Burdur: Salda’dan Kibyra’ya

Bir tatil cennetinden beklenen her şey Burdur’da var.

“Sonbaharda nereye gidelim?” sorusuna bir türlü ortak bir cevap bulamayınca tatilden beklentilerimizi art arda sıraladık: kalabalıktan uzak, ekonomik, havası bunaltmayan, su kıyısında, doğa ile iç içe, kültürel ve tarihî açıdan zengin, yürüyüş ve yüzme imkânı sunan, insanları hoşgörülü ve güler yüzlü, sağlıklı beslenebileceğimiz romantik bir yer…  Burdurlu bir dostumuz bizi tesadüfen aramasaydı, gideceğimiz yeri belirlemek için araştırmalara bir süre daha devam edecektik galiba.

Kararsızlığımızı arkadaşımıza anlatınca; “Çadırınızı kapıp Salda Gölü’ne gitmelisiniz, göl kenarında bir iki gün dinlendikten sonra size Gölhisar’da bitecek harika bir kültür rotası çizerim.” dedi ve ekledi: “Çadırınız yoksa bile, Salda’da kiralarsınız.” O kadar iddialı konuştu ki, bize sadece çantalarımızı hazırlamak kaldı.

Göl hakkında küçük bir araştırma yapıyorum yola çıkmadan: Salda Gölü Burdur’un Yeşilova ilçesi sınırları içinde, Göller Bölgesi’nde.  Yaklaşık 2 milyon yıl önce volkanik hareketler sonucunda oluşmuş, bölgedeki göllerin en büyüğü olmasa bile en temizi ve 184 metre derinliği ile en derinlerinden biri aynı zamanda. Gölün etrafı “birinci derece doğal sit alanı” olduğu için kıyılarda tesis inşa edilmesi yasak, ancak en popüler plajlarında kulübe veya konteyner  kafeler, ayrıca kampçılara duş/tuvalet hizmeti veren iki resmî kamp alanı var. Gölün rakımı 1000 metre civarında. Etrafındaki dağlar da çok yüksek, dolayısıyla kışın Salda Kayak Merkezi’nde göl manzaralı kayak keyfi yaşanabilir.

Artık yola çıkmaya hazırız. Denizli-Antalya yolunda (E87) Serinhisar ilçesini geçtikten yaklaşık 10 kilometre sonra Burdur istikametinde kahverengi “Salda” tabelasının gösterdiği istikamette ilerliyor, göle ulaşmadan  sola dönüyoruz. Göle adını veren köye gelmeden önce son zamanlarda sosyal medya sayesinde ünlenen “Maldiv” plajına doğru bir yol var, sağ tarafta.

Daha sonra uğramak üzere “Maldiv”i şimdilik es geçiyor, gölün kuzeybatı ucundaki Doğanbaba köyüne yöneliyoruz. Daracık Doğanbaba yolunda ilerlerken birden karşımızda göz kamaştıran turkuaz suları, bembeyaz kıyısıyla göl beliriyor.

Fotoğraflarını görmüştüm görmüş olmasına da canlısıyla karşılaşınca gözlerime inanamıyorum. Güzelliğinin, renginin tarifi zor.  Ortalarına doğru  derinleştikçe suyu koyu laciverde dönüyor, kıyıya doğru ise açık turkuaza… Üzerinde masmavi bir gökyüzü ve tek tük bembeyaz bulutlar. İlk bakışta âşık olduğumu söylesem hiç de abartmış olmam!

Doğanbaba köyüne gelmeden bir tabela plajı işaret ediyor. Günlük piknikçilerin arasından çadırımıza uygun bir yer ararken odun ateşinde çaya, közde patlıcana, şiş kebaba davet ediliyoruz. Konuştuğumuz piknikçilerin çoğu Doğanbabalı; çocukluklarından beri buraya eğlenmeye, dinlenmeye, yüzmeye geliyorlarmış. Gölün güney yakasına, yani anayola yakın plajlara turistlerin ilgisi son zamanlarda yoğunmuş; onlardan öğreniyoruz. Gölün en el değmemiş yerlerinden biri olan kuzey yakasını keşfe çıkıyoruz. Burada kıyının formu farklı: “Maldiv” ve Doğanbaba plajlarının çok geniş ve yumuşak bir eğimle karadan suya nasıl geçtiğini anlamak zor. Kuzey kıyısında ise yol yukarıda kalıyor; 10-15 metre aşağıdaki göle ulaşmak için bir tür kurumuş beyaz topraktan oluşan kayaçlardan inmek gerekiyor. Çevrede pek kimse yok. Gölün içindeki beyazlığın kumdan değil, beyaz bir kilden geldiğini suda ayaklarım yumuşak ve kaygan bir zemine değince anlıyorum. Bu kilin şifalı olduğunu okumuştum bir yerde: Yüksek miktarda magnezyum, ayrıca kükürt, florür ve klorür gibi mineraller içermesi sayesinde sedef, akne gibi cilt hastalıklarına iyi geliyormuş.

Gün batımına kadar burada kalmak istiyoruz; ancak acıkmaya başlayınca istemeye istemeye veda ediyoruz. Hemen herkes çekilmiş Doğanbaba plajından; birkaç kampçı olarak bizler kalmışız sadece. Son derece leziz pidelerimizi yedikten sonra ay ışığında plaj boyunca yürüyoruz. Aradığımız huzuru,  doğal güzelliği bulduk. Bakalım, bir sonraki gün bize neler getirecek?

Doğal yaşamın içinde

Ertesi gün, Burdurlu arkadaşımızın tavsiyesi ile Burdur Gölü’nün batısında, Karakent köyü civarındaki Lisinia Doğal Yaşam Köyü’nü ziyaret etmek için yola koyuluyoruz. Dar yollarda bir saat boyunca ilerleyip mısır, kavun ve karpuz tarlalarını ardımızda bırakıyor, 13 sene önce bir veteriner tarafından kurulmuş Lisinia’ya ulaşıyoruz. Lisinia’nın vizyon sahibi kurucusu modern insanın doğal yaşamdan uzaklaştığı için  birtakım medeniyet hastalıklarına yakalandığını düşünmüş ve  Lisinia’da doğa ile iç içe alternatif bir yaşam tasarlamış. Organik tarım, yerli tohum, yerel yabani faunayı koruma, doğal malzemelerle inşa edilmiş evler, şifalı bitkilerle tedavi bu yaşam tarzının ögelerinden. Gönüllüler ya etraftaki tarlalarda çalışıyor, şifalı otlar topluyor ya da bakıma ihtiyacı olan hayvanlarla ilgileniyor. Buraya kadar gelmişken il merkezindeki Burdur Arkeoloji Müzesi’ni de ziyaret etmeye karar veriyoruz. Sagalassos ve Kibyra gibi önemli antik yerleşimlerden çıkarılan, Roma döneminin büyük ustalarının ellerinden çıktığı besbelli heykelleri ve frizleri görmek bizleri çok heyecanlandırıyor. Burada sergilenen, Kibyra’nın önde gelen sporcularının mezarlarından alınmış gladyatör frizleri de özellikle ilgimi çekiyor.

Torosların eteğindeki Medusa

Salda’daki üçüncü günümüzün sabahında çadırımızı topluyor, göle veda ediyoruz. Artık bizi Gölhisar’a kadar götürecek “kültür rotası”na hazırız! Geldiğimiz yoldan Serinhisar’a doğru yaklaşık 25 kilometre kat ettikten sonra Karahüyük’te sola, Yumrutaş’a yöneliyor, anayoldan böylece ayrılıyoruz. Uçarı Mahallesi göletleri ilk durağımız. Göletlerden birinde bir manda sürüsü keyif yapıyor, diğer göletin etrafında bir park kurulmuş. Sırada Acıpayam Ovası’nın güneydoğu ucunda, Karadağ’ın yamacında bulunan Dodurgalar Keloğlan Mağarası var. Virajlı bir yoldan yamacın orta kısımlarına kadar çıkarak ulaşılan mağara dikit ve sarkıtlarıyla görülmeye değer. Üstelik seyir terasında ovaya hâkim etkileyici bir manzara var.

Değirmendere’deki alabalık tesisinde yorgunluğumuzu attıktan sonra yine Acıpayam’a bağlı Yazır köyündeki Hacı Ömer Ağa Camii bizi bekliyor. 1802-1803 yıllarında inşa edilmiş caminin duvarları ve tavanındaki süslemeler dikkat çekiyor.

Duvarlarında cami, bitki ve ağaç motifleri var. Tavanı ise çıtalarla küçük karelere ayrılmış ve bu kareler serpiştirilmiş bitki motifleriyle süslenmiş. Caminin huzur dolu atmosferinden ayrılıp Gölhisar’a ilerliyoruz. Gölhisar, Torosların kuzey eteklerinde, Burdur ilinin güneybatısında; Muğla, Antalya ve Denizli il sınırlarının arasında şirin bir ilçe. Yazdan kalma günlerde Gölhisar sakinleri, şehirden sadece birkaç kilometre uzaklıktaki yaylaların serinliğinde rahat bir nefes alıyor, piknik yapıyorlar. 1500 metre rakımdaki Böğrüdelik Yaylası en popüler piknik yeri. Yaylaya akşamüstü ulaşıyoruz; 10 hektarlık alan o saatlerde hâlâ kalabalık;  gün batımına doğru örtüler katlanıyor, çöpler toplanıyor, gitmek istemeyen çocuklar arabalara bindiriliyor ve kocaman arazi bize kalıyor. Bir ardıç ağacının altında çadırımızı kuruyoruz. Tam zamanında! Çünkü az sonra şehirlerde asla göremeyeceğimiz bir karanlık kaplıyor ortalığı. Ardıçların arasından doğan ayın ışığından ve yaktığımız ateşin sıcağından başka bir şey yok!  Sabaha karşı yayladan bir keçi sürüsü geçiyor; boyunlarındaki çanların sesini uykulu hâlimle dinliyorum; tam bir pastoral senfoni!

Yaylalarının yanında Gölhisar’ın bir diğer hazinesi de Kibyra.  Böğrüdelik Yaylası ile Gölhisar’ın tam ortasında, yamaçta kurulu antik yerleşim öylesine geniş ve görkemli ki burayı ziyaret edenlerin Roma dönemine ait yapıları keşfetmeleri epey sürebilir. Çok iyi muhafaza edilmiş bir stadyum ve genişçe bir nekropol alt terasta yer alıyor, orta teras ise şehrin ticaret merkeziymiş. Agoralar, muhteşem bir anıtsal kapı ve birçok dükkânın kalıntısı burada. En üst terasta ise kamu binaları, tiyatro ve odeon yer alıyor. Kibyra’nın bize bir de sürprizi var: 2012 yılında odeondaki kazılarda çıkarılan Medusa mozaiği kısa bir süreliğine ziyarete açılmış. Dünyada eşi benzeri olmayan mozaiği görebildiğim için kendimi çok şanslı sayıyorum. Sonuna geldiğimiz gezimiz için bundan daha güzel bir final olamazdı herhalde!

Burdur Fotoğrafları

Burdur
Burdur
Burdur
Burdur
Burdur
Burdur
Burdur
Burdur
Burdur
Burdur
Burdur

Kaynak: YAZI : Annette Hanisch / FOTO : Ömer Doğan

Bu yazımızı okuyan 13.461. takipçimizsiniz.

Hidayet Akçay

1985 Konya Ereğli doğumlu. ilk ve Orta öğrenimini Konya da Lise öğrenimi Darende de tamamladı. Anadolu Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri bölümü mezunu. Özel bir eğitim kurumunda Yönetici olarak görev yapmakta. Çeşitli dergi ve haber sitelerinde Turizm alanı ile alakalı yazıları yayınlanmıştır. Hobileri Seyehat ve spor. İngilizce, Arapça ve İspanyolca bilmekte, Evli ve bir çocuk babası.

2 thoughts on “Burdur: Salda’dan Kibyra’ya

  • 16 Ocak 2019 tarihinde, saat 14:37
    Permalink

    doğası ile kendine çeken bir yer

  • 03 Mayıs 2019 tarihinde, saat 14:18
    Permalink

    ulaşım için alternatifler neler acaba ? Yazı çok güzel olmuş bu arada gerçekten tam tatil zamanı gelmişken böyle bir bilgiye denk gelmek güzel oldu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir