Çalışma ve İş Ahlakı

“Çalışmak¸ Allah’ın ezelî kanunudur. Kâinatta her şey bu kanuna boyun eğmiş¸ her zerrenin varlığı¸ çalışmaya bağlı kılınmıştır. Her yaratık¸ hayatını devam ettirebilmek için sürekli bir çalışma içindedir.” İnsanın hayatını devam ettirebilmesi için çalışması¸ rızkını kazanmak için elinden gelen çaba ve gayreti göstermesi gerekir. Rızık temin etmenin birçok yolu vardır. Bu yollardan biri de ticarettir. Bilindiği gibi ticaret en eski mesleklerden biridir. Ticaretin belirli ahlakî kurallar çerçevesinde yürütülmesi gerekir. Her mesleğin kendine özgü ahlakî kuralları olduğu gibi genel olarak bütün meslekler için geçerli olan birtakım ahlakî kurallar vardır. Biz burada herkes için geçerli olan temel ahlakî kurallardan bahsetmek istiyoruz.

Bir mandıracının veya sokakta süt satan bir kimsenin sattığı süte su karıştırarak satması doğru mudur? Manavdan aldığımız bir kilo elma ya da portakalı eksik tartan manavın bu davranışı doğru mudur? Pazarda “Seçmece yok” deyip çürük domatesleri düzgün domateslerle birlikte tartıp satmak ne kadar doğru bir davranıştır? Sattığı defolu bir malı daha sonra “Satılan mal değiştirilmez” deyip değiştirmek istemeyen mağaza sahibinin bu davranışı doğru mudur? Bir öğretmenin dersten geçirmek için öğrencisinden bir şeyler istemesi doğru mudur?

Bir devlet memurunun bir işi yapmak için rüşvet beklentisi içerisinde gelen insanları ‘Bugün git yarın gel’ diyerek işini yapmayıp ertelemesi doğru bir davranış mıdır? Bu örnekleri artırmak mümkündür. Bu örneklerin iş ahlakıyla ilgili olduğunda asla şüphemiz yoktur. Müslümanlık muameledir. İslâm’ın muamelat adına vazettiği kuralları bilmek ve uygulamak gerekir. Birçok peygamber kendi elinin emeğiyle rızkını temin etmiştir. Mesela Âdem (a.s.) buğdayını ekmiş¸ sulamış¸ biçmiş¸ öğütmüş¸ hamur yapmış ve pişirip yemiştir. Nuh (a.s.) marangozluk¸ İbrahim (a.s.) dokumacılık yapmıştır. Davud (a.s.) demircilikle meşgul olmuş¸ Süleyman (a.s.) sepetçilik yapmıştır. Muhammed (s.a.v.) de ticaret yapmıştır. Peygamberlerin bu şekilde çeşitli mesleklerde çalışarak nafakalarını temin etmelerinden anlıyoruz ki¸ onlar¸ kimseye muhtaç olmamayı esas almışlardır. Ayrıca onlar¸ krallık taslamamışlar¸ halka tepeden bakmamışlar¸ lüks hayata dalmamışlar ve her biri halktan bir insan gibi yaşamışlardır.

Hz. Muhammed (s.a.v.) ticaretle meşgul olarak bizlere ticaret ahlakı konusunda en güzel örnek olmuştur. Hiç şüphesiz ki önce Hz. Muhammed (s.a.v.) daha sonra da onun güzide ashabını hayatımızda örnek almalıyız. Sahabe-i kiramın büyüklerinden ilk muhacirlerden Hz. Ebu Bekir¸ Hz. Ömer¸ Hz. Osman¸ Hz. Ali¸ Hz. Zübeyr b. Avvam ve Hz. Abdurrahman b. Avf gibi zatlar¸ Mekke’den Medine’ye hicret ettiklerinde bütün varlıklarını¸ servetlerini Mekke’de bırakmışlar dinleri uğruna hicret etmişlerdi. Medine’ye hicret ettiklerinde fakir idiler. Ama onlar Kur’an’dan ve Allah Rasûlü’nden öğrendikleri prensiplerle hareket ederek kısa bir sürede Medine’de parmakla gösterilecek derecede zengin hâle geldiler. Örnek olarak Abdurrahman b. Avf’ı alalım o da diğer muhacir sahabiler gibi fakir ve muhtaç biriydi.

İpi omzuna alarak Medine çarşısında hamallık yapmaya başladı. 6-7 senede Medine’nin en zenginlerinden biri oldu. Hz. Peygamber (s.a.v.)¸ Tebuk Seferi’ne hazırlık yaparken Abdurrahman b. Avf¸ Hz. Osman gibi bir çırpıda 500 deveyi Allah yolunda tasadduk etmiştir. İşte onlar Medine’ye hicret ettiklerinde sıfırla başlamışlardı. Ama Yüce Allah onlara öyle bir zenginlik nasip etti ki¸ onlar da bu sahip oldukları serveti¸ malı¸ mülkü Allah yolunda kullanmışlardır. Mesela Hz. Ebu Bekir malının tamamını¸ Hz. Ömer malının yarısını¸ Hz. Ali malının yarısını açıktan yarısını da gizli olarak Allah yolunda infak etmişlerdir.

Onlar böyle Allah yolunda infak ettikçe de Allah mallarına¸ servetlerine bereket vermiştir. Sevgili Peygamberimiz sahabeden on kişiyi daha dünyada iken cennetle müjdelemişti. Abdurrahman b. Avf da onlardan biriydi. Zira Allah Rasûlü¸ Abdurrahman b. Avf’ı cennette gördüğünü söylemiştir. Sahabe-i kiram için Yüce Allah¸ Tevbe Suresi 100. ayette: “(İslâm dinine girme hususunda) öne geçen ilk Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya¸ işte Allah onlardan razı olmuştur¸ onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara¸ içinde ebedî kalacakları¸ zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük bir kurtuluştur.” buyurmaktadır. Sevgili Peygamberimiz de bir hadislerinde: “İnsanların en hayırlıları benim içinde yaşadığım zamandaki ashâbımdır. Sonra onları takip eden (tâbiî)ler¸ sonra onları takip eden mü’minlerdir.”[1] “Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız onlar sizi hidayete ulaştırır.” buyurmaktadır.

O halde Müslümanlar olarak bizler de bu altın nesli kendimize örnek almalıyız. Onların çalışma ve iş hayatlarında gözettikleri temel ahlaki özellikleri şöyle sıralayabiliriz:

1. Çalışmak¸
2. Sorumluluk bilinci¸
3. İhlâs ve samimiyet¸
4. Liyakat ve ehliyet¸

Burada bu özellikleri kısaca açıklamamız uygun olur kanaatindeyiz.

Çalışmak:
Çalışmak¸ Allah’ın ezelî kanunudur. Kâinatta her şey bu kanuna boyun eğmiş¸ her zerrenin varlığı¸ çalışmaya bağlı kılınmıştır. Her yaratık¸ hayatını devam ettirebilmek için sürekli bir çalışma içindedir. Maddenin en küçük parçası olan atomda elektronlar çekirdek etrafında dönmezse atom parçalanır. Gezegenler güneş sistemindeki hareketlerine devam etmeseler âlemin düzeni bozulur. Kalbimiz çalışmazsa hayatımız sona erer.

İslâm’da çalışma¸ izzet¸ şeref ve itibar vesilesidir. Çalışma her şerefin temeli¸ her başarının yoludur. Çalışma olmasaydı insanlık ilerleyemez¸ insanlar hayatın tadını hissedemezlerdi. Çalışma sayesinde insan değerli bir hayat yaşar. Çalışma ile boş vakit değerlendirilir¸ servetler bereketlenir ve gelir artar. İnsan ahirette Allahu Teâlâ’nın huzurunda kurtuluşa erer. Çünkü Allah¸ işsiz¸ boş duran kulu sevmez. Psikoloji bilginleri demişlerdir ki¸ bir insanı helak etmek isterseniz onu işsiz bırakın. Yüce Allah Kur’an’da çalışmanın önemini belirterek şöyle buyurmaktadır: “İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur. Onun çalışması yakında görülecektir. Sonra ona tastamam karşılığı verilecektir.”[2]

Bu ayetler insanın ancak çalışmak suretiyle ilerleyebileceğini¸ dünya ve ahiret saadetine ait anahtarların¸ meşru yolda çalışmak olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca bu ayetlerde¸ insanın kemali ve olgunluğu da başkalarının çalışmalarıyla değil¸ ancak kişinin kendi çalışmasıyla mümkün olacağı açıklanmaktadır.

Her insan ancak kendi çalışmasının karşılığını görür. Diğer insanların çalışmasının neticesinde elde ettikleri şeylere sahip olamaz. Yüce Allah¸ bu ayetlerde bütün insanları çalışmaya teşvik ederek¸ çalışmayan bir kimsenin menfaat temin edemeyeceğini¸ her çalışanın çalışmasının meyvesini alacağını belirtmiştir. Yüce Allah¸ böylece insanı atalet ve tembellikten men etmiş¸ dünya ve ahiret saadetine ulaşmak için¸ çalışmayı ve meşru yollardan kazanmayı emretmiştir.

Kur’an¸ dünyanın imar edilmesi için çalışmayı teşvik etmiştir. Gayretli olmayı¸ rızık elde etmenin ve geçimi temin etmenin esası saymıştır. Rızık insana hiç çalışmadan verilecek değildir. Rızık¸ ister tarım¸ sanayi ve ticaret gibi beden ve adale gücü gerektiren bir iş olsun¸ isterse doktor¸ öğretmen¸ mühendis gibi ilim veya düşünce gayreti gerektiren iş olsun¸ ancak ciddi bir gayret¸ çalışma ve görevini yerine getirmede fedakârlık neticesi olarak gelir.

Çalışmayı ve meşru yoldan kazanmayı emreden dinimiz¸ tembelliği insanlığın kurtuluşuna mani olan büyük engellerden saymış ve insan için en büyük zevkin¸ çalışmalarının semeresini görmek olduğunu ifade etmiştir. Sevgili Peygamberimiz de; “Hiçbir kimse kendi elinin emeğinden daha hayırlı bir yiyecek asla yememiştir. Allah’ın peygamberi Davud (a.s.)’da kendi emeği ile kazandığından yerdi.”[3] buyurmaktadır.

Maalesef günümüzde insanlar¸ çalışmadan¸ emek sarf etmeden¸ helal-haram demeden kolay yoldan köşe dönme planları kurmaktadır. İnsanlar¸ hakkına razı olmamakta¸ haksızlık¸ yolsuzluk¸ kapkaç ve hırsızlık gün geçtikçe hızlı bir şekilde artmaktadır.

Sorumluluk Bilinci:
İnsan¸ sorumluluk taşıyan bir varlıktır. Bu¸ onun temel özelliklerinden birisidir. Allah’ın emirlerine uymak ve yasaklarından sakınmakla yükümlü olan insan¸ mutlaka bir gün O’nun huzurunda¸ dünyada yaptıklarından sorgulanacaktır. Herkes kıyamet günü Allah’ın huzuruna çıkacak ve bu dünyada yaptıklarından dolayı hesap verecektir. Orada bu dünyadaki yapılan her şeyin içyüzünü Allah insanlara haber verecek ve her suçlu cezasını mutlaka çekecektir.

Şu halde bu dünyada herhangi bir işi yapacağımız zaman¸ Allah’ın huzurunda mutlaka hesabını vereceğimizi düşünerek sorumluluk bilinciyle samimi bir niyet ve ihlâs ile hareket etmeliyiz. Nitekim Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evladı¸ ne de evladın babası namına bir şey ödeyemeyeceği günden (kıyamet gününden) çekinin. Bilin ki¸ Allah’ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan Allah’ın affına güvendirerek sizi yanıltmasın.”[4]

Hz. Ömer’in de dediği gibi¸ hesap günü gelmeden önce¸ insan kendini hesaba çekmeli ve her kişi¸ yarın için ne hazırladığına mutlaka bakmalıdır. Dünya hayatına dalıp da Allah’ı dolayısıyla kendisini unutmamalıdır. Kıyamet¸ dünya hayatının sonu¸ ölüm ise kişinin küçük kıyameti sayılır.

İhlâs ve Samimiyet:
İhlâs¸ yapılan işi “halis/katkısız” kılmak demektir. İster özel anlamı ile ibadetler olsun ister genel anlamda gündelik hayatımızdaki yaptığımız işler olsun¸ bizi amellere yönelten temel etken Allah’ın rızasını kazanmak niyet ve arzusu olmalıdır. Allah rızası için yapılmayan amel makbul değildir. İslâm ahlakı Allah rızasını bütün eylem ve davranışların hedef ve amacı olmasını ister. Allah rızasını kazanmanın en kestirme yolu ise¸ hayatımıza bütünü ile onun istediği biçimi vermektir.

İslâm’ın altın nesli olan sahabiler¸ Kur’an’ın bütün öğretilerini gönülden benimsemişler¸ bu öğretileri Allah rızasını hak etme uğrunda olanca içtenlikleri ile uygulamaya çalışmışlardır.
Onlar¸ yapacakları her işte¸ söyledikleri her sözde ‘Acaba Yüce Allah’ın emrine uygun mu?’ diye düşünmüşler eğer Allah’ın emrine uygunsa yapmış¸ uygun değilse terk etmişlerdir.
Onlar¸ şu iki şeyi asla akıllarından çıkarmamışlardır:

a) Allah’ın varlığını¸ birliğini ve Allah’ın kendilerini her yerde görüp gözettiğini¸
b) Ölüm gerçeğini daima akıllarında canlı tutmuş ve ahireti unutmayıp¸ hem dünya hem de ahiret için çalışmşlardır.
Gerçek mü’min Allah’ın rızasını en ön planda tutarak bu niteliğini yaptığı her işte ortaya koymalıdır.

Liyakat ve Ehliyet:
Hz. Peygamber (s.a.v.) bir işe birini görevlendireceği zaman atayacağı kişide liyakat arardı. Hatta liyakate o kadar önem verirdi ki¸ kimi konularda ihtiyaç üzerine liyakatli ise kâfir ve müşriklere bile vazife vermiştir. Örnek olarak Abdullah b. Uraykıt’ı verebiliriz. Hz. Peygamber (s.a.v.)¸ Hz. Ebu Bekir’le Mekke’den Medine’ye hicret ederken Müslüman olmamasına rağmen bu zatı yol rehberi olarak kullanmıştır. Hâlbuki bu zat¸ o zamanlarda Müslüman değildi¸ müşrikti. Hz. Peygamber (s.a.v.)¸ o zatı şu üç özelliğinden dolayı seçmiştir:

1. Abdullah b. Uraykıt¸ ehliyetli biriydi¸ çöl yollarını iyi bilirdi. 2. Abdullah b. Uraykıt¸ sır saklar asla ihanet etmezdi. Hz. Peygamber (s.a.v.)’le belli bir miktar para üzerine anlaşmış ve Efendimizi Medine’ye götürmek üzere söz vermişti. Mekke ise Hz. Muhammed (s.a.v.)’i sağ veya ölü getirene 100 deve vereceğini ilan etmişti. 3. Abdullah b. Uraykıt¸ emin ve güvenilir biriydi. Asla işini yarım bırakmaz¸ sözüne¸ vadine güvenilen bir insandı.

Ne pahasına olursa olsun onları Medine’ye kadar götürecekti. Nihayet verdiği sözü tuttu ve götürdü de. İşte Hz. Peygamber (s.a.v.)¸ onun bu vasıflarını çok iyi bildiği için imanına bakmadan onu rehber olarak seçmiştir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Allah size¸ mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici¸ her şeyi görücüdür.”[5]

Yüce Allah¸ “Emanetleri ehline verin.” derken¸ ehil olan kişinin iman edip etmediğine bakın demiyor. Ayetin nüzul sebebi şöyledir: Hicretin 8. yılında Hz. Peygamber (s.a.v.)¸ Mekke’yi fethederek Kâbe’ye kadar yürür ama Kâbe kapıları kitlidir. Anahtarı Osman b. Ebi Talha adında bir Mekkeli müşriktedir. Anahtarı Müslümanlara vermek istemez. Allah Rasûlü Hz. Ali’yi gönderir. O da gidip Osman’ı bulup zorla kolunu kıvırıp anahtarı elinden almış ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’e getirmiştir. Hz. Peygamber Efendimiz¸ Kâbe’nin içinde iki rekât şükür namazı kılmıştır.

Dışarıda Peygamberimizin amcası Hz. Abbas başta olmak üzere büyük sahabiler anahtarı almak istemektedirler. Ama Allah Rasûlü¸ Nisa Suresindeki; “Şüphesiz ki Allah size emanetleri ehline vermenizi emreder.” ayetini okuyarak dışarı çıkar¸ Ali nerde diye sorar. Hz. Ali yanına gelince anahtarı ona uzatır ve: – Ey Ali¸ Osman b. Ebi Talha’yı bul ve bu anahtarı ona ver¸ der. Hz. Ali¸ gidip Osman’ı bulup anahtarı ona uzatır. Osman hayret eder.

Biraz önce zorla anahtarı kendisinden alan Hz. Ali¸ şimdi anahtarı getirip ona vermek istemektedir. Hz. Ali¸ biraz önce anahtarı alırken yaptığı kaba davranışından dolayı ondan özür diler ve anahtarı ona uzatır. Osman b. Ebi Talha: – Ne oldu Ey Ali! Biraz önce benden zorla aldın şimdi geri vermek istiyorsun¸ der. Hz. Ali:
– Ey Osman! Senin hakkında Kur’an’dan şu ayet indi diyerek ayeti okuyunca Osman hemen orada şahadet getirerek Müslüman olur ve Hz. Ali ile beraber Hz. Peygamber Efendimizin huzuruna gelirler. Tekrar şahadet getirir ve Peygamber Efendimiz de ona:- Ey Osman Kâbe’nin anahtarı kıyamete kadar sen ve senin ailenin elinde kalacaktır onu sizden ancak zalim olan alacaktır¸ der.

[1] Buharî¸ Fadailu’l-Ashab¸ 1; Müslim¸ Fadailu’s-Sahabe¸ 216.
[2] 53/Necm¸ 39-41
[3] İbn Allan¸ Muhammed¸ Delilu’l-Falihin¸ Beyrut¸ trs¸ II¸ 543; Nasif¸ M.A¸ et-Tac¸ Dâru’l-Hikme¸ Beyrut¸ trs¸ II¸194
[4] 31/Lokman¸ 33
[5] 4/Nisa¸ 58
| Prof. Dr.

Kaynak: SomuncuBaba.net

Bu yazımızı okuyan 1.106. takipçimizsiniz.

gencyolcular

Genç Yolcu 2005 yılında #BirlikteKeşfedelim sloganıyla Gezi • Kültür • Sanat alanında yayın hayatına başlamıştır. İletişim: bilgi@gencyolcu.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir