolunu bulup kendisini etkileyeceğini bilir. Huyay onu zayıf yanından yakalar. “Kapına gelmiş bir konukla bir dilim ekmeğini paylaşmak istemediğinden kapıyı yüzüme kapatıyorsun” der. Kapıyı açar. Korktuğu başına gelir. Huyay kendisini ikna eder ve Müslümanlarla yaptığı anlaşmayı yırtıp atar. Kureyza’nın anlaşmayı bozması Müslümanları iki ateş arasında bırakmakla kalmaz, Müslümanların arasına karışmış münafıklar da nifaklarını artırırlar. …ve karşı atak

Mekke ordusunda Müslümanlara karşı savaşmak üzere gelen Aşca kabilesinden Nuaym, sayıca az olmalarına rağmen Müslümanların şanlı direnişinden çok etkilenir ve bunun kaynağının ilahi bir lütuf olduğunu idrak eder. “Allah İslam’ı kalbime düşürdü” diyen Nuaym, bir yolunu bulup kimseye görünmeden Hz. Peygamber’e gelir ve iman eder. “Ne emredersen yaparım” sözü üzerine de, “Tüm gücünle onları birbirine düşürmeye çalış” cevabını alır. Yalan söylemek için izin ister. Peygamber Efendimiz de, “Onları birbirine düşürmek için ne söylersen söyle, çünkü savaş hiledir” der.

İşte Yahudi Kureyza kabilesinin kaderini değiştiren ve feci sona götüren dakikalar o zaman başlar. Nuaym tüm bölgede sözü geçen, güvenilir ve saygın bir isimdir. Doğruca Kureyza lideri Ka’b İbn Esed’in savaşı idare ettiği mekana gider. Kendisine güzel bir sofra hazırlanınca da, “Bırakın şimdi yiyip içmeyi, sizin güvenliğinizden duyduğum endişelerimi paylaşmaya ve bu konuda tavsiyede bulunmaya geldim der. “Eğer der, Mekkeliler Müslümanları yok edecek bir başarı sağlayamadan buradan ayrılacak olurlar ve sizi Muhammed’in insafına bırakırlarsa haliniz nice olur” der. Kendilerini güvenceye almak, Mekkelilerin Kureyza’yı gözden çıkarıp oradan çekip gitmemeleri için de, Mekke’nin önde gelen bazı isimlerini savaş neticeleninceye kadar kendilerine rehin olarak vermeleri önerisini getirir.

Zaten anlaşmayı bozdukları için kendilerini yeterince güvende hissetmeyen ve savaşın gidişatı da olumlu seyretmediği için kaygı içinde bulunan Kureyzalılar bu teklifi oldukça önemli bulurlar. Nuaym onlara, bu öneriyi kendisinden duymadıkları konusunda yemin ettirir. Daha sonra Nuaym hızlıca, bir zamanlar yakın arkadaşı olan Mekke ordusunun lideri Ebu Sufyan’a gider. Ona ve yanındaki Kureyş’in önde gelen isimlerine, eğer kendisinde duymadıkları yönünde yemin ederlerse büyük bir sırrı paylaşacağını söyler.

Savaşın o en kritik günlerinde her bilgi altın değerindedir. Merakla kabul ederler. Nuaym kısık sesle şunları söyler: “Yahudiler Muhammed ile yaptıkları anlaşmaya geri döndüler ona şöyle haber gönderdiler; Yaptığımıza pişman olduk. Eğer Kureyş ve Gatafan liderlerinden bir kısmını rehin alıp öldürmek üzere size teslim etsek, bu seni memnun eder mi? Sonra geri kalanlara karşı senin yanında sonuna kadar savaşırız.”  Muhammed buna razı oldu, dedi ve sonra onlara tavsiyede bulundu: “Eğer Yahudiler sizden ola ki adamlarınızın bir kısmını rehin isterlerse sakın vermeyin.” Nuaym aynı sözleri kendi kabilesinde ve Gatafanlılar arasında da tekrarladı, yaydı.
Çöken umutlar…

Nuaym’in getirdiği bilgi savaş kampında bomba etkisi yaptı. Kureyş’in önde gelen isimleri Kureyza’nın Müslümanlarla yaptığı anlaşamayı bozan Huyay’a birşey söylememeye, Nuaym’ın getirdiği bilginin de doğru olup olmadığını acilen denemeye karar verdiler. Ebu Cehil’in oğlu İkrime’yi Kureyza’ya gönderdiler. İkrime onlara şunu söyledi: “Muhammedi artık tamamen ortadan kaldırmak üzere yarın savaşa hazır olun.” İkrime’ye verilen cevap şu olur: “İçlerinizden birkaç kişiyi bize rehin vermedikçe, Muhammed’e karşı hiçbir şekilde savaşmayız. Çünkü biz, eğer savaş kötü giderse, sizin bizi burada yalnız bırakıp memleketinize kaçacağınızdan korkuyoruz. Ona tek başımıza karşı koyamayız.” Bu mesaj Kureyş ve Gatafan’ın ileri gelenlerine ulaştığında “Tanrıya andolsun ki Nuaym’ın söyledikleri doğru” derler. Kureyzalılar da, eğer rehin adam vermezlerse Müslümanlara karşı bir tek ok bile atmayacaklarını bildirirler. Ve koca ittifak, Arap yarımadasının en büyük savaş koalisyona çöker. Yazıyı uzatmak istemiyorum. Kureyzalılara savaştan sonra ne olduğunu merak eden okuyucularımız olabilir. Arzu edenler en kestirme yoldan farklı kaynaklardan Google’a girip bakabilirler. Ben buraya yazarsam diplomatik kriz bile çıkabilir.

Ara sıra tarih kitaplarına bir göz atınız. Çok kolay olmadı bu işler. Kuru esinti gürültü ile değil, strateji ile yürür tarihin gemisi. Kendinizi önemseyin. Bir kişi bile tarihin akışını değiştirebilir. Bilmem anlatabildim mi?

Kaynak: Diyanet – Osman Özsoy- Wikipedia- Genç Yolcu

 


Bu yazımızı okuyan 2.242. takipçimizsiniz.

gencyolcular

Genç Yolcu 2005 yılında #BirlikteKeşfedelim sloganıyla Gezi • Kültür • Sanat alanında yayın hayatına başlamıştır. İletişim: bilgi@gencyolcu.com

One thought on “Hendek Gazâsı

  • 20 Aralık 2011 tarihinde, saat 23:34
    Permalink

    Allah razı olsun bu yazıyı yayınlayanlaran gerçekten Hendek Savaşı hakkında fazla bilgim yokmuş, bu yazıyı okyunca anladım ve radyo programıda çok hoş oomuş hem işimi yapıorum hem programı dinledim Hendek Savaşını, ve bu kadar ayet olduğunuda bilmiyordum Hendek Savaşı ile alakalı….

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir