Bir “Zaman Makinisti” Mustafa Şem’i Pek

Bir zamanlar öğrencilerden tren yolcularına, saat kulesinin altında buluşanlardan saray ahalisine, namaz kılacaklardan vapura bineceklere kadar herkesin hayatı onun saatleriyle kesişirdi. En yakın arkadaşları akreple yelkovandı.

Zamanı geriye sardım ve Çemberlitaş’taki 29 no’lu dükkânın üst katındaki atölyesinde düşledim onu, bu yazıyı yazarken. Acaba Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”ndeki kahramanı gibi “saatle insanı birbirinden pek ayırmaz” mıydı? “Saatler hakkındaki düşünceleri bazen derinleşip ‘Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır.’ ” diye geçirir miydi aklından? Cep saati var mıydı? Varsa nasıl bir saatti ve şimdi kim bilir neredeydi? Dişlilerin, zembereklerin, çarkların içine indirdiği aklını zamanın varlığını kavramaya da adamış mıydı? Kendisinden on altı yüzyıl önce yaşamış Augustinus gibi, “Zaman nedir?” diye sormuş ve “Bunu bana kimse sormasa bile biliyorum, ama biri sorarsa nasıl açıklayabileceğimi bilmiyorum.” demiş miydi? Gökyüzüne de bir saat asmayı düşünmüş müydü, sonsuza dek durmayacak bir saat?

Adı, Mustafa Şem’i Pek’ti. Osmanlı İmparatorluğu’nun son büyük saat ustasıydı. Akreple yelkovana hükmetme yeteneğinin kaynağı olan “akıl saati” matematiğe işliyordu. 1870’te İstanbul’da doğdu, çocukken saatlerin tik taklarıyla tanıştı. Bir saat ustasının yanına çırak girdi. Matematiğe duyduğu merak ile zamanı ölçen saatler arasında gizli bir bağ bulmuş gibiydi. Bu bağı Batı tarzında saatler yapma yönünde geliştirdi. Mükemmel bir işçilik ve kusursuz malzeme kullanmak, çalışma biçiminin temel taşları oldu. Bazı saat aksamlarını geliştirerek mekanik sistemlere yenilikler getirdi.

Sultan II. Abdülhamit döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında saatler ondan soruldu, özellikle meydan saatleri ve bina cephelerindeki saatler… Her saat kulesi bir sevinçti Mustafa Şem’i için. O saat kuleleri ki, ustanın yaptığı saatlerle donandılar, halka zamanın doğrusunu bildirdiler. Ankara Ticaret Lisesi’nin, Nişantaşı İngiliz Lisesi’nin, Robert Kolej’in, Bandırma Erkek Öğretmen Okulu’nun cephelerindeki saatler onun ellerinden çıktı. Yaptığı saatlere numara verirdi, birer evlat bilirdi onları.

Sultan II. Abdülhamit’in emriyle Mustafa Şem’i’ye altı adet saat sipariş edildi. Cam çatılı, mihveri cam üzerine alınmış ve etrafına pırlantalar dizili rakkası olanı, Alman İmparatoru Wilhelm’e armağan olarak gönderildi. İmparator saate olan beğenisine karşılık ustayı bir takdir mektubu ve madalya ile ödüllendirdi.

Fatih Sultan Mehmet’ten Mustafa Şem’i’ye gelene kadar geçen yüzyıllarda Avrupa’dan saat satın alma ya da saatleri yabancı ustalara yaptırma alışkanlığı sürüp gitmişti. 1910’lu yıllarda Evkaf Dairesi, saati olmayan ya da saatleri bir türlü zamanı doğru göstermeyen camiler ve muvakkithaneler için saatler yaptırmaya karar verdi ve ustalar arasında bir sınav açtı. Mustafa Şem’i yaptığı kusursuz bir saatle sınavın birincisi oldu ve ihaleyi kazandı. Böylece bir Türk’ün Avrupa düzeyinde saatler yapabileceğine dair şüpheleri tamamen ortadan kaldırdı. Fatih, Sultan Selim, Laleli, Yeşilköy, Mecidiye camilerinin duvar saatlerini yaptı. Bunlarla kalmadı, Sütlüce’deki Humbarahane Camii’nin, Beyoğlu’ndaki Kamer Hatun Camii’nin, Kadırga’daki Sokullu Mehmed ve Emirgan camilerinin saatlerine de imzasını attı. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin kulesindeki saate de… Bu zaman makinistinin yaptığı saatlerden biri de Karaköy’den denize doğru bakan Denizcilik İşletmeleri yolcu salonunun saatiydi.

Dolmabahçe Sarayı’nın saatçisi Şule Gürbüz’ün, ustası Recep Gürgen’den naklettiği üzere, Mustafa Şem’i Pek 1930’larda İstanbul’a gelen Alman teknisyen, mühendis ve matematikçileri atölyesine davet eder, onlardan yeni mekanik düzenekler hakkında bilgiler alır, saatlerini onlara gösterirmiş. Bu bilgi alışverişlerinin sonucunda, zaman üzerine emek veren bu insanlar arasında teknik işbirliği de doğmuş kimi kez. Bilgisini sürekli olarak sınayan bir ustaymış Mustafa Şem’i. Yoksa zamanın gerisine düşeceğini biliyormuş. Zamanın gerisine düşmenin de kaybolup gitmek olduğunu…

21 Nisan 1939’da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığı’ndan gönderilen bir mektup var önümde. “Bay Mustafa Şem’i – Türk Saat Yapıcısı” diye başlıyor ve şöyle devam ediyor: “Fakültemizin ders ve paydos zillerini otomatik çalmak üzere geçen sene yaptığınız elektrik saatinin ayarından ve çalışmasındaki intizamdan her cihetle çok memnun olduğumuzu takdir ve tebriklerimizle bildiririz.” Titizliğiyle ünlü ustaya gönderilmiş ne kadar nazik bir teşekkür! Elbette çok sayıda teşekkür mektubu almıştı yaptığı meydan saatleri için: Edirne, Bandırma, İzmit belediye başkanlarından ve diğerlerinden… Bir teşekkür de Haydarpaşa Garı’nın alnına 1933’te kondurduğu, 3 metre 25 santimlik saat için Devlet Demir Yolları’ndan; ki o saat nice yolcunun İstanbul’a geliş ve İstanbul’dan gidiş anlarını raylara fısıldamıştı. Nice başlangıçları ve vedaları… Nice vapur yolcusu o saate bakıp ayarlamıştı saatlerini yeni buluşmalar ve kavuşmalar için…

Mustafa Şem’i Pek’in yaptığı saatlerin birçoğu artık yerinde yok. Kimi kırıldı, kimi yerinden indirildi, kimi yıkılan kulelerle birlikte yitip gitti. Ama onun saatleri yerlerinde olsa da olmasa da zaman hiç durmadan akıp gidiyor. “Zaman beni sürükleyip götüren ırmak; fakat ırmak benim!” demişti Arjantinli yazar Borges. Peki, Mustafa Şem’i ne derdi yaşasaydı? Ne derdi 1955’te ömür saati duran, saatlerin efendisi? “Göğe akan bir ırmaktır zaman” mı derdi? Ne derse desin, bunu kâğıda dökseydi, yelkovana benzeyen bir kalemle yazardı eminim.

Yazı : Akgün Akova – Çizim : Murat Cengiz – Foto : Pera Müzesi Koleksiyonu / NEJDET DÜZEN

Kaynak: Anadolu Jet Magazin

Bu yazımızı okuyan 2.339. takipçimizsiniz.

Site varsayılanı

Özel sektörde 2001 yılından bu yana Yöneticilik, mali işler, ve denetçilik görevlerinde bulundu. Türkiye'nin çok yazarlı blog sitesi Gençyolcu da olmaktan çok keyif almakta. Aile nedir diye sorsalar “iki çocuklu bir baba olarak Gençyolcu ile hayatı yaşamak” der.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir